- O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti.
- تشنه شد از کوشش آن سلطان دد ** رفت سوی چشمه تا آبی خورد
- Tilkiceğiz, eşeğin ciğeriyle yüreğini, fırsat bulup yedi.
- روبهک خورد آن جگربند و دلش ** آن زمان چون فرصتی شد حاصلش
- Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği!
- شیر چون وا گشت از چشمه به خور ** جست در خر دل نه دل بد نه جگر
- Tilkiye ciğeri nerde, yüreği ne oldu? dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.
- گفت روبه را جگر کو دل چه شد ** که نباشد جانور را زین دو بد
- Tilki dedi ki: Onda yürek, yahut ciğer olsaydı hiçbir kere daha buraya gelir miydi? 2875
- گفت گر بودی ورا دل یا جگر ** کی بدینجا آمدی بار دگر
- O kıyameti görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güçlükle kaçmıştı.
- آن قیامت دیده بود و رستخیز ** وآن ز کوه افتادن و هول و گریز
- Ciğeri, yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi?
- گر جگر بودی ورا یا دل بدی ** بار دیگر کی بر تو آمدی
- Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. Bir bedende ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.
- چون نباشد نور دل دل نیست آن ** چون نباشد روح جز گل نیست آن
- Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten İbarettir. O sırçaya kandil deme artık.
- آن زجاجی کو ندارد نور جان ** بول و قارورهست قندیلش مخوان
- O sırça, o kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Tanrı'nın ihsanıdır. 2880
- نور مصباحست داد ذوالجلال ** صنعت خلقست آن شیشه و سفال
- Hâsılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak birlik vardır.
- لاجرم در ظرف باشد اعتداد ** در لهبها نبود الا اتحاد
- Bir yere altı tane kandil kosalar nurlarında sayı ve çokluk olmaz.
- نور شش قندیل چون آمیختند ** نیست اندر نورشان اعداد و چند
- O çıfıt, kapları gördü de müşrik oldu. Öbürü de nuru gördü de imana geldi, anlayış sahibi oldu.
- آن جهود از ظرفها مشرک شدهست ** نور دید آن مومن و مدرک شدهست
- Ruh. kaplara baktı mı Şis'le Nuh'u iki görür.
- چون نظر بر ظرف افتد روح را ** پس دو بیند شیث را و نوح را
- Derenin, suyu varsa deredir. Adam, canı olan adamdır. 2885
- جو که آبش هست جو خود آن بود ** آدمی آنست کو را جان بود
- Bunlar, insan değillerdir, suretten ibarettirler. Bunlar, ekmek ölüsüdürler, şehvet öldürmüştür bunları.
- این نه مردانند اینها صورتند ** مردهی نانند و کشتهی شهوتند
- Bir hale düşmesi yüzünden gündüzün kandille gezip dolaşan papaz
- حکایت آن راهب که روز با چراغ میگشت در میان بازار از سر حالتی کی او را بود
- Birisi, gündüzün, gönlü aşk ve yanışla dolu olarak kandille gezerdi.
- آن یکی با شمع برمیگشت روز ** گرد بازاری دلش پر عشق و سوز
- Bir herzevekil ona dedi ki: A adam, kendine gel de öyle her dükkânı arayıp durma.
- بوالفضولی گفت او را کای فلان ** هین چه میجویی به سوی هر دکان
- Aydın günde kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma şey?
- هین چه میگردی تو جویان با چراغ ** در میان روز روشن چیست لاغ
- Adam dedi ki: Her yanda adam arıyorum. O nefesle diri olan kimdir? 2890
- گفت میجویم به هر سو آدمی ** که بود حی از حیات آن دمی
- Bir adam, şu pazar, adamla dolu o hür kişi dedi.
- هست مردی گفت این بازار پر ** مردمانند آخر ای دانای حر
- Adam arayan dedi ki: Bu iki yol ağzı ana caddede öfke ve hırs zamanında dayanan bir adam arıyorum.
- گفت خواهم مرد بر جادهی دو ره ** در ره خشم و به هنگام شره
- Öfke ve şehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerde? Bucak, bucak, sokak sokak böyle bir adam arıyorum işte.
- وقت خشم و وقت شهوت مرد کو ** طالب مردی دوانم کو به کو
- Nerde âlemde bu iki halde dayanabilen bir adam ki bugün ona canımı feda edeyim.
- کو درین دو حال مردی در جهان ** تا فدای او کنم امروز جان
- Bunu duyan, nadir bulunur bir şey arıyorsun, fakat kaza ve kaderden gafilsin dedi iyi bak. 2895
- گفت نادر چیز میجویی ولیک ** غافل از حکم و قضایی بین تو نیک
- Sen, fer'e bakıyorsun; asıldan haberin bile yok. Biz fer'iz, asıl olan kader hükümleridir.
