Çünkü onca hakikat, ferçten ve boğazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.
چون حقیقت پیش او فرج و گلوست ** کم بیان کن پیش او اسرار دوست
Bizce fere, ve boğaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.
پیش ما فرج و گلو باشد خیال ** لاجرم هر دم نماید جان جمال
Kim ferç ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine âdet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak "Sizin dininiz sizin, benimki benim" sözünden ibarettir. 3940
هر که را فرج و گلو آیین و خوست ** آن لکم دین ولی دین بهر اوست
Böyle bir inkâra karşı sözü kısa kes. Ey Ahmet, eski kâfirle az konuş!
با چنان انکار کوته کن سخن ** احمدا کم گوی با گبر کهن
Halifenin, buluşmak üzere o güzelin yanına gelmesi
آمدن خلیفه نزد آن خوبروی برای جماع
Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti.
آن خلیفه کرد رای اجتماع ** سوی آن زن رفت از بهر جماع
Onu andı, aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe artıran güzelle buluşmaya niyetlendi.
ذکر او کرد و ذکر بر پای کرد ** قصد خفت و خیز مهرافزای کرد
Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir, zevkinin yolunu bağladı.
چون میان پای آن خاتون نشست ** پس قضا آمد ره عیشش ببست
Farenin catırdısı kulağına değdi. Aleti indi, uyudu, şehveti tamamiyle kaçtı. 3945
خشت و خشت موش در گوشش رسید ** خفت کیرش شهوتش کلی رمید
Bu ıslık, yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.
وهم آن کز مار باشد این صریر ** که همیجنبد بتندی از حصیر
Cariyeciğin, Halifenin şehvetinin zayıflığını görüp o beyin kuvvetini hatırına getirerek gülmeye başlaması ve Halifenin bu gülüşten bir şey anlaması
خنده گرفتن آن کنیزک را از ضعف شهوت خلیفه و قوت شهوت آن امیر و فهم کردن خلیفه از خندهی کنیزک
Cariye, Halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmtğe başladı.
زن بدید آن سستی او از شگفت ** آمد اندر قهقهه خندهش گرفت
O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hâlâ aletinin inmediğini hatırladı.
یادش آمد مردی آن پهلوان ** که بکشت او شیر و اندامش چنان
Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki.
غالب آمد خندهی زن شد دراز ** جهد میکرد و نمیشد لب فراز
Esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmişti, ziyanına da. 3950
سخت میخندید همچون بنگیان ** غالب آمد خنده بر سود و زیان
Ne düşündü, aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeyler de gülmesini artırıyordu. Sanki bir selin bendi, birden yıkılmıştı.
هرچه اندیشید خنده میفزود ** همچو بند سیل ناگاهان گشود
Ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi.. BU ki her birinin ayn bir madeni vardır.
گریه و خنده غم و شادی دل ** هر یکی را معدنی دان مستقل
Her birinin bir ayn mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapılan açan Tanrı'nın elindedir.
هر یکی را مخزنی مفتاح آن ** ای برادر در کف فتاح دان
Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı, huysuzlandı.
هیچ ساکن مینشد آن خنده زو ** پس خلیفه طیره گشت و تندخو
Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle. 3955
زود شمشیر از غلافش بر کشید ** گفت سر خنده واگو ای پلید
Bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü. Hileye kalkışma, doğru söyle.
در دلم زین خنده ظنی اوفتاد ** راستی گو عشوه نتوانیم داد
Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen,
ور خلاف راستی بفریبیم ** یا بهانهی چرب آری تو به دم
Ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlıyan bir nur vardır. Doğruyu söylemek gerek vesselam.'
من بدانم در دل من روشنیست ** بایدت گفتن هر آنچ گفتنیست
Bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama ehemmiyeti yok.
در دل شاهان تو ماهی دان سطبر ** گرچه گه گه شد ز غفلت زیر ابر
Gönülde gezip dolaşma zamanı bir ışık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde liğen altında gizlenir. 3960
یک چراغی هست در دل وقت گشت ** وقت خشم و حرص آید زیر طشت
O anlayış, şimdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen,
آن فراست این زمان یار منست ** گر نگویی آنچ حق گفتنست
Bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez.
من بدین شمشیر برم گردنت ** سود نبود خود بهانه کردنت
Doğru söylersen seni azad ederim. Tanrı hakkı için neşeni kırmam.
