English    Türkçe    فارسی   

5
3808-3857

  • Büyüden o suretler oynasınlar da Musa'nın asâsı gizlensin dedi.
  • Sopanın doğruluğu, suretleri yer, siler süpürür. Fakat Firavun'a mensup olan göz, tozla toprakla doludur.
  • Öbür sofi, harb safına, yaralanmak için yirmi kere girer. 3810
  • Savaş zamanı müslümanlarla beraber kâfire saldırır, bir kere bile geri dönmez.
  • Yaralanır, yarasını bağlar, tekrar saldırır, savaşır.
  • Beden, bir yarayla ölmez diye savaşta yirmi kere yaralanır.
  • Bir yarayla can vermeye açıklanır; doğruluğu elinden canının kolayca kurtulacağından üzülür!
  • Bir savaş eri, her gün gümüş parayla dolu torbasından bir kuruş çıkarır, hendeğe atardı. Nefsinden bir vesvese, bir hırs ve istek koptu. Mademki bu paraları hendeğe atıyorsun, bari birden at da şu eziyetten kurtulayım. Tamamiyle ümit kesiş de iki rahatlıktan biridir dedi. O er, nefsine, sana bu rahatlığı da vermeyeceğim dedi.
  • Birisinin elinde kırk kuruşu vardı. Her gece birini denize atardı. 3815
  • Bu suretle de nefsine iyice eziyet etmek, yavaşlıkla onun can çekişmesini uzatmak isterdi.
  • Müslümanlarla savaşa gider, onlar düşmandan yüz döndürseler bile o geri dönmezdi.
  • Bir kere daha yaralanır, onu da bağlardı. Belki yirmi kere bedeninde mızrak ve ok kırılırdı.
  • Bu suretle savaşa savaşa nihayet kuvveti bitti, yere düştü. Aşkının doğruluğuyla doğruluk makamına ulaştı.
  • Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur'an'dan "Erler vardır ki Tanrıyla ettikleri ahdi bozmadılar, ahıtlarına doğrulukla sarıldılar" âyetini okuyun! 3820
  • Mademki bu beden, ruha bir alettir, şu halde bu hakiki ölüm değildir.
  • Nice ham kişiler vardır ki görünüşte kanlarını döktüler. Fakat nefisleri diri olarak o tarafa kaçtı.
  • Aleti kırıldı ama yol kesen diri kaldı. Bindiği at kanlar saçtı ama nefis diri.
  • At öldü, yolu aşılmadı. Ancak ham, kötü, perişan bir halde kala kaldı.
  • Her kan döken şehit olsaydı öldürülen kâfir de kutlu bir şehit sayılırdı. 3825
  • Nice şehit olmuş güvenilir kişiler de vardır ki dünyada ölürler, şehit olmuşlardır, fakat diri gibi yürür gezerler.
  • Yol kesen ruh olmuştur, onun kılıcı olan beden bakidir ve o savaş arayan erin elindedir.
  • Kılıcı, o kılıçtır, fakat, o adam değil. Fakat bu görünüş, seni şaşırtır.
  • Nefis, değişti mi bu beden kılıcı, ihsan ve lütuflar sahibi Tanrı'nın elindedir.
  • O öyle bir erdir ki gıdasız, tamamiyle dert. öbür erlik ise toz gibi ortası delik bir şeydir! 3830
  • Bîr adamın, Mısır halifesine kâğıda yapılmış bir cariye resmîni göstermesi, halifenin o resme âşık olarak Musul emîrinin cariyesi olan o kızı alıp getirmek üzere bir beyi Musul'a göndermesi, savaşta bu yüzden birçok adamın ölmesi, birçok yerin yıkılıp gitmesi
  • Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padişahının: huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki:
  • Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok.
  • Güzelliğinin haddi yok, söze sığmaz, anlatılmaz ki. işte resmi, şu kâğıtta, bir bak!
  • O ulu halife, kâğıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü.
  • Derhal Musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi. 3835
  • Eğer o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık.
  • Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
  • Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul'a yollandı.
  • Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler.
  • Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu. 3840
  • Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı.
  • Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
  • Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek,
  • Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
  • Maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş. 3845
  • Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
  • Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi.
  • Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padişahının, o cariyeyi halifeye bağışlaması
  • Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
  • Bu kâğıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
  • Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür. 3850
  • Ben, iman ahdında puta tapanlardan değilim. Putun, puta tapanda olması daha doğru.
  • Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal âşık oldu.
  • Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
  • Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.
  • Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi? 3855
  • Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
  • Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?