English    Türkçe    فارسی   

5
3253-3302

  • با دو کهنه مهر جان آمیخته ** هر دو را در حجره‌ای آویخته
  • İki eski çarığa niceye kadar bir taze sözler söyleyerek,cansız bir şeye ezeli sırrı açacaksın?
  • چند گویی با دو کهنه نو سخن  ** در جمادی می‌دمی سر کهن 
  • Ey ayaz,Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine,oralardaki döküntülere uzun uzun hitap ediyorsun. 3255
  • چون عرب با ربع و اطلال ای ایاز  ** می‌کشی از عشق گفت خود دراز 
  • Çarığın göçüp giden hangi sevgilinden kalma?Pöstekin,sanki Yusuf'un gömleği!
  • چارقت ربع کدامین آصفست  ** پوستین گویی که کرته‌ی یوسفست 
  • Hıristiyan,gibi hani..gider de keşişe bir yıllık suçunu,yaptığı zinaları,kalbinden geçirdiği kötülükleri sayıp döker.
  • هم‌چو ترسا که شمارد با کشش  ** جرم یکساله زنا و غل و غش 
  • Keşiş,suçunu bağışladı mı,onun affını Tanrı affı bilir.
  • تا بیامرزد کشش زو آن گناه  ** عفو او را عفو داند از اله 
  • Halbuki o papaz,ne suç bilir,ne adalet.Ama aşk ve inanış,pek kudretli bir sihirbazdır.
  • نیست آگه آن کشش از جرم و داد  ** لیک بس جادوست عشق و اعتقاد 
  • Dostluk ve vehim,yüzlerce Yusuf yaratır.Büyü zaten Harut'la Murat'tan kalmadır. 3260
  • دوستی و وهم صد یوسف تند  ** اسحر از هاروت و ماروتست خود 
  • İnsan,sevgilinin hatırasiyle bir suret yaratır.O suretin çekişi,seni dedikoduya sevk eder.
  • صورتی پیدا کند بر یاد او  ** جذب صورت آردت در گفت و گو 
  • Suretin önüne varır,yüz binlerce sır dökersin,dostun dosta sır söylemesi gibi.
  • رازگویی پیش صورت صد هزار  ** آن چنان که یار گوید پیش یار 
  • Halbuki orada ne bir suret vardır ,ne bir heykel.Öyle olduğu halde ondan yüzlerce Elest duyulur,bundan yüzlerce Bela.
  • نه بدانجا صورتی نه هیکلی  ** زاده از وی صد الست و صد بلی 
  • Nitekim gönlü yaralı bir ana da yeni ölmüş yavrusunun yanına,
  • آن چنان که مادری دل‌برده‌ای  ** پیش گور بچه‌ی نومرده‌ای 
  • Candan yürekler sırlar söyler.O cansız toprak,ona diri görünür. 3265
  • رازها گوید به جد و اجتهاد  ** می‌نماید زنده او را آن جماد 
  • O toprağı diri ve canlı sanır,o toprak yığınının gözü,kulağı vardır zannına kapılır.
  • حی و قایم داند او آن خاک را  ** چشم و گوشی داند او خاشاک را 
  • پیش او هر ذره‌ی آن خاک گور  ** گوش دارد هوش دارد وقت شور 
  • Onca o toprağın her zerresi duyar,o coştu mu,feryadını iştir,anlar.
  • مستمع داند به جد آن خاک را  ** خوش نگر این عشق ساحرناک را 
  • Ana,çocuğunun yeni mezarının toprağına anbean gözyaşlarıyla kapanır,yüzünü,gözünü sürer.
  • آنچنان بر خاک گور تازه او  ** دم‌بدم خوش می‌نهد با اشک رو 
  • Oğlu diriyken bile o canının canına, o can yavrusuna asla böyle yüzünü,gözünü sürmemiştir. 3270
  • که بوقت زندگی هرگز چنان  ** روی ننهادست بر پور چو جان 
  • Fakat bu ölümden birkaç gün geçti mi sevgisinin ateşi yatışır.
