English    Türkçe    فارسی   

5
3693-3742

  • Senin de gönlüne yeniden yeniye belâlar geldikçe o belâları güle güle karşıla.
  • فکر در سینه در آید نو به نو  ** خند خندان پیش او تو باز رو 
  • Ey yaradanım, beni o belânın şerrinden sakla bekle. O yüzden gelecek ihsanları bana haram etme, beni o lûtuflara kavuştur.
  • که اعذنی خالقی من شره  ** لا تحرمنی انل من بره 
  • Rabbim, uğradığım belâlara karşı lütfet de şükredeyim, geçip giderse ona hasret çekmeyeyim de. 3695
  • رب اوزعنی لشکر ما اری  ** لا تعقب حسرة لی ان مضی 
  • O suratı asık derdi koru. O acılığı şeker gibi tatlı say.
  • آن ضمیر رو ترش را پاس‌دار  ** آن ترش را چون شکر شیرین شمار 
  • Bulutun da görünüşte yüzü asıktır ama gül bahçesini bezer, çalı çırpıyı kırar.
  • ابر را گر هست ظاهر رو ترش  ** گلشن آرنده‌ست ابر و شوره‌کش 
  • Gamı bulut gibi bil de o asık suratlıya pek surat asmaya kalkışma.
  • فکر غم را تو مثال ابر دان  ** با ترش تو رو ترش کم کن چنان 
  • Belki o inci, elindedir, olur ya, Onun için çalış çabala da senden razı olsun.
  • بوک آن گوهر به دست او بود  ** جهد کن تا از تو او راضی رود 
  • Hattâ böyle olmasa bile bu huyu âdet edinir, o güzelim huyla huylanır, o huyu artırırsın da, 3700
  • ور نباشد گوهر و نبود غنی  ** عادت شیرین خود افزون کنی 
  • Başka yerlerde de böyle hareket edersin ve bir gün birdenbire muhtaç olduğun şeye erişiverirsin.
  • جای دیگر سود دارد عادتت  ** ناگهان روزی بر آید حاجتت 
  • Neşene mâni olan düşünce, Tann'nın emriyle, Tanrı'nın hikmetiyle gelir.
  • فکرتی کز شادیت مانع شود  ** آن به امر و حکمت صانع شود 
  • Sen ona felâket deme delikanlım. Belki bir yıldızdır, belki kutluluk kıranındadır.
  • تو مخوان دو چار دانگش ای جوان  ** بوک نجمی باشد و صاحب‌قران 
  • Sen ona feri deme, asıl tut da onunla daima maksadına eriş,'üstün çık.
  • تو مگو فرعیست او را اصل گیر  ** تا بوی پیوسته بر مقصود چیر 
  • Onu fer'i sayar, muzır tutarsan gözün, aslı gözler durur. 3705
  • ور تو آن را فرع گیری و مضر  ** چشم تو در اصل باشد منتظر 
  • Halbuki bekleyiş, çeşnide zehirdir âdeta. Bu gidişle daima ölüm halinde kalırsın.
  • زهر آمد انتظارش اندر چشش  ** دایما در مرگ باشی زان روش 
  • Onu asıl bil, kucakla da bekleyiş ölümünden kurtul.
  • اصل دان آن را بگیرش در کنار  ** بازره دایم ز مرگ انتظار 
  • Padişahın, Eyaz'a iltifatı
  • نواختن سلطان ایاز را 
  • Ey doğru özlü, daima yalvarıp yakarmada olan Eyaz, doğruluğun, denizden de artıktır, dağdan da!
  • ای ایاز پر نیاز صدق‌کیش  ** صدق تو از بحر و از کوهست بیش 
  • Ne istek zamanı bir hataya düşüyorsun, dağ gibi aklın saman gibi uçuyor..
  • نه به وقت شهوتت باشد عثار  ** که رود عقل چو کوهت کاه‌وار 
  • Ne öfke ve kin zamanı sabrın gevşeyip karar ve sebatını terk ediyor! 3710
  • نه به وقت خشم و کینه صبرهات  ** سست گردد در قرار و در ثبات 
  • Erlik budur işte. Yoksa adam, sakalla, aletle adam olmaz, öyle olsaydı eşeğin aleti erlerin padişahı olurdu.
  • مردی این مردیست نه ریش و ذکر  ** ورنه بودی شاه مردان کیر خر 
  • Tanrı, Kur'anda kimlere er dedi? Nerde bu beden, oraya varacak?
  • حق کرا خواندست در قرآن رجال  ** کی بود این جسم را آنجا مجال 
  • Babacığım, hayvan ruhunun ne değeri var? Kasapların pazarından geç de gör.
  • روح حیوان را چه قدرست ای پدر  ** آخر از بازار قصابان گذر 
  • Yüz binlerce baş, gövde üstüne konmuştur. Değerlerini yağdan, kuyruktan kıyas et.
  • صد هزاران سر نهاده بر شکم  ** ارزشان از دنبه و از دم کم 
  • Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana. 3715
  • روسپی باشد که از جولان کیر  ** عقل او موشی شود شهوت چو شیر 
  • Bir babanın, kızına "Kendini koru, kocandan gebe kalma" diye tembihte bulunması
  • وصیت کردن پدر دختر را کی خود را نگهدار تا حامله نشوی از شوهرت 
  • Zengin bir adam vardı. Bu adamın da zühre yanaklı, ay yüzlü, gümüş bedenli bir kızı vardı.
  • خواجه‌ای بودست او را دختری  ** زهره‌خدی مه‌رخی سیمین‌بری 
  • Kız, kendini bildi, babası onu kocaya verdi. Fakat kocası kızın dengi değildi.
  • گشت بالغ داد دختر را به شو  ** شو نبود اندر کفائت کفو او 
  • Kavun, karpuz oldu, sulandı mı yarmazsan telef olur gider.
  • خربزه چون در رسد شد آبناک  ** گر بنشکافی تلف گردد هلاک 
  • Babası da kızın baştan çıkmasından korktu da onun için onu, dengi olmayan birisine verdi.
  • چون ضرورت بود دختر را بداد  ** او بناکفوی ز تخویف فساد 
  • Kızına dedi ki: Kendini kocandan koru, sakın gebe kalma. 3720
  • گفت دختر را کزین داماد نو  ** خویشتن پرهیز کن حامل مشو 
  • Ne yapayım? Bu yoksula seni vermek zorunda kaldım. Bu adamı garip say, garipte vefa olmaz.
  • کز ضرورت بود عقد این گدا  ** این غریب‌اشمار را نبود وفا 
  • Ansızın her şeyi bırakır, kaçıp gider. Çocuğu, başına dert olur kalır.
  • ناگهان به جهد کند ترک همه  ** بر تو طفل او بماند مظلمه 
  • Kız dedi ki: Babacığım, dediğini tutarım, öğüdün pek doğru, kabulüm.
  • گفت دختر کای پدر خدمت کنم  ** هست پندت دل‌پذیر و مغتنم 
  • Babası, her iki üç günde bir kere kızına aman ha sakın diye öğüt veriyordu.
  • هر دو روزی هر سه روزی آن پدر  ** دختر خود را بفرمودی حذر 
  • Derken kız, birdenbire gebe kalıverdi; ikisi de gençti. 3725
  • حامله شد ناگهان دختر ازو  ** چون بود هر دو جوان خاتون و شو 
  • Kız, bunu babasından gizledi. Çocuk, karnında beş, yahut altı aylık oldu.
  • از پدر او را خفی می‌داشتش  ** پنج ماهه گشت کودک یا که شش 
  • Artık iyiden iyiye belli oldu. Babası dedi ki: Bu ne? Ben sana ondan kendini koru demedim mi?
  • گشت پیدا گفت بابا چیست این  ** من نگفتم که ازو دوری گزین 
  • Öğütlerim, yelmiydi ki hiç sana tesir etmedi?
  • این وصیتهای من خود باد بود  ** که نکردت پند و وعظم هیچ سود 
  • Kız, baba dedi, nasıl tahammül edeyim? Erkekle kadın, şüphe yok ki ateşle pamuk.
  • گفت بابا چون کنم پرهیز من  ** آتش و پنبه‌ست بی‌شک مرد و زن 
  • Pamuk, ateşten nasıl çekinebilir? Yahut da ateş nasıl olur da pamuğu yakmaz, çekinir? 3730
  • پنبه را پرهیز از آتش کجاست  ** یا در آتش کی حفاظست و تقاست 
  • Babası dedi ki: A kızım, ben sana onun yanına gitme demedim. Yalnız menisinden kendini koru dedim.
