- Fakat bu gidişin böyle olması lâzım ki onların hepsi,delillerle yollarının doğruluğuna kanmadalar.
- چونک مقضی بد دوام آن روش ** میدهدشان از دلایل پرورش
- Kimsenin, hasmın müşkül suallerini cevapsız bırakmaması, düşmanın devlet ve ikbalinden mahcup olması, o devleti görmemesi lâzım ki,
- تا نگردد ملزم از اشکال خصم ** تا بود محجوب از اقبال خصم
- Bu yetmiş iki fırka, kıyamete kadar âlemde kalsın.
- تا که این هفتاد و دو ملت مدام ** در جهان ماند الی یوم القیام
- Çünkü bu âlem, karanlıklar ve gayb âlemidir. Gölge için bir yeryüzü lâzım. 3220
- چون جهان ظلمتست و غیب این ** از برای سایه میباید زمین
- Kıyamete dek şu yetmiş iki fırka kalmadı ki bid'at yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin .
- تا قیامت ماند این هفتاد و دو ** کم نیاید مبتدع را گفت و گو
- Değerli olan hazinenin birçok kilitleri olur. Hazinenin değeri bundan anlaşılır.
- عزت مخزن بود اندر بها ** که برو بسیار باشد قفلها
- Maksadın yüceliği de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından, yolda aşılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.
- عزت مقصد بود ای ممتحن ** پیچ پیچ راه و عقبه و راهزن
- Kâbenin şerefi, o sıkıntılarda, çöl Araplarının yol kesiciliğinde ve çölün uzunluğundadır.
- عزت کعبه بود و آن نادیه ** رهزنی اعراب و طول بادیه
- İyi olan her gidişin, her yolun bir tehlikesi, bir manii, bir yol kesiciliği vardır. 3225
- هر روش هر ره که آن محمود نیست ** عقبهای و مانعی و رهزنیست
- Bu gidiş, öbürüne hasededer, düşman kesilir. Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır.
- این روش خصم و حقود آن شده ** تا مقلد در دو ره حیران شده
- Her iki yolun doğruluğu, yürüyüşte birbirine zıd görünür. Her fırka, kendi yolunda hoştur, o yoldan memnundur.
- صدق هر دو ضد بیند در روش ** هر فریقی در ره خود خوش منش
- Bir yolun yolcusu, cevap vermezse kavgaya girişir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmiş, böyle gider.
- گر جوابش نیست میبندد ستیز ** بر همان دم تا به روز رستخیز
- Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız, buna cevap verebilir der.
- که مهان ما بدانند این جواب ** گرچه از ما شد نهان وجه صواب
- Vesvesenin ağzını bağlıyan, ancak aşktır.Yoksa vesveseyi kim bağlıyabilmistir ki? 3230
- پوزبند وسوسه عشقست و بس ** ورنه کی وسواس را بستست کس
- Yüzü güzel dilber ara da âşık ol. Dere dere dolan, bir su kuşu tut.
- عاشقی شو شاهدی خوبی بجو ** صید مرغابی همیکن جو بجو
- Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın?
- کی بری زان آب کان آبت برد ** کی کنی زان فهم فهمت را خورد
- Şu akılla anlaşılacak şeylerden başka aşkta, akılla anlaşılacak daha nice parlak ve güzel şeyler vardır.
- غیر این معقولها معقولها ** یابی اندر عشق با فر و بها
- Tanrı'da senin bu aklından başka akıllar var ki gökyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer.
- غیر این عقل تو حق را عقلهاست ** که بدان تدبیر اسباب سماست
- Rızıklarını bu akılla elde dersin. Öbür akla gelince: Onunla yedi kat gökleri, kendine bir döşeme yaparsın. 3235
- که بدین عقل آوری ارزاق را ** زان دگر مفرش کنی اطباق را
- Tanrı sevgisine düşer, aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hattâ yedi yüzünü ihsan eder.
- چون ببازی عقل در عشق صمد ** عشر امثالت دهد یا هفتصد
- O kadındır, akıllarıyle oynadılar da Yusuf'un aşk sayvanına sıçradılar.
- آن زنان چون عقلها درباختند ** بر رواق عشق یوسف تاختند
- Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı, ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.
- عقلشان یکدم ستد ساقی عمر ** سیر گشتند از خرد باقی مرد
- Ululuk ıssı Tanrı'nın güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı adam, o güzelliğe feda ol.
- اصل صد یوسف جمال ذوالجلال ** ای کم از زن شو فدای آن جمال
- Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerde insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetişen biri? 3240
- عشق برد بحث را ای جان و بس ** کو ز گفت و گو شود فریاد رس
- O söze aşk yüzünden bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz.
- حیرتی آید ز عشق آن نطق را ** زهره نبود که کند او ماجرا
- Çünkü bir cevap verirse içindeki incinin düşeceğinden korkar.
- که بترسد گر جوابی وا دهد ** گوهری از لنج او بیرون فتد
- O, hayırdan da adamakıllı dudağını yummuştur,, serden de. Ağzından incinin düşeceğinden ürker.
