- Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbazlık, uyanıkken olmamış.
- چون برفت آن خواب و شد بیدار زود ** دید که آن لعبت به بیداری نبود
- Vah der, beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım.
- گفت بر هیچ آب خود بردم دریغ ** عشوهی آن عشوهده خوردم دریغ
- O yiğit er de beden yiğidiydi, asıl erliği yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.
- پهلوان تن بد آن مردی نداشت ** تخم مردی در چنان ریگی بکاشت
- Aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı. 3865
- مرکب عشقش دریده صد لگام ** نعره میزد لا ابالی بالحمام
- Aşk ve sevdada Halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu.
- ایش ابالی بالخلیفه فیالهوی ** استوی عندی وجودی والتوی
- Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış.
- این چنین سوزان و گرم آخر مکار ** مشورت کن با یکی خاوندگار
- Fakat meşveret nerde, akıl nerde? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.
- مشورت کو عقل کو سیلاب آز ** در خرابی کرد ناخنها دراز
- Bir güzele âşık olanın önünde de sed vardır, ardında da. öyle adam, artık önünü, ardını az görür.
- بین ایدی سد و سوی خلف سد ** پیش و پس کم بیند آن مفتون خد
- Kara sel, cana Kasdetmeye geldi mi bir tilki, aslanı kuyuya düşürür. 3870
- آمده در قصدجان سیل سیاه ** تا که روبه افکند شیری به چاه
- Dağ gibi aslanlar, kuyuda olmıyan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.
- از چهی بنموده معدومی خیال ** تا در اندازد اسودا کالجبال
- Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, ateşle pamuğa benzer.
- هیچکس را با زنان محرم مدار ** که مثال این دو پنبهست و شرار
- Tanrı suyu ile yunmuş bir ateş gerek ki bulûğa erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin.
- آتشی باید بشسته ز آب حق ** همچو یوسف معتصم اندر زهق
- Selvi boylu lâtif Zeliha'dan aslanlar gibi kendisini çeksin.
- کز زلیخای لطیف سروقد ** همچو شیران خویشتن را واکشد
- O yiğit er de Musul'dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. 3875
- بازگشت از موصل و میشد به راه ** تا فرود آمد به بیشه و مرجگاه
- Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu.
- آتش عشقش فروزان آن چنان ** که نداند او زمین از آسمان
- Çadır içinde o ay parçasına kasdetti. Akıl nerde, Halifeden korkma nerde?
- قصد آن مه کرد اندر خیمه او ** عقل کو و از خلیفه خوف کو
- Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp:
- چون زند شهوت درین وادی دهل ** چیست عقل تو فجل ابن الفجل
- Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür.
- صد خلیفه گشته کمتر از مگس ** پیش چشم آتشینش آن نفس
- O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. 3880
- چون برون انداخت شلوار و نشست ** در میان پای زن آن زنپرست
- Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamettir koptu.
- چون ذکر سوی مقر میرفت راست ** رستخیز و غلغل از لشکر بخاست
- Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı.
- برجهید و کونبرهنه سوی صف ** ذوالفقاری همچو آتش او به کف
- Birde ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koyvermiş.
- دید شیر نر سیه از نیستان ** بر زده بر قلب لشکر ناگهان
- Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ahır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş.
- تازیان چون دیو در جوش آمده ** هر طویله و خیمه اندر هم زده
- Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. 3885
- شیر نر گنبذ همیکرد از لغز ** در هوا چون موج دریا بیست گز
- Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti.
- پهلوان مردانه بود و بیحذر ** پیش شیر آمد چو شیر مست نر
- Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu.
- زد به شمشیر و سرش را بر شکافت ** زود سوی خیمهی مهرو شتافت
- O hurinin yanına gelince aleti hâlâ dimdikti.
- چونک خود را او بدان حوری نمود ** مردی او همچنین بر پای بود
- Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hâlâ ayaktaydı.
- با چنان شیری به چالش گشت جفت ** مردی او مانده بر پای و نخفت
- O tatlı ve ay yüzlü güzel, onun erliğine şaşıp kaldı. 3890
- آن بت شیرینلقای ماهرو ** در عجب در ماند از مردی او
- İstekle ona kendisini teslim etti. O anda o iki can, birleştiler..
- جفت شد با او به شهوت آن زمان ** متحد گشتند حالی آن دو جان
- Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden gayıptan bir başka can gelir erişir.
- ز اتصال این دو جان با همدگر ** میرسد از غیبشان جانی دگر
- Kadının rahminde meniyi kabule mâni bir şey yoksa bu can, doğuş yoliyle gelir, yüz gösterir.
- رو نماید از طریق زادنی ** گر نباشد از علوقش رهزنی
- Her nerde iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar.
- هر کجا دو کس به مهری یا به کین ** جمع آید ثالثی زاید یقین
- Fakat o suretler, gayp âleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün. 3895
- لیک اندر غیب زاید آن صور ** چون روی آن سو ببینی در نظر
- O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.
- آن نتایج از قرانات تو زاد ** هین مگرد از هر قرینی زود شاد
- Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol.
- منتظر میباش آن میقات را ** صدق دان الحاق ذریات را
- Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekânı vardır.
- کز عمل زاییدهاند و از علل ** هر یکی را صورت و نطق و طلل
- O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel!
- بانگشان درمیرسد زان خوش حجال ** کای ز ما غافل هلا زوتر تعال
- Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at. 3900
- منتظر در غیب جان مرد و زن ** مول مولت چیست زوتر گام زن
- O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
- راه گم کرد او از آن صبح دروغ ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ
- Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
- پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت
- Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
- چند روزی هم بر آن بد بعد از آن ** شد پشیمان او از آن جرم گران
- Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
- داد سوگندش کای خورشیدرو ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو
- Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
- چون ندید او را خلیفه مست گشت ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت
- Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? 3905
- دید صد چندان که وصفش کرده بود ** کی بود خود دیده مانند شنود
- Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
- وصف تصویرست بهر چشم هوش ** صورت آن چشم دان نه زان گوش
- Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
- کرد مردی از سخندانی سال ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال
- O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
- گوش را بگرفت و گفت این باطلست ** چشم حقست و یقینش حاصلست
- O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
- آن به نسبت باطل آمد پیش این ** نسبتست اغلب سخنها ای امین
- Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir. 3910
- ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب ** نیست محجوب از خیال آفتاب
- Korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker.
- خوف او را خود خیالش میدهد ** آن خیالش سوی ظلمت میکشد