  • گفت من گفتم که سوی او مرو  ** تو پذیرای منی او مشو 
  • Tam zevk anında onun beli gelirken kendini çekmeliydin.
  • در زمان حال و انزال و خوشی  ** خویشتن باید که از وی در کشی 
  • Kız, peki, beli ne vakit gelecek, ben ne bileyim? Bu, pek gizli bir şey, anlaşılmaz ki dedi.
  • گفت کی دانم که انزالش کیست  ** این نهانست و بغایت دوردست 
  • Babası, gözleri süzüldü mü anla ki beli geliyor deyince,
  • گفت چشمش چون کلاپیسه شود  ** فهم کن که آن وقت انزالش بود 
  • Kız dedi: Onun gözü süzülünceye kadar benim bu iki gözüm de kör oluyor a baba! 3735
  • گفت تا چشمش کلاپیسه شدن  ** کور گشتست این دو چشم کور من 
  • Her bayağı akıl, hırs ve öfke zamanı, yerinde durmaz ki!
  • نیست هر عقلی حقیری پایدار  ** وقت حرص و وقت خشم و کارزار 
  • Nefsiyle savaşmamış, aşk derdi çekmemiş, gölgede yetişmiş, yalnız halkın kendisine secde etmesini, elini öpmesini, hürmetle bakıp "işte zamanede sofi budur" diye parmakla göstermesini dilediğinden sofilik yoluna girmiş biri vardı. Çocukların, sen hastasın diyerek hasta ettikleri muallim gibi bu da kendine gururlanıp vehimle hasta olarak ben cihat eriyim, bu yolda bana pehlivan diyorlar. Büyük savaşta eşim yoktur, küçük savaş bence nedir ki! Gazilerle savaşa gidip zahiren de hünerler göstermeliyim dedi ve savaşa gitti, ve savaşta yüreksizlik ve gevşeklik gösterdi. Âdeta aslanın hayalini görmüş, erlikler göstermiş, bu erliklerle sarhoş olup ormana aslan avlamaya gitmişti. Halbuki aslan hal diliyle ona diyordu ki: "Öyle değil.. Yakında bilir anlar., sonra yine yakında bilir, anlarsınız."
  • وصف ضعیف دلی و سستی صوفی سایه پرورد مجاهده ناکرده درد و داغ عشق ناچشیده به سجده و دست‌بوس عام و به حرمت نظر کردن و بانگشت نمودن ایشان کی امروز در زمانه صوفی اوست غره شده و بوهم بیمار شده هم‌چون آن معلم کی کودکان گفتند کی رنجوری و با این وهم کی من مجاهدم مرا درین ره پهلوان می‌دانند با غازیان به غزا رفته کی به ظاهر نیز هنر بنمایم در جهاد اکبر مستثناام جهاد اصغر خود پیش من چه محل دارد خیال شیر دیده و دلیریها کرده و مست این دلیری شده و روی به بیشه نهاده به قصد شیر و شیر به زبان حال گفته کی کلا سوف تعلمون ثم کلا سوف تعلمون 
  • Bir sofi, askerle savaşa gitti. Ansızın savaş başladı.
  • رفت یک صوفی به لشکر در غزا  ** ناگهان آمد قطاریق و وغا 
  • Sofi, ağırlıklarla çadırda kalan zayıflarla beraber kaldı. Erler, ta savaş yerine kadar at sürdüler.
  • ماند صوفی با بنه و خیمه و ضعاف  ** فارسان راندند تا صف مصاف 
  • Ağır kişiler, toprak gibi yerlerinde kala kaldılar, îleri gidenlerin ileri gidenleriyse yürüyüp ilerlediler.
  • مثقلان خاک بر جا ماندند  ** سابقون السابقون در راندند 
  • Savaşlar edip üstün gelerek birçok ganimetlerle geri döndüler. 3740
  • جنگها کرده مظفر آمدند  ** باز گشته با غنایم سودمند 
  • Sen de al diye sofiye de armağan sundular. O, o armağanı attı, hiçbir şey almadı.
  • ارمغان دادند کای صوفی تو نیز  ** او برون انداخت نستد هیچ چیز 
  • Neden kızgınsın? dediler. Savaştan mahrum kaldım dedi.
  • پس بگفتندش که خشمینی چرا  ** گفت من محروم ماندم از غزا