  • از عزا چون چند روزی بگذرد  ** آتش آن عشق او ساکن شود 
  • Ölüye karşı aşk ebedi olmaz ki.Sen,cana canlar katan diriyi sev.
  • عشق بر مرده نباشد پایدار  ** عشق را بر حی جان‌افزای دار 
  • Bu acı geçti mi o mezarın karşısında durmaktan yorgunluk gelir,uykusu gelir.Cansız bir şeyden ancak cansız bir şey doğar.
  • بعد از آن زان گور خود خواب آیدش  ** از جمادی هم جمادی زایدش 
  • Çünkü aşk,afsununu çalmış,gitmiştir.Ateş sönüverdi mi kül almıştır.
  • زانک عشق افسون خود بربود و رفت  ** ماند خاکستر چو آتش رفت تفت 
  • Gencin aynada gördüğünü ihtiyar,tamamiyle kerpiçte görür. 3275
  • آنچ بیند آن جوان در آینه  ** پیر اندر خشت می‌بیند همه 
  • Pir,senin aşkındır,sakalı da ak olan değil.Pir,yüz binlerce ümitsizin elinden tutandır.
  • پیر عشق تست نه ریش سپید  ** دستگیر صد هزاران ناامید 
  • Aşk,ayrılık aleminde suretler düzer.Fakat insan,hakiki sevgiliyle buluştu mu tasavvur bile edilmiyen,tasvire bile sığmayan hakikat meydana çıkar da,
  • عشق صورتها بسازد در فراق  ** نامصور سر کند وقت تلاق 
  • Der ki:Aklın ve akıllının da aslının aslı benim,sarhoşun da.Suretlerdeki o güzellik,bizim aksimizdir.
  • که منم آن اصل اصل هوش و مست  ** بر صور آن حسن عکس ما بدست 
  • Şimdi perdelerini kaldırarak,güzelliğimizi vasıtasız gösterdik.
  • پرده‌ها را این زمان برداشتم  ** حسن را بی‌واسطه بفراشتم 
  • Çünkü benim aksimle çok uğraştın,nihayet zatının tecrit kuvvetini buldun. 3280
  • زانک بس با عکس من در بافتی  ** قوت تجرید ذاتم یافتی 
  • Bu taraftan benim cezbem gelince Hıristiyan,arada papazı görmez.
  • چون ازین سو جذبه‌ی من شد روان  ** او کشش را می‌نبیند در میان 
  • Halbuki o,papaz perdesinin ardındaki Tanrı lutfundan bağışlanmasını,o lutuftan cürüm ve hatanın yargılanmasını,diler.
  • مغفرت می‌خواهد از جرم و خطا  ** از پس آن پرده از لطف خدا 
  • Bir taştan bir kaynak çıkıp aksa taş,artık o akar suyun içinde gizli kalır.
  • چون ز سنگی چشمه‌ای جاری شود  ** سنگ اندر چشمه متواری شود 
  • Ondan sonra artık kimse ona taş demez.Çünkü o taştan o inci çıkıp akmaktadır.
  • کس نخواهد بعد از آن او را حجر  ** زانک جاری شد از آن سنگ آن گهر 
  • Bu suretleri kaseler bil.Bu kaselere,Hak ne dökerse o dolar. 3285
  • کاسه‌ها دان این صور را واندرو  ** آنچ حق ریزد بدان گیرد علو 
  • Mecnun'a akrabasının "Leyla'nın güzelliği pek o kadar fazla değil. Şehrimizde ondan daha güzel nice kızlar var. Sana bir tanesini,iki tanesini gösterelim de içlerinden birini seç,bizi de bu dertten kurtar,kendini de"demeleri.Mecnun'un onlara cevap vermesi.
  • گفتن خویشاوندان مجنون را کی حسن لیلی باندازه‌ایست چندان نیست ازو نغزتر در شهر ما بسیارست یکی و دو و ده بر تو عرضه کنیم اختیار کن ما را و خود را وا رهان و جواب گفتن مجنون ایشان را 
  • Ahmaklar, bilgisizliklerinden Mecnun'a dediler ki:Leyla,pek o kadar ahım şahım bir şey değil.
  • ابلهان گفتند مجنون را ز جهل  ** حسن لیلی نیست چندان هست سهل 
  • Şehrimizde ondan daha güzel ay gibi yüz binlerce kız var.
  • بهتر از وی صد هزاران دلربا  ** هست هم‌چون ماه اندر شهر ما 
  • Mecnun dedi ki:Suret testidir,güzellik şarap,Tanrı,bana onun suretinden şarap içirmede.
  • گفت صورت کوزه است و حسن می  ** می خدایم می‌دهد از نقش وی 
  • Halbuki onun testisinde size sirke verdi de onun için onun sevgisi,sizin kulağınızı tutup çekmede.
  • مر شما را سرکه داد از کوزه‌اش  ** تا نباشد عشق اوتان گوش کش 
  • Tanrı,bir testiden hem zehir verir,hem bal.Onu,buna veren de ulu Tanrı'dır,bunu,şuna veren de. 3290
  • از یکی کوزه دهد زهر و عسل  ** هر یکی را دست حق عز و جل 
  • Testiyi görüyorsun ama o şarap,doğru olmayan göze görünmez.
  • کوزه می‌بینی ولیکن آب شراب  ** روی ننماید به چشم ناصواب 
  • Can zevki,ehlinden başkasını bakmaz,hısmından başkasına nişane vermez.
  • قاصرات الطرف باشد ذوق جان  ** جز به خصم خود بنماید نشان 
  • O şarap,ehlinden başkasını görmez.Şu zarf hicapleriyse onu gizliyen çadırlara benzer.
  • قاصرات الطرف آمد آن مدام  ** وین حجاب ظرفها هم‌چون خیام 
  • O deniz,bir çadırdır ki onun içinde kaz yaşar.Fakat kuzgunlar ölürler.
  • هست دریا خیمه‌ای در وی حیات  ** بط را لیکن کلاغان را ممات 
  • Zehir,yılana gıdadır,azıktır.Ondan başkasınaysa yılanın zehiri,derttir,ölümdür. 3295
  • زهر باشد مار را هم قوت و برگ  ** غیر او را زهر او دردست و مرگ 
  • Her nimetin,her mihnetin suresi,bana cennettir,ona cehennem.
  • صورت هر نعمتی و محنتی  ** هست این را دوزخ آن را جنتی 
  • Şu halde gördüğünüz bütün cisimlerle bütün eşyada hem gıda vardır,hem zehir,fakat siz görmezsiniz.
  • پس همه اجسام و اشیا تبصرون  ** واندرو قوتست و سم لاتبصرون 
  • Her cisim,bir kaseye,bir testiye benzer.Onda hem gıda vardır,hem gönül yakıcı bir hassa.
  • هست هر جسمی چو کاسه و کوزه‌ای  ** اندرو هم قوت و هم دلسوزه‌ای 
  • Kase meydandadır,içindeki gıda gizli.O kaseden ne yediğini,yalnız yiyen bilir.
  • کاسه پیدا اندرو پنهان رغد  ** طاعمش داند کزان چه می‌خورد 
  • Yusuf'un sureti,güzel bir kadehti.Babası o kadehten yüzlerce neşe şarabı içerdi. 3300
  • صورت یوسف چو جامی بود خوب  ** زان پدر می‌خورد صد باده‌ی طروب 
  • Fakat kardeşleri,ondan zehirli bir su içtiler de bu yüzden öfkeleri,kinleri arttı.
  • باز اخوان را از آن زهراب بود  ** کان دریشان خشم و کینه می‌فزود 
  • Sonra yine Zeliha,şekerler yedi,aşktan bir başka çeşit afyon yuttu.
  • باز از وی مر زلیخا را سکر  ** می‌کشید از عشق افیونی دگر