ور بگویی راست آزادت کنم ** حق یزدان نشکنم شادت کنم
Yedi mushafı birbiri üstüne koyup sözünü tutacağına yemin etti.
هفت مصحف آن زمان برهم نهاد ** خورد سوگند و چنین تقریر داد
Cariyeceğizin kılıç korkusiyle o sırrı Halifeye açması, Halifenin doğru söyle, bu gülüşün sırrını bildir, yoksa seni öldürürüm demesi
فاش کردن آن کنیزک آن راز را با خلیفه از زخم شمشیر و اکراه خلیفه کی راست گو سبب این خنده را و گر نه بکشمت
Cariye âciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zâl'e bedel olan Rüstem'in erliğini söyledi. 3965
زن چو عاجز شد بگفت احوال را ** مردی آن رستم صد زال را
Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen halleri bîr bir nakletti.
شرح آن گردک که اندر راه بود ** یک به یک با آن خلیفه وا نمود
Erin kılıcını çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hâlâ gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi.
شیر کشتن سوی خیمه آمدن ** وان ذکر قایم چو شاخ کرگدن
Ondan sonra namuslu Halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi.
باز این سستی این ناموسکوش ** کو فرو مرد از یکی خش خشت موش
Tanrı sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme.
رازها را میکند حق آشکار ** چون بخواهد رست تخم بد مکار
Su, bulut, ateş ve bu güneş, sırlan toprağın altından çıkarır. 3970
آب و ابر و آتش و این آفتاب ** رازها را می برآرد از تراب
Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlığına bir delildir.
این بهار نو ز بعد برگریز ** هست برهان وجود رستخیز
Bahar, o sırları meydana kor, şu yeryüzü ne yediyse rüsvay olur;
در بهار آن سرها پیدا شود ** هر چه خوردست این زمین رسوا شود
Yedikleri, ağzından, dudaklarından biter, çıkar. içindeki neyse meydana gelir.
بر دمد آن از دهان و از لبش ** تا پدید آید ضمیر و مذهبش
Her ağacın kökündeki sır ve o ağacın yemişi tamamiyle üstünde görünür.
سر بیخ هر درختی و خورش ** جملگی پیدا شود آن بر سرش
Gönlünü inciten her gam, içtiğin şarabın tesiriyledir. 3975
هر غمی کز وی تو دل آزردهای ** از خمار می بود کان خوردهای
Fakat nerden bileceksin o mahmurluk, o baş ağrısı, hangi şaraptan meydana geldi?
لیک کی دانی که آن رنج خمار ** از کدامین می بر آمد آشکار
Bu baş ağrısının, o tanenin meyvasından olduğunu aklı, fikri olan anlar.
این خمار اشکوفهی آن دانه است ** آن شناسد کاگه و فرزانه است
Dalla meyva, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi?
شاخ و اشکوفه نماند دانه را ** نطفه کی ماند تن مردانه را
Heyula, esere benzemezken tohum, hiç ağaca benzer mi?
نیست مانندا هیولا با اثر ** دانه کی ماننده آمد با شجر
Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? insan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir? 3980
نطفه از نانست کی باشد چو نان ** مردم از نطفهست کی باشد چنان
Cin, ateşten yaratılmıştır, fakat nerden ateşe benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi değildir ki.
جنی از نارست کی ماند به نار ** از بخارست ابر و نبود چون بخار
İsa, Cebrail'in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi?
از دم جبریل عیسی شد پدید ** کی به صورت همچو او بد یا ندید
Âdem, topraktan yaratılmıstır, toprağa benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotuğu gibi değildir.
آدم از خاکست کی ماند به خاک ** هیچ انگوری نمیماند به تاک
Hırsız, darağacının ayağı gibi midir? İbadet, ebedî cennete benzer mi?
کی بود دزدی به شکل پایدار ** کی بود طاعت چو خلد پایدار
Hiçbir asıl esere benzemez. Şu halde zahmetin ve baş ağrısını aslını bilemezsin. 3985
هیچ اصلی نیست مانند اثر ** پس ندانی اصل رنج و درد سر
Fakat bu mücazat, mükâfat, bir aslı olmadan vücuda gelmez. Tanrı, hiçbir suçsuz kulunu incitmez.
لیک بیاصلی نباشدت این جزا ** بیگناهی کی برنجاند خدا
Asıl neyse, o şeyi çeken odur. Ona benzemez ama ondandır.
آنچ اصلست و کشندهی آن شی است ** گر نمیماند بوی هم از وی است