English    Türkçe    فارسی   

5
3528-3577

  • Halbuki onun tuttuğu yolla sevgilinin vuslatı arasında ne uzun bir mesafe var. Çünkü o, baş aramıyor, reis olmayı istiyor.
  • زان رهش دورست تا دیدار دوست  ** کو نجوید سر رئیسیش آرزوست 
  • Bir an, Tanrıyle, nasibim bu hesapta hep zahmet mi diye âdeta didişmede..
  • ساعتی او با خدا اندر عتاب  ** که نصیبم رنج آمد زین حساب 
  • Bir an hep uçuyor, ele geçmiyor, bizim kolumuzu kanadımızı kırıyorsun diye bahtiyle kavga etmede. 3530
  • ساعتی با بخت خود اندر جدال  ** که همه پران و ما ببریده بال 
  • Kim, renge, kokuya mahpus kalırsa zahit olsa bile huyu iyi olmaz, dar canlıdır.
  • هر که محبوس است اندر بو و رنگ  ** گرچه در زهدست باشد خوش تنگ 
  • Bu daracık duraktan çıkmadıkça nasıl olur da ahlâkı düzelir, gönlü ferahlar?
  • تا برون ناید ازین ننگین مناخ  ** کی شود خویش خوش و صدرش فراخ 
  • Zahitlere, genişliğe çıkmadan yalnız bulundukları zaman bıçak ve ustura vermeye hiç gelmez.
  • زاهدان را در خلا پیش از گشاد  ** کارد و استره نشاید هیچ داد 
  • Darlıklarından, muratlarına eremediklerinden, dertlerinden karınlarını deşiverirler.
  • کز ضجر خود را بدراند شکم  ** غصه‌ی آن بی‌مرادیها و غم 
  • Mustafa aleyhisselâmın, Cebrail aleyhisselâmın geç görünmesi yüzünden daralıp kendisini Hıra dağından atmaya kalkışması ve Cebrail aleyhisselâmın kendini atma... önünde devletler var diye kendisini göstermesi
  • قصد انداختن مصطفی علیه‌السلام خود را از کوه حری از وحشت دیر نمودن جبرئیل علیه‌السلام خود را به وی و پیدا شدن جبرئیل به وی کی مینداز کی ترا دولتها در پیش است 
  • Mustafa'yı ayrılık derdi kapladı, daraldı mı, kendisini dağdan atmaya kalkardı. 3535
  • مصطفی را هجر چون بفراختی  ** خویش را از کوه می‌انداختی 
  • Cebrail, sakın yapma. Kün emrinde sana nice devletler takdir edilmiştir deyince,
  • تا بگفتی جبرئیلش هین مکن  ** که ترا بس دولتست از امر کن 
  • Yatışır, kendini atmaktan vazgeçerdi. Sonra yine ayrılık derdi gelip çattı mı,
  • مصطفی ساکن شدی ز انداختن  ** باز هجران آوریدی تاختن 
  • Yine gamdan, dertten bunaldı mı kendisini dağdan aşağı atmak isterdi.
  • باز خود را سرنگون از کوه او  ** می‌فکندی از غم و اندوه او 
  • Bu sefer Cebrail görünür, ey eşi olmayan Padişah, yapma bunu derdi.
  • باز خود پیدا شدی آن جبرئیل  ** که مکن این ای تو شاه بی‌بدیل 
  • Hicap keşfedilip de o inciyi koynunda buluncaya kadar bu haldeydi. 3540
  • هم‌چنین می‌بود تا کشف حجاب  ** تا بیابید آن گهر را او ز جیب 
  • Halk, her çeşit mihnetten ötürü kendini öldürüp dururken mihnetlerin aslı olan bu ayrılığı nasıl çeksin?
  • بهر هر محنت چو خود را می‌کشند  ** اصل محنتهاست این چونش کشند 
  • Halk, canını feda edene şaşar. Fakat bizim her birimiz fedayi huyluyuz.
  • از فدایی مردمان را حیرتیست  ** هر یکی از ما فدای سیرتیست 
  • Ne mutlu o kişiye ki bedenini, feda edilmeye değer bir dosta feda etmiştir.
  • ای خنک آنک فدا کردست تن  ** بهر آن کارزد فدای آن شدن 
  • Herkes, bir fennin, bir sanatın fedaisidir. Ömrünü o yolda sarf eder, ölüp gider.
  • هر یکی چونک فدایی فنیست  ** کاندر آن ره صرف عمر و کشتنیست 
  • İster doğularda olsun, ister batılarda, herkes, nihayet ölür. O zaman ne âşık kalır, ne maşuk! 3545
  • کشتنی اندر غروبی یا شروق  ** که نه شایق ماند آنگه نه مشوق 
  • Hiç olmazsa bu devletli, zaten şu hünere gönüllü, kendisini feda etmiş. Onun öldürülmesinde yüzlerce hayat var.
  • باری این مقبل فدای این فنست  ** کاندرو صد زندگی در کشتنست 
  • Âşık da onca ebedî, maşuk da, aşk da. İki âlemde de dileğine ermiş, iyi bir ad san kazanmış.
  • عاشق و معشوق و عشقش بر دوام  ** در دو عالم بهرمند و نیک‌نام 
  • Ey ulular, âşıklara acıyın. Onların şanı, helak olduktan sonra bile helak olmaya hazır bulunmaktır.
  • یا کرامی ارحموا اهل الهوی  ** شانهم ورد التوی بعد التوی 
  • Beyim, onun kabalığını affet. Onun derdine, betbahtlığına bak.
  • عفو کن ای میر بر سختی او  ** در نگر در درد و بدبختی او 
  • Onu affet de Tanrı da seni affetsin, suçlarını yarlıgasın. 3550
  • تا ز جرمت هم خدا عفوی کند  ** زلتت را مغفرت در آکند 
  • Sen de gafletle az testiler kırmamışsındır. Sen de affa ümit bağlamışsındır.
  • تو ز غفلت بس سبو بشکسته‌ای  ** در امید عفو دل در بسته‌ای 
  • Affet de ahrette sen de af edilesin. Kader, ceza vermede kılı kırk yarar.
  • عفو کن تا عفو یابی در جزا  ** می‌شکافد مو قدر اندر سزا 
  • Beyin, o şefaatçilere ve komşulara, neden küstahlık edip testiyi kırdı? Bu hususta şefaat kabul etmem. Onun cezasını vermeye yemin ettim diye cevap vermesi
  • جواب گفتن امیر مر آن شفیعان را و همسایگان زاهد را کی گستاخی چرا کرد و سبوی ما را چرا شکست من درین باب شفاعت قبول نخواهم کرد کی سوگند خورده‌ام کی سزای او را بدهم 
  • Bey dedi ki: O kim oluyor ki bizim testimize taş atıp kırıyor?
  • میر گفت او کیست کو سنگی زند  ** بر سبوی ما سبو را بشکند 
  • Benim civarımdan erkek aslan bile yüzlerce çekingenlikle, korka korka geçmede.
  • چون گذر سازد ز کویم شیر نر  ** ترس ترسان بگذرد با صد حذر 
  • Neden kulumuzun gönlünü incitti, bizi konuğumuzun yanında utandırdı? 3555
  • بنده‌ی ما را چرا آزرد دل  ** کرد ما را پیش مهمانان خجل 
  • Onun kanından daha değerli olan şarabı döktü de kadınlar gibi bizden kaçıp da gizlendi.
  • شربتی که به ز خون اوست ریخت  ** این زمان هم‌چون زنان از ما گریخت 
  • Fakat tut ki bir kuş gibi uçsun, benim elimden nerde canını kurtaracak?
  • لیک جان از دست من او کی برد  ** گیر هم‌چون مرغ بالا بر پرد 
  • Kahır okumla kanadını kırar, onun arda kalası kanadını koparırım.
  • تیر قهر خویش بر پرش زنم  ** پر و بال مردریگش بر کنم 
  • Benden kaçıp da bir katı taşın içine girse, gizlense yine onu tutar, o taşın içinden çıkarırım.
  • گر رود در سنگ سخت از کوششم  ** از دل سنگش کنون بیرون کشم 
  • Ona bir kılıç çalayım da bütün kaltabanlara ibret olsun! 3560
  • من برانم بر تن او ضربتی  ** که بود قوادکان را عبرتی 
  • Herkese yobazlık satsın, bu yetmiyormuş gibi bir de bize satmaya kalkışsın ha! Onun da cezasını şimdicik vereceğim, onun gibi yüz tanesinin de.
  • با همه سالوس با ما نیز هم  ** داد او و صد چو او این دم دهم 
  • Öyle kızmış, öyle kan dökülücüğü tutmuş ki ağzından ateş püskürüyordu.
  • خشم خون‌خوارش شده بد سرکشی  ** از دهانش می بر آمد آتشی 
  • Zahidin komşulariyle şefaatçilerinin ikinci defa olarak beyin eline, ayağına kapanarak yalvarmaları
  • دو بار دست و پای امیر را بوسیدن و لابه کردن شفیعان و همسایگان زاهد 
  • O şefaatçiler, onun o hay hayına karşı birçok defalar elini, ayağını öpüp,
  • آن شفیعان از دم هیهای او  ** چند بوسیدند دست و پای او 
  • Dediler ki: A beyim, sana kin gütmek yaraşmaz. Şarap dökülüp gittiyse ne çıkar? Sen şarapsız da hoşsun.
  • کای امیر از تو نشاید کین کشی  ** گر بشد باده تو بی‌باده خوشی 
  • Şarap, neşe sermayesini senden alır. Suyun letafeti senin letafetine imrenir. 3565
  • باده سرمایه ز لطف تو برد  ** لطف آب از لطف تو حسرت خورد 
  • Padişahlık et, ey merhamet sahibi, ey kerem sahibinin oğlu, kerem sahibinin oğlu kerem sahibi bağışla.
  • پادشاهی کن ببخشش ای رحیم  ** ای کریم ابن الکریم ابن الکریم 
  • Her şarap, bu boya, bu yüze kuldur. Bütün sarhoşlar sana haset ederler.
  • هر شرابی بنده‌ی این قد و خد  ** جمله مستان را بود بر تو حسد 
  • Senin, gül renkli şaraba hiç ihtiyacın yok. Gül rengini bırak, gül renklilik sensin zaten.
  • هیچ محتاج می گلگون نه‌ای  ** ترک کن گلگونه تو گلگونه‌ای 
  • Ey zühre'ye benziyen yüzü kuşluk güneşi olan, ey rengine karşı gül rengi yoksul bir hale gelen bey,
  • ای رخ چون زهره‌ات شمس الضحی  ** ای گدای رنگ تو گلگونه‌ها 
  • Şarap, küpte gizlice senin yüzünün iştiyakiyle kaynayıp coşar. 3570
  • باده کاندر خنب می‌جوشد نهان  ** ز اشتیاق روی تو جوشد چنان 
  • Sen baştanbaşa denizsin, ıslaklığı ne istersin ki? Sen, tamamiyle varlıksın, yokluğu ne ararsın ki?
  • ای همه دریا چه خواهی کرد نم  ** وی همه هستی چه می‌جویی عدم 
  • Ey parlak ay, tozu ne yapacaksın? Ay bile, senin yüzüne bakar da sararır.
  • ای مه تابان چه خواهی کرد گرد  ** ای که مه در پیش رویت روی‌زرد 
  • Sen hoşsun, güzelsin, her türlü hoşluğun madenisin. Neden şaraba minnet edersin ki?
  • تاج کرمناست بر فرق سرت  ** طوق اعطیناک آویز برت 
  • Başında "Biz insan oğullarını ululadık" tacı, boynunda "Biz sana kevser ırmağını verdik" gerdanlığı var.
  • تو خوش و خوبی و کان هر خوشی  ** تو چرا خود منت باده کشی 
  • İnsan cevherdir, gök ona arazdır. Her şey fer'idir, her şeyden maksat odur. 3575
  • جوهرست انسان و چرخ او را عرض  ** جمله فرع و پایه‌اند و او غرض 
  • Ey akıllar, tedbirler, fikirler kulu kölesi olan bey, mademki böylesin, kendini neden böyle ucuza satıyorsun?
  • ای غلامت عقل و تدبیرات و هوش  ** چون چنینی خویش را ارزان فروش 
  • Sana hizmet etmek, bütün varlık âlemine farzdır. Bir cevher, neden arazdan ihsan ister ki?
  • خدمتت بر جمله هستی مفترض  ** جوهری چون نجده خواهد از عرض