- لب ببندد سخت او از خیر و شر ** تا نباید کز دهان افتد گهر
- Nitekim Peygamber'in dostu da demiştir ki: Peygamber, bize bir şeyden haber verdi, bir şey söyledi mi..
- همچنانک گفت آن یار رسول ** چون نبی بر خواندی بر ما فصول
- O seçilmiş Peygamber, bu incileri saçtığı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi. 3245
- آن رسول مجتبی وقت نثار ** خواستی از ما حضور و صد وقار
- Hani başında bir kuş olur da uçmasın diye canin titrer.
- آنچنان که بر سرت مرغی بود ** کز فواتش جان تو لرزان شود
- Yerinden bile kımıldamaz,o güzelim kuş havalanmasın dersin.
- پس نیاری هیچ جنبیدن ز جا ** تا نگیرد مرغ خوب تو هوا
- Nefes alma,öksürüğün bile gelse kendini sıkar,o devlet kuşu uçar diye korkundan öksürmezsin bile.
- دم نیاری زد ببندی سرفه را ** تا نباید که بپرد آن هما
- O sırada birisi sana tatlı,yahut acı bir söz söylese ağzına parmağını kor,sus demek istersin.
- ور کست شیرین بگوید یا ترش ** بر لب انگشتی نهی یعنی خمش
- İşte o kuş hayrettir,seni susturur.Tencerenin ağzını kapatır,seni kaynatmaya başlar. 3250
- حیرت آن مرغست خاموشت کند ** بر نهد سردیگ و پر جوشت کند
- Padişahın,Eyaz'ı söyletmek üzere mahsus 'Bunca gamı,neşeyi,cansız bir şey olan çarıkla pöstekiye neden söylersin?'diye sordu
- پرسیدن پادشاه قاصدا ایاز را کی چندین غم و شادی با چارق و پوستین کی جمادست میگویی تا ایاز را در سخن آورد
- Ey Eyaz,bir çarık parçasına şu sevgi nedir?Neden bir put gibi ona aşıksın?
- ای ایاز این مهرها بر چارقی ** چیست آخر همچو بر بت عاشقی
- Mecnun gibi kendi Leyla’ndan yüzünü çevirmişsin de bir çarığı kendine din,iman edinmişsin.
- همچو مجنون از رخ لیلی خویش ** کردهای تو چارقی را دین و کیش
- با دو کهنه مهر جان آمیخته ** هر دو را در حجرهای آویخته
- İki eski çarığa niceye kadar bir taze sözler söyleyerek,cansız bir şeye ezeli sırrı açacaksın?
- چند گویی با دو کهنه نو سخن ** در جمادی میدمی سر کهن
- Ey ayaz,Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine,oralardaki döküntülere uzun uzun hitap ediyorsun. 3255
- چون عرب با ربع و اطلال ای ایاز ** میکشی از عشق گفت خود دراز
- Çarığın göçüp giden hangi sevgilinden kalma?Pöstekin,sanki Yusuf'un gömleği!
- چارقت ربع کدامین آصفست ** پوستین گویی که کرتهی یوسفست
- Hıristiyan,gibi hani..gider de keşişe bir yıllık suçunu,yaptığı zinaları,kalbinden geçirdiği kötülükleri sayıp döker.
- همچو ترسا که شمارد با کشش ** جرم یکساله زنا و غل و غش
- Keşiş,suçunu bağışladı mı,onun affını Tanrı affı bilir.
- تا بیامرزد کشش زو آن گناه ** عفو او را عفو داند از اله
- Halbuki o papaz,ne suç bilir,ne adalet.Ama aşk ve inanış,pek kudretli bir sihirbazdır.
- نیست آگه آن کشش از جرم و داد ** لیک بس جادوست عشق و اعتقاد
- Dostluk ve vehim,yüzlerce Yusuf yaratır.Büyü zaten Harut'la Murat'tan kalmadır. 3260
- دوستی و وهم صد یوسف تند ** اسحر از هاروت و ماروتست خود
- İnsan,sevgilinin hatırasiyle bir suret yaratır.O suretin çekişi,seni dedikoduya sevk eder.
- صورتی پیدا کند بر یاد او ** جذب صورت آردت در گفت و گو
- Suretin önüne varır,yüz binlerce sır dökersin,dostun dosta sır söylemesi gibi.
- رازگویی پیش صورت صد هزار ** آن چنان که یار گوید پیش یار
- Halbuki orada ne bir suret vardır ,ne bir heykel.Öyle olduğu halde ondan yüzlerce Elest duyulur,bundan yüzlerce Bela.
- نه بدانجا صورتی نه هیکلی ** زاده از وی صد الست و صد بلی
- Nitekim gönlü yaralı bir ana da yeni ölmüş yavrusunun yanına,
- آن چنان که مادری دلبردهای ** پیش گور بچهی نومردهای
- Candan yürekler sırlar söyler.O cansız toprak,ona diri görünür. 3265
- رازها گوید به جد و اجتهاد ** مینماید زنده او را آن جماد
- O toprağı diri ve canlı sanır,o toprak yığınının gözü,kulağı vardır zannına kapılır.
- حی و قایم داند او آن خاک را ** چشم و گوشی داند او خاشاک را