- ناظر فرعی ز اصلی بیخبر ** فرع ماییم اصل احکام قدر
- Kaza ve kader, dönüp duran gökyüzünün bile yolunu kaybeder. Yüzlerce Utarid'i kaza ve kader, aptallaştırır.
- چرخ گردان را قضا گمره کند ** صدعطارد را قضا ابله کند
- Çare âlemini daraltır, demirle mermeri bile eritir, su haline getirir.
- تنگ گرداند جهان چاره را ** آب گرداند حدید و خاره را
- Ey bu yolu adım adım adımlamaya karar veren kişi, sen hamın hamısın, hamın hamısın, hamın hamı!
- ای قراری داده ره را گام گام ** خام خامی خام خامی خام خام
- Değirmen taşının dönüşünü gördün, bari gel de dereyi de gör. 2900
- چون بدیدی گردش سنگ آسیا ** آب جو را هم ببین آخر بیا
- Toprağı, tozu havalanmış görmedesin, toprağın arasında yeli de gör.
- خاک را دیدی برآمد در هوا ** در میان خاک بنگر باد را
- Düşünce kaplarını kaynar görmedesin, aklın başına devşir de ateşe de bak.
- دیگهای فکر میبینی به جوش ** اندر آتش هم نظر میکن به هوش
- Tanrı, Eyyub'a ihsanlarını söylerken ben, senin her kılına bir sabır verdim dedi.
- گفت حق ایوب را در مکرمت ** من بهر موییت صبری دادمت
- Kendine gel de sabrına bu kadar bakma. Sabrı gördün, sabır vereni de gör.
- هین به صبر خود مکن چندین نظر ** صبر دیدی صبر دادن را نگر
- Dolabın dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun coşkun akan suyu da gör. 2905
- چند بینی گردش دولاب را ** سر برون کن هم ببین تیز آب را
- Görüyorum deyip duruyorsun ama onu .görmenin birçok ayan beyan nişaneleri vardır.
- تو همیگویی که میبینم ولیک ** دید آن را بس علامتهاست نیک
- Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lâzım ki denizi de göresin.
- گردش کف را چو دیدی مختصر ** حیرتت باید به دریا در نگر
- Köpüğü gören, sırlar söyler. Fakat denizi gören şaşırır kalır.
- آنک کف را دید سر گویان بود ** وانک دریا دید او حیران بود
- Köpüğü gören, niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir.
- آنک کف را دید نیتها کند ** وانک دریا دید دل دریا کند
- Köpükleri gören, onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz. 2910
- آنک کفها دید باشد در شمار ** و آنک دریا دید شد بیاختیار
- Köpüğü gören dönüp dolaşmaya düşer. Denizi görende hiçbir gıllügiş kalmaz.
- آنک او کف دید در گردش بود ** وانک دریا دید او بیغش بود
- Müslümanın bir Mecusiyi dine davet etmesi. Şeytanın, Tanrı kapısındaki hali
- دعوت کردن مسلمان مغ را
- Bir adam, Mecusinin birine, yahu, gel de müslüman ol, müslümanlar arasına karış dedi.
- مر مغی را گفت مردی کای فلان ** هین مسلمان شو بباش از مومنان
- Mecusi dedi ki: Tanrı dilerse imana gelirim, ihsanını çoğaltırsa yakın elde ederim dedi.
- گفت اگر خواهد خدا مومن شوم ** ور فزاید فضل هم موقن شوم
- Müslüman dedi ki: Tanrı, senin imana gelmeni canını cehennemden kurtarmak diler.
- گفت میخواهد خدا ایمان تو ** تا رهد از دست دوزخ جان تو
- Ama kötü nefsin, o çirkin Şeytanın seni küfür tarafının, kilisenin bulunduğu yere çekmektedir. 2915
- لیک نفس نحس و آن شیطان زشت ** میکشندت سوی کفران و کنشت
- Mecusi, ey insaf sahibi dedi, mademki onlar üstün, ben de güçlü kuvvetli, olana dost olurum.
- گفت ای منصف چو ایشان غالباند ** یار او باشم که باشد زورمند
- Üstün olana dost olabilir, beni daha fazla ve kuvvetle çekenin bulunduğu yere gidebilirim.
- یار آن تانم بدن کو غالبست ** آن طرف افتم که غالب جاذبست
- Tanrı, benden adamakıllı öz doğruluğu istiyormuş. Dileği yerine gelmedikten sonra ne fayda?
- چون خدا میخواست از من صدق زفت ** خواست او چه سود چون پیشش نرفت
- Nefis ve Şeytan, kendi dileğini yürüttükten sonra Tanrı inayeti kahroldu, paramparça oldu demektir
- نفس و شیطان خواست خود را پیش برد ** وآن عنایت قهر گشت و خرد و مرد
- Sen bir köşk, bir saray yaparsın. Onu yüzlerce nakışlarla, resimlerle bezersin. 2920
- تو یکی قصر و سرایی ساختی ** اندرو صد نقش خوش افراختی