English    Türkçe    فارسی   

5
343-392

  • Pişmanlıkla, hararetle çırpınıp dururlar. Gözlerinin bağı olmasına, böylece bir havaya körcesine düşmelerine ah ederler.
  • Mum da ben yandım, seni yanmadan, cefa ve elemden nasıl kurtarabilirdim? der.
  • Mum da ağlaya ağlaya der ki: Benim bile başım yandı, artık başkasını nasıl aydınlatabilirim? 345
  • “Ey hasret, hazır ol o kullara ki” ayetinin tefsiri
  • O “Senin ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm” der.
  • Mum sönmüş, şarap bitmiş, sevgili de bizim eğri görüşümüzden utanmış, dalgalara batmış, gömülmüştür.
  • Faydalar, ziyanın ve helakin ta kendisi olmuştur. Artık, körlükten Allahya şikayet et dur.
  • Halbuki ne güzeldir inanılır müslüman, iman sahibi ve ibadet edip duran kardeşlerin ruhları.
  • Herkes bir yana yüz tutmuştur. O azizlerse hiç yanda olmayana yüz çevirmişlerdir. 350
  • Her güvercin bir yana uçmuştur, bu güvercinse cihetsizlik tarafına!
  • Biz ne hava kuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir.
  • Onun için rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise dikmemiz elbiseyi yırtmaktır!
  • Fereciye önce fereci denmesinin sebebi
  • Sofinin biri bir iç sıkıntısına uğradı, cüppesinin önünü yırttı, ondan sonra ferahladı.
  • O yırtık cüppeye fereci (ferahlık) adını koydu. Bu lâkap, o kurtulmuş adamdan sonra yayıldı. 355
  • Yayıldı ama safını şeyh aldı, götürdü, halka tortudan ibaret olan adı kaldı.
  • Böylece her şeyin bir saf ve tortusuz tarafı vardır, adını da tortu gibi aleme bırakmıştır.
  • Kim toprak yemeyi adet edinmişse tortuya yapışmıştır. Sofi ise hemencecik safın bulunduğu tarafa gider.
  • Elbette tortunun bir safı vardır der ve gönül, bu delaletle saflığa varır, ulaşır.
  • Tortu güçlüktür, safı da kolaylığı. Saf, hurmaya benzer, tortu da hurma çağlasına. 360
  • Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidini kesme. Bu ölümden sonra hayata yol var.
  • Oğul ferahlamak istiyorsan cüppeni yırt da o saflıktan hemencecik baş çıkarsın.
  • Sofi saflığı dileyen kişidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle, yavaş yavaş yürümekle olmaz.
  • Fakat bu alçak ve aşağılık kişilerce sofuluk, terzilikten ve oğlancılıktan ibarettir.
  • Fakat o saflık, o iyi ad, san hayaliyle bu renge bürünmek de iyidir ama, 365
  • O hayalle asla kadar gitmek şartıyla. Kat kat hayale tapanlar gibi değil.
  • Hayal, seni güzellik otağının çevresine sokulmaktan men eden gayret çavuşudur.
  • O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi, sana, dur, der.
  • Ancak kulağı delik ve anlayışlı kişiyi durdurmaz. Çünkü o, Allah yardımı askerine sığınmış, o sayede coşup köpürmüştür.
  • O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padişahlık taslar. Padişahın nişane olarak verdiği oku gösterir, yoluna gider. 370
  • Allahm, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir ok ver.
  • Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
  • Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var. Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri yalar dururlar.
  • Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
  • Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz? 375
  • Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
  • Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
  • Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana geliyor.
  • Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”
  • Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk! 380
  • Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
  • Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
  • Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
  • Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
  • Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki! 385
  • Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
  • Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
  • Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
  • Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.
  • Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıştır da, 390
  • Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Allahm, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
  • Caizse yokluktan feryat ediyor, yokluğu anlatmaya çalışıyorum. Caiz değilse işte sustum.