English    Türkçe    فارسی   

5
393-442

  • Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halil’den öğren o hırs kazını kesmek gerek.
  • Kazada bundan başka daha bir çok hayır, şer var ama başka sözleri söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.
  • Tavus kuşunun tabiatı ve İbrahim aleyhisselam’ın onu kesmesindeki sebep
  • Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik. 395
  • Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır.
  • Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
  • Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşarım işte ben.
  • Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.
  • Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun. 400
  • Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
  • Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun.
  • Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
  • Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!
  • Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil. 405
  • Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
  • Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
  • Aşağılık kişilerin tuzağına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu yemek haram.
  • Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat oda öyle herkesin tuzağına düşer mi ya?
  • Meğer ki sen gelesin de ona av olasın... Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin. 410
  • Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir.
  • Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol!
  • Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol.
  • Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün.
  • Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın. 415
  • Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu, ona işte padişah derler.
  • Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Allah’nın kahır ve azabı!
  • Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir.
  • Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva verir!
  • Allahnın lütfunu ve kahrını herkes bilir, kahrından kaçar lütfuna yapışır ama ulu Allah kahırları lütuf içinde, lütufları da kahır içinde gizlemiştir. Bu tersine çakılmış nal ve Allah’nın mekridir. Bu suretle işi ayırt edenler ve Allah’nın nurıyle bakıp görenler, hali görenler ve görünüşe aldananlardan ayrılır. Allah “hanginiz daha iyi iş yapacak diye imtihan eder” buyurmuştur.
  • Bir derviş bir dervişe “Allah’yı nasıl gördün, söyle” dedi. 420
  • Derviş dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için onu kısa bir örnekle anlatayım.
  • Gördüm ki sol yanında bir ateş, sağ yanında da bir kevser ırmağı vardı.
  • Solunda cihanı yakıp yandıran müthiş bir ateş, sağında güzelim bir ırmak.
  • Bir kısım halk o ateşe el atmış, bir kısım halkta o kevsere ulaşacağından neşeli ve sarhoş.
  • Fakat bu, her kötü kişiyle her bahtı yaver olanı şaşırtacak pek aykırı ve acayip bir oyundu. 425
  • Kim o ateşe, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan baş çıkarıyordu.
  • Kim suya atılıyorsa derhal kendisini ateş içinde buluyordu.
  • Kim sağ yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ateş içinden baş göstermedeydi.
  • Sol yandaki ateşe dalansa sağ yandan çıkmaktaydı.
  • Bunun sırrını pek az kişi anlıyor, hasılı o ateşe pek az kişi atlıyordu. 430
  • Ancak başına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp ateşe kaçıyordu.
  • Halk eldeki hazır zevki mabut edinmiştir. Hulâsa halk, bu oyunu kaybetmiş, bu oyunda zarar girmiştir.
  • Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, ateşten çekinmede, suya kaçmada.
  • Fakat suya dalan, ateşten baş göstermede. Ey hakikatten haberi olmayan, ibret al, ibret!
  • Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım. 435
  • A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
  • Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi.
  • Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin.
  • Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,
  • Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette ateşlere yansaydı. 440
  • Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
  • Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi.