English    Türkçe    فارسی   

5
3436-3485

  • O da faydasız değildir, ondan da ciğerler tazelenir. Fakat yeşillik çavuşu da değildir, yeşillik padişahı da değil.
  • نیست ضایع زو شود تازه جگر  ** لیک نبود پیک و سلطان خضر 
  • Eyaz, senin yıldızın, pek yücedir. Her burç, ona durak olamaz.
  • ای ایاز استاره‌ی تو بس بلند  ** نیست هر برجی عبورش را پسند 
  • Himmetin öyle her vefayı beğenir, saflığın, öyle her saflığı seçip kabul eder mi hiç?
  • هر وفا را کی پسندد همتت  ** هر صفا را کی گزیند صفوتت 
  • Bir beyin, kölesine, git, şarap getir demesi. Köle şarap testisiyle şarap getirirken doğrulukla emreden bir zahidin, yolda bir taşla testiyi kırması. Emîrin, duyunca zahidi tedibe gitmesi. Bu vak'a Isa aleyhisselâm zamanında oldu. O vakit daha şarap haram edilmemişti. Fakat zahit, takva göstermede ve halkı zevkten alıkoymaktaydı
  • حکایت آن امیر کی غلام را گفت کی می بیار غلام رفت و سبوی می آورد در راه زاهدی بود امر معروف کرد زد سنگی و سبو را بشکست امیر بشنید و قصد گوشمال زاهد کرد و این قصد در عهد دین عیسی بود علیه‌السلام کی هنوز می حرام نشده بود ولیکن زاهد تقزیزی می‌کرد و از تنعم منع می‌کرد 
  • Neşeli ve şaraba düşkün bir bey vardı.Her mahmurun, her çaresiz kişinin sığındığı bir zattı.
  • بود امیری خوش دلی می‌باره‌ای  ** کهف هر مخمور و هر بیچاره‌ای 
  • Esirgeyici, yoksulları korur, adaletli, altınlar, inciler bağışlayıcı, deryadil bir adamdı. 3440
  • مشفقی مسکین‌نوازی عادلی  ** جوهری زربخششی دریادلی 
  • Erlerin padişahı, inanmış adamların beyi, yol bilir,sırdan anlar, dostlarını görür gözetir bir zattı.
  • شاه مردان و امیرالمومنین  ** راه‌بان و رازدان و دوست‌بین 
  • İsa'nın zamanı, Mesih'in devriydi. Halkın gönlünü alan, kimseyi incitmemeye gayret eden o güzel beye,
  • دور عیسی بود و ایام مسیح  ** خلق دلدار و کم‌آزار و ملیح 
  • Bir gece ansızın konuk geldi. O konuk da onun gibi hoş ve iyi bir beydi.
  • آمدش مهمان بناگاهان شبی  ** هم امیری جنس او خوش‌مذهبی 
  • Neşelensinler diye şarap içmek istediler. O zaman şarap helâldi.
  • باده می‌بایستشان در نظم حال  ** باده بود آن وقت ماذون و حلال 
  • Şarapları azdı, dedi ki: Köle, yürü, testiyi doldur,bize şarap getir. 3445
  • باده‌شان کم بود و گفتا ای غلام  ** رو سبو پر کن به ما آور مدام 
  • Filân keşişte halis şarap var. Ondan al da canımız, ileri gelenlerin derdinden de halâs olsun, halkın derdinden de.
  • از فلان راهب که دارد خمر خاص  ** تا ز خاص و عام یابد جان خلاص 
  • O keşişin şarabının bir katrası, binlerce testi, binlerce küp şarabın yaptığını yapar.
  • جرعه‌ای زان جام راهب آن کند  ** که هزاران جره و خمدان کند 
  • O şarapta gizli bir maya var, nitekim bazı erler vardır ki aba altında sultandır onlar.
  • اندر آن می مایه‌ی پنهانی است  ** آنچنان که اندر عبا سلطانی است 
  • Sen, paramparça hırkaya az bak. Anlaşılmasın diye altının da yüzünü karartırlar.
  • تو بدلق پاره‌پاره کم نگر  ** که سیه کردند از بیرون زر 
  • Lâal, görünüşte buğulu görünür ama kötü göz,onu beğenmesin diyedir bu. 3450
  • از برای چشم بد مردود شد  ** وز برون آن لعل دودآلود شد 
  • Hazine ve mücevherat, ev içinde olur mu hiç? hazineler, daima yıkık yerlerdedir.
  • گنج و گوهر کی میان خانه‌هاست  ** گنجها پیوسته در ویرانه‌هاست 
  • Adem'in hazinesi de yıkık yere gömülmüştü de bu yüzden o melun Şeytan’ın gözü,onu görmedi.
  • گنج آدم چون بویران بد دفین  ** گشت طینش چشم‌بند آن لعین 
  • O, toprağa hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmuştur demedeydi.
  • او نظر می‌کرد در طین سست سست  ** جان همی‌گفتش که طینم سد تست 
  • Köle, iki testi alıp yola düştü. Derhal keşişlerin manastırına vardı.
  • دو سبو بستد غلام و خوش دوید  ** در زمان در دیر رهبانان رسید 
  • Altını verip o altın gibi şarabı aldı. Taşı verip karşılığında gevheri satın aldı. 3455
  • زر بداد و باده‌ی چون زر خرید  ** سنگ داد و در عوض گوهر خرید 
  • O şarabi ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar.
  • باده‌ای که آن بر سر شاهان جهد  ** تاج زر بر تارک ساقی نهد 
  • O şarabi ki fitneler, kargaşalıklar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar.
  • فتنه‌ها و شورها انگیخته  ** بندگان و خسروان آمیخته 
  • O şarabi ki kemikleri eritir de tamamiyle can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur.
  • استخوانها رفته جمله جان شده  ** تخت و تخته آن زمان یکسان شده 
  • Ayıkken kulla padişah suyla yağ gibidir ama sarhoşluk vaktinde tendeki cana dönerler.
  • وقت هشیاری چو آب و روغنند  ** وقت مستی هم‌چو جان اندر تنند 
  • Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat bu makama varıp gark olmıyan bunu fark edemez. 3460
  • چون هریسه گشته آنجا فرق نیست  ** نیست فرقی کاندر آنجا غرق نیست 
  • İşte o köle, bu çeşit şarap almış, o adı sanı güzel beyin köşküne gitmekteydi.
  • این چنین باده همی‌برد آن غلام  ** سوی قصر آن امیر نیک‌نام 
  • Yolda gamlar görmüş, beyni kuru, belâlara bürünmüş bir zahit, önüne çıkıverdi.
  • پیشش آمد زاهدی غم دیده‌ای  ** خشک مغزی در بلا پیچیده‌ای 
  • Zahidin bedeni, gönül ateşleriyle yanmış, evini Tanrı'dan başka her şeyden silip süpürmüştü.
  • تن ز آتشهای دل بگداخته  ** خانه از غیر خدا پرداخته 
  • Nice çaresiz mihnetlere uğramış, binlerce dağlar üstüne dağlar yakmıştı.
  • گوشمال محنت بی‌زینهار  ** داغها بر داغها چندین هزار 
  • Her an gönlü, savaşlara düşmü, gece gündüz riyazatlara sarılmıştı. 3465
  • دیده هر ساعت دلش در اجتهاد  ** روز و شب چفسیده او بر اجتهاد 
  • Yıllarca, aylarca kanlara batmış, topraklara bulanmıştı. Gece yarısı o köleyi görünce.
  • سال و مه در خون و خاک آمیخته  ** صبر و حلمش نیم‌شب بگریخته 
  • Dedi ki: Testilerdeki nedir? Köle şarap dedi. Zahit, kimin, kime götürüyorsun? diye sordu.
  • گفت زاهد در سبوها چیست آن  ** گفت باده گفت آن کیست آن 
  • Köle, o ulu beyin dedi. Zahit dedi ki: Tânrı'yı dileyen kişinin ameli böyle mi olur?
  • گفت آن آن فلان میر اجل  ** گفت طالب را چنین باشد عمل 
  • Hem Tanrı'yı istiyor, hem de içip eğleniyor ha! Şeytan şarabı sonra da yarım akıl, öyle mi?
  • طالب یزدان و آنگه عیش و نوش  ** باده‌ی شیطان و آنگه نیم هوش 
  • Senin aklın, şarapsız böyle dağınık.. Aklına akıllar katmak gerek. 3470
  • هوش تو بی می چنین پژمرده است  ** هوشها باید بر آن هوش تو بست 
  • Ya sarhoş olunca aklin ne hale gelir ey bir kuş gibi sarhoşluk tuzağına tutulmuş adam?
  • تا چه باشد هوش تو هنگام سکر  ** ای چو مرغی گشته صید دام سکر 
  • Ziya-i Delk'ın boya çok uzundu. Kardeş! Şeyh-îislâm Tacı Belh'ise (ayet kıtaydı. Şey h-i İslâm,kardeşinden pek utanırdı.Ziya, bîr gün kardeşinin dersine geldi. Belh'in bütün ileri gelenleri oradaydı. Ziya, tapı kılıp geçti. Şeyh-i islâm, ona"öyle bir yarı kalktı. Bunun üzerine Ziya, evet dedi', çok uzun boylusun, boyundan bir parçacık çal!
  • حکایت ضیاء دلق کی سخت دراز بود و برادرش شیخ اسلام تاج بلخ به غایت کوتاه بالا بود و این شیخ اسلام از برادرش ضیا ننگ داشتی ضیا در آمد به درس او و همه صدور بلخ حاضر به درس او ضیا خدمتی کرد و بگذشت شیخ اسلام او را نیم قیامی کرد سرسری گفت آری سخت درازی پاره‌ای در دزد 
  • Ziya-i Delk, hazır cevap ve tatlı sözlü bir zattı. Şeyh-i islâm Tac-ı Belh'in kardeşiydi.
  • آن ضیاء دلق خوش الهام بود  ** دادر آن تاج شیخ اسلام بود 
  • Tac-ı Bel h, pek kısa boyluydu, âdeta bir kuşa benzerdi.
  • تاج شیخ اسلام دار الملک بلخ  ** بود کوته‌قد و کوچک هم‌چو فرخ 
  • Bütün bilgileri bilir, âlim faziletli bir adamdı ama Ziya, güzel söz söylemede ve nüktecilikte ondan üstündü.
  • گرچه فاضل بود و فحل و ذو فنون  ** این ضیا اندر ظرافت بد فزون 
  • O, pek kısaydı, Ziya da haddinden fazla uzun. Şeyhülislâm, pek nazlı, pek kibirli bir adamdı. 3475
  • او بسی کوته ضیا بی‌حد دراز  ** بود شیخ اسلام را صد کبر و ناز 
  • Bu kardeşinden utandı. Ziya da sözü tesirli bir vaizdi.
  • زین برادر عار و ننگش آمدی  ** آن ضیا هم واعظی بد با هدی 
  • Bir meclis günü, Ziya meclise geldi. Meclis, kadılarla, âlim ve temiz kişilerle doluydu.
  • روز محفل اندر آمد آن ضیا  ** بارگه پر قاضیان و اصفیا 
  • Şeyhülislâm, kibirinden kardeşine şöyle bir kalktı ve yine derhal yerine oturdu.
  • کرد شیخ اسلام از کبر تمام  ** این برادر را چنین نصف القیام 
  • Ziya, alınarak dedi ki: Çok uzun boylusun. Bari o selvi boyundan birazcığını çal!
  • گفت او را بس درازی بهر مزد  ** اندکی زان قد سروت هم بدزد 
  • Sende akıl nerde, fikir nerde ki ey bilgi düşmanı, tutup şarap içeceksin? 3480
  • پس ترا خود هوش کو یا عقل کو  ** تا خوری می ای تو دانش را عدو 
  • Yüzün pek güzel, bari biraz da çivit sür. Habeşin yüzüne, çivit, gülünç olur doğrusu.
  • روت بس زیباست نیلی هم بکش  ** ضحکه باشد نیل بر روی حبش 
  • A azgın, sende nur nerde ki kendinden geçiyor da karanlık arıyorsun.
  • در تو نوری کی درآمد ای غوی  ** تا تو بیهوشی و ظلمت‌جو شوی 
  • Gölgeyi gündüz ararlar. Sense bulutlu gecede tutmuş, gölge aramaya çıkmışsın.
  • سایه در روزست جستن قاعده  ** در شب ابری تو سایه‌جو شده 
  • Şarap, gıda için halka helâldir ama sevgiyi dileyenlere haramdır.
  • گر حلال آمد پی قوت عوام  ** طالبان دوست را آمد حرام 
  • Âşıkların şarabi gönül kanidir.Onların gözleri yolda,konaktadır. 3485
  • عاشقان را باده خون دل بود  ** چشمشان بر راه و بر منزل بود