English    Türkçe    فارسی   

5
285-334

  • Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü. 285
  • Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.
  • Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
  • ”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.
  • Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
  • Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.
  • Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur? 290
  • Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.
  • Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.
  • Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir.
  • Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden ibarettir.
  • Ey yemeğe rehin düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül edersen yakında kurtulursun. 295
  • Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden.
  • Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy.
  • Melek gibi Allahyı tesbih etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.
  • Cebrail murdar şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolaşmamakta. Böyle olduğu halde kuvvet bakımından herkes den aşağı mıdır ki?
  • Allah aleme ne de hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o sofra, aşağılık kişilerin gözlerinden pek gizlidir. 300
  • Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa fare ve yılan yine toprak yer.
  • Ten ehlinin ruh gıdasını inkar ederek adi yemeğe titremeleri
  • İster kış olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlığın beyisin, nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?
  • Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der.
  • Bok böceği, bok içinde yaşar ve alemde pislikten başka bir meze bilmez.
  • Münacat
  • Ey eşi, benzeri olamayan Allah, mademki bu sözü kulağımıza küpe yaptın, ihsanda bulun, bu sözleri bol bol saç! 305
  • Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis şarabını içtikleri meclise çek, oraya götür.
  • Madem ki bize bundan bir koku duyurdun, ey din Allahsı o tulumun ağzını kapama.
  • Ey kendisine sığınılan Allah, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme, ihsan et de erkek, kadın herkes, senin şarabından içsin!
  • Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Allah, gönüle her an yüzlerce kapı açarsın.
  • Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin sevgisiyle eridi muma döndü. 310
  • Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kaş nununu, göz sadını, kulak cimini yazdın.
  • Akıl o harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel edip, bunları boz!
  • Yokluğa, her düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme;
  • Hayal levhine göz, yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler yazmaktasın.
  • Halbuki ben, yokluğa aşığım, vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yokluk sevgilisi, bence daha vefalıdır. 315
  • Allah akıla o şekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden vazgeçip Allahsını dilemesini diledi.
  • Levhi mahfuz ve herkesin, günlük nasibi ne kadarsa o levihten o kadarına akıl erdirmesi, Cebrail aleyhisselam’ın her gün o levihten bir şey anlamasına benzer
  • Akıl, her sabah melek gibi o Levhi Mahfuz’dan bir ders alır.
  • Yokluğu parmaksız olarak yazılmış yazılara bak; dünyaya dalanlar, o yazıların karartısına şaşırıp kalmışlar.
  • Herkes bir hayale kapılmış, bir bucağı eşmede. Biri bir define bulmak için bir bucağı kazmada;
  • Biri bir hayal peşine düşmüş, azamet sahibi olduğu halde dağlardaki madenlere yüz çevirmiş; 320
  • Öbürü, bir hayale düşmüş, sıkıntılı uğraşmalarla, didişmelerle inci çıkarmak için denize yönelmiş;
  • Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış, bir başkası da hırs içinde ekine tarlaya düşmüş!
  • O yol kesen, kurtulduğunu hayal etmiş, bu ise hayalince bir hastaya merhem olmuş.
  • Biri peri çağırmaya koyulmuş, gönlünü aklını kaybetmiş, öbürü, yıldız bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymuş.
  • Bu gidişler, içteki renk renk hayaller yüzünden dışarıda da birbirine aykırı görünür. 325
  • Bu ona bakıp ne yapıyor, ne iş işliyor diye hayrette. Bu şaraptan her tadan kişi, öbürünün yaptığını boş bulmada.
  • O hayaller birbirine aykırı olamasaydı görünen gidişler, nasıl olur da birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
  • Hepsi de can kıblesini kaybetmişlerdir de onun için herkes, bir yana yüz çevirmiştir.
  • Birbirine aykırı gidişler ve çeşitli didinişler, karanlıkta kıblenin ne tarafta olduğunu arayanların haline ve denizin dibinde inci arayan dalgıçların durumuna benzer
  • Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale kapılıp her yana döner dururlar.
  • Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği anlaşılır. 330
  • Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir.
  • Değerli inci ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.
  • O koca denizin dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana çıkar.
  • Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk bulduğu anlaşılır.