English    Türkçe    فارسی   

5
3988-4037

  • Şu halde bil ki çektiğin zahmet, yaptığın suçun sonucudur. Sana inen bu tokat bir şehvetten ötürüdür.
  • İbret almaz, o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal ağlayıp sızlamaya koyul, yarlıganma dile.
  • Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptığım suçun karşılığıdır ancak! 3990
  • Ey rabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin?
  • Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur.
  • Sebebi örttüğün gibi o suçu da ört.
  • Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktır. Ceza sebebiyle hırsızlığım meydana çıkar.
  • Padişahın, işi anlayınca o hıyaneti örtüp affetmeyi ve kendisinin, Musul padişahına zulmettiği için "Kim kötülük ederse kendine eder" ve "Şüphe yok, rabbin gözetleme yerindedir, seni görür" âyetleri mucibince bu kötülüğe uğradığını anlayıp intikam almaya kalkışırsa, bu zulüm ve tamahın cezasını çektiği gibi o intikamın cezasına da uğrayacağını kestirerek cariyeyi o beye vermeyi kurması
  • Padişah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti, Tanrı'dan yarlıganmak diledi. 3995
  • Dedi ki: Başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı.
  • Mevkiime güvenip başkalarının eşine kasdettim. Bu kasıt, bana döndü, kuyuya düştüm.
  • Başkasının kapısını dövdüm, o da tuttu, benim kapımı dövdü.
  • Kim, başkalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder.
  • Çünkü bir kötülüğün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüğe uğramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur. 4000
  • Sen, başkasının karısını, bir sebeple kendine çektin mi aynen sen de onun gibi, hattâ ondan da üstün bir deyyussun.
  • Ben, Musul padişahının cariyesini zorla aldım, benden de onu derhal aldılar.
  • Emniyet ettiğim bir adam olan lalam, hain çıktı, bana hıyanette bulundu.
  • Kin gütme, öç alma zamanı değil. Ben kendi elimle bir ham iştir, yaptım.
  • O beye de kin güdersem yapacağım zulüm, yine başıma gelir. 4005
  • Şu ceza, bir kere başıma geldi ya, bunu sınadım, artık sınanmışı tekrar sınamam.
  • Musul padişahının derdi, boynumu kırdı âdeta. Artık başkasını incitmem.
  • Tanrı, bize mükâfatı anlattı. "Döner, kötülüğe gelirseniz biz de cezanızı veririz" dedi.
  • Burada ileri gitmek, faydasızdır. Sabırdan, merhametten başka iyi bir iş yok.
  • Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Tanrı, bize acı! 4010
  • Ben onu affettim, sen de yeni suçumu da affet, eski suçlarımı da.
  • Sonra cariyeye sakın dedi, bu senden duyduğum sözü kimseye söyleme.
  • Seni, beyinle evlendireceğim. Tanrı hakkı için sakın bu hikâyeyi bir daha anma.
  • Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
  • Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim. 4015
  • Hiç dokunmadı. Bu olan şey, benim yaptığımın cezası.
  • Bundan sonra o beyi huzuruna çağırdı. Âlemi: kahretmeyi düşünen hışmını yendi.
  • Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden soğudum.
  • Sebebi de şu: Çocuğumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara uğradı.
  • Oğlumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık değildir o. 4020
  • Kıskançlığa başladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek şiddetli acılara düştü.
  • Hâsılı bu cariyeyi birine vereceğim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak değilim ya.
  • Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden başkasına vermek doğru değil.
  • Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
  • "Onların rızıklarını biz taksîm ettik" hükmünce Tanrı, birisine eşeklerin şehvet ve kuvvetini verir, birine peygamberlerle meleklerin kuvvetini. Baştan hava ve hevesi atmak ululuktur. Hava ve hevesi terketmek, Peygamber'e mahsus bir kuvvettir. Şehvete mensup olmıyan tohumlar, Kıyametten baska bir şey koparmaz.
  • Onda erkek eşeklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erliği vardı. 4025
  • Hışmı, şehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır.
  • Söyle, damarında eşek erliği olmasın da Tanrı onