English    Türkçe    فارسی   

5
3589-3638

  • Onların canları, o neşeyi gördüğünden onlara bu neşeler, oyuncak görünmüştü.
  • Diri olan bir güzelliğe dostluk eden, artık ölüyü nasıl kucaklar? 3590
  • "Bilseniz ahiret, ebedî hayat yurdudur" âyetinin tefsiri. Yani o âlemin kapısı, duvarı, suyu, testisi, meyvası, ağacı hep diridir. Söz söyler ve söz duyar. Onun için Mustafa aleyhisselâm "Dünya bir leştir, onu istiyenler de köpeklerdir" buyurdu. Ahirette dirilik olmasaydı o da leş olurdu. Leşe, ölü olduğundan leş derler, pis kokusundan ve mundarlığından değil.
  • O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler.
  • Onlar, ölü olan cihanda oturmaz, dinlemezler. Çünkü ot, ancak hayvanlara lâyıktır.
  • Kim, gül bahçesinde meclis kurar, yurt tutarsa külhanda şarap içer mi hiç?
  • Pak ruhun makamı, illiyyin'dir. Pislikte yurt edinense kurttur.
  • Tanrı mahmuruna tertemiz şarap kadehi sunulur. Bu kör kuşlaraysa şu kara ve tuzlu su. 3595
  • Kime Ömer'in adaleti, el vermezse onca kanlı kaatil Haccac, âdildir.
  • Kızlara cansız bebekleri oyuncak diye verirler. Çünkü onlar, diri oyuncaktan bir şey anlamazlar ki.
  • Küçük erkek çocuklar, erliklerinden bir şey anlamazlar, güçleri kuvvetleri yoktur. Onun için onlara tahta kılıç daha yeğdir.
  • Kâfirler, peygamberlerin kiliselerde yapılmış olan resimleriyle kanaat ederler.
  • Fakat o ay parçaları, bizim için apaydın olduğundan resimlerine aldırış bile etmeyiz. 3600
  • Onların birer sureti, bu âlemdedir ama birer sureti de ay gibi gökyüzündedir.
  • Bu suretteki ağızları, onlarla düşüp kalkanla konuşur, nükteler söyler. O suretteki ağızları ise Tanrı ile konuşur.
  • Görünen kulak, bu sözü duyar, beller. Can kulağıysa Kün emrinin sırlarını işitir.
  • Ten gözü, insanın şeklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur.
  • Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur. 3605
  • İşte her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
  • Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir.
  • Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
  • Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
  • Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir? 3610
  • Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
  • Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
  • Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
  • O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
  • Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur. 3615
  • Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
  • Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
  • Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
  • "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
  • Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı. 3620
  • Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
  • Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
  • Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
  • Denizden sebepsiz bir hizmet karşılığı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
  • Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolaşmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırış etmemek gerek. 3625
  • Denizin etrafında dönüp dolaşmak ki Tanrı’nın lûtfu, bağışlaması gelip çatıversin de sararmış yüz, bir mücevher bularak kızarsın.
  • Yüzün sarı rengi, renklerin en iyisidir. Çünkü o yüze kavuşmayı beklemektedir.
  • Fakat bir adamın yüzünde parlayıp duran kırmızılık, o adamın canının, bulunduğuna kani olmasındandır.
  • Halbuki insanı zayıflatan, alçaltan, sarartıp solduran tamahtır. Bu solgunluk ve arıklık, bedene ait illetlerden değildir.
  • Hastalıksız bir sarı yüz görse Calinas'un bile aklı şaşar. 3630
  • Fakat tamahı bağladın mı Tanrı nurlarına dalarsın. Mustafa, bunun için "Tamaha düşenin nefsi alçalır" demiştir.
  • Gölgesiz nur, lâtiftir, yücedir. Kafes kafes vuran nura, bir kalburdan aksetmededir. O kafes şeklindeki gölge, kalburun gölgesidır.
  • Âşıklar, bedenlerinin çıplak olmasını isterler. Fakat erkekliği olmıyana ha elbise olmuş, ha olmamış!
  • O ekmek ve sofra, oruçlulara çıkar. At sineğine çorba nedir, tencere ne?
  • Padişahın Eyaz'a, halini söyle de müşküle düşenlerle seni kınayanların müşküllerini hallet. Onları bu müşkülde bırakmak erlik değildir diye bir kere daha emretmesi
  • Bu söz, hadde hesaba sığmaz... Ey Eyaz, sen şimdi ahvalini söyle. 3635
  • Senin ahvalin, bir yenilik madeninden meydana gelmede. Sen bu hallere nasıl razı olabilirsin ki?
  • Hadi, o güzel hallerini anlat da şu beş duyguyla altı cihet ahvalinin başına toprak saç!
  • iç ahvali, söze gelmiyorsa sana tek ve çift perdesi altında dış halini söyleyeyim: