- Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padişahının: huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki:
- مر خلیفهی مصر را غماز گفت ** که شه موصل به حوری گشت جفت
- Onun bir cariyesi var ki âlemde onun gibi güzel yok.
- یک کنیزک دارد او اندر کنار ** که به عالم نیست مانندش نگار
- Güzelliğinin haddi yok, söze sığmaz, anlatılmaz ki. işte resmi, şu kâğıtta, bir bak!
- در بیان ناید که حسنش بیحدست ** نقش او اینست که اندر کاغذست
- O ulu halife, kâğıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü.
- نقش در کاغذ چو دید آن کیقباد ** خیره گشت و جام از دستش فتاد
- Derhal Musul'a büyük bir orduyla bir er gönderdi. 3835
- پهلوانی را فرستاد آن زمان ** سوی موصل با سپاه بس گران
- Eğer o ay parçasını sana teslim etmezse orasını tamamiyle yak yık.
- که اگر ندهد به تو آن ماه را ** برکن از بن آن در و درگاه را
- Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.
- ور دهد ترکش کن و مه را بیار ** تا کشم من بر زمین مه در کنار
- Er, binlerce Rüstem'le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul'a yollandı.
- پهلوان شد سوی موصل با حشم ** با هزاران رستم و طبل و علم
- Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlama çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler.
- چون ملخها بیعدد بر گرد کشت ** قاصد اهلاک اهل شهر گشت
- Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu. 3840
- هر نواحی منجنیقی از نبرد ** همچو کوه قاف او بر کار کرد
- Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gök gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı.
- زخم تیر و سنگهای منجنیق ** تیغها در گرد چون برق از بریق
- Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu.
- هفتهای کرد این چنین خونریز گرم ** برج سنگین سست شد چون موم نرم
- Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek,
- شاه موصل دید پیگار مهول ** پس فرستاد از درون پیشش رسول
- Müslümanların kanını dökmekten maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir?
- که چه میخواهی ز خون مؤمنان ** کشته میگردند زین حرب گران
- Maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş. 3845
- گر مرادت ملک شهر موصلست ** بیچنین خونریز اینت حاصلست
- Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın.
- من روم بیرون شهر اینک در آ ** تا نگیرد خون مظلومان ترا
- Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi.
- ور مرادت مال و زر و گوهرست ** این ز ملک شهر خود آسانترست
- Müslümanların kanları daha fazla dökülmesin diye Musul padişahının, o cariyeyi halifeye bağışlaması
- ایثار کردن صاحب موصل آن کنیزک را بدین خلیفه تا خونریز مسلمانان بیشتر نشود
- Elçi, o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmîni verdi.
- چون رسول آمد به پیش پهلوان ** داد کاغذ اندرو نقش و نشان
- Bu kâğıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin, yoksa ben üstünüm.
- بنگر اندر کاغذ این را طالبم ** هین بده ورنه کنون من غالبم
- Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun, tez götür. 3850
- چون رسول آمد بگفت آن شاه نر ** صورتی کم گیر زود این را ببر
- Ben, iman ahdında puta tapanlardan değilim. Putun, puta tapanda olması daha doğru.
- من نیم در عهد ایمان بتپرست ** بت بر آن بتپرست اولیترست
- Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal âşık oldu.
- چونک آوردش رسول آن پهلوان ** گشت عاشق بر جمالش آن زمان
- Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf'un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder.
- عشق بحری آسمان بر وی کفی ** چون زلیخا در هوای یوسفی
- Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.
- دور گردونها ز موج عشق دان ** گر نبودی عشق بفسردی جهان
- Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi? 3855
- کی جمادی محو گشتی در نبات ** کی فدای روح گشتی نامیات
- Ruh, nasıl olur da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı?
- روح کی گشتی فدای آن دمی ** کز نسیمش حامله شد مریمی
- Her biri, yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nerden çekirge gibi uçar, gıda arardı ki?
- هر یکی بر جا ترنجیدی چو یخ ** کی بدی پران و جویان چون ملخ
- O yüceliğe âşık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yüceliğe koşmadalar.
- ذره ذره عاشقان آن کمال ** میشتابد در علو همچون نهال
- Onların bu koşmaları, "Tanrı'yı teşbih" tir. Can için bedeni temizlemededirler.
- سبح لله هست اشتابشان ** تنقیهی تن میکنند از بهر جان
- O yiğit er de kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı. 3860
- پهلوان چه را چو ره پنداشته ** شورهاش خوش آمده حب کاشته
- O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur, düşü azar.
- چون خیالی دید آن خفته به خواب ** جفت شد با آن و از وی رفت آب
- Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamış.
- چون برفت آن خواب و شد بیدار زود ** دید که آن لعبت به بیداری نبود
- Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım.
- گفت بر هیچ آب خود بردم دریغ ** عشوهی آن عشوهده خوردم دریغ
- O yiğit er de beden yiğidiydi, asıl erliği yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
- پهلوان تن بد آن مردی نداشت ** تخم مردی در چنان ریگی بکاشت
- Aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı. 3865
- مرکب عشقش دریده صد لگام ** نعره میزد لا ابالی بالحمام
- Aşk ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu.
- ایش ابالی بالخلیفه فیالهوی ** استوی عندی وجودی والتوی
- Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış.
- این چنین سوزان و گرم آخر مکار ** مشورت کن با یکی خاوندگار
- Fakat meşveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
- مشورت کو عقل کو سیلاب آز ** در خرابی کرد ناخنها دراز
- Bir güzele âşık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
- بین ایدی سد و سوی خلف سد ** پیش و پس کم بیند آن مفتون خد
- Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düşürür. 3870
- آمده در قصدجان سیل سیاه ** تا که روبه افکند شیری به چاه
- Dağ gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
- از چهی بنموده معدومی خیال ** تا در اندازد اسودا کالجبال
- Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, ateşle pamuğa benzer.
- هیچکس را با زنان محرم مدار ** که مثال این دو پنبهست و شرار
- Tanrı suyu ile yunmuş bir ateş gerek ki bulûğa erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
- آتشی باید بشسته ز آب حق ** همچو یوسف معتصم اندر زهق
- Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
- کز زلیخای لطیف سروقد ** همچو شیران خویشتن را واکشد
- O yiğit er de Musul'dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. 3875
- بازگشت از موصل و میشد به راه ** تا فرود آمد به بیشه و مرجگاه
- Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
- آتش عشقش فروزان آن چنان ** که نداند او زمین از آسمان
- Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
- قصد آن مه کرد اندر خیمه او ** عقل کو و از خلیفه خوف کو
- Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp:
- چون زند شهوت درین وادی دهل ** چیست عقل تو فجل ابن الفجل
- Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
- صد خلیفه گشته کمتر از مگس ** پیش چشم آتشینش آن نفس
- O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. 3880
- چون برون انداخت شلوار و نشست ** در میان پای زن آن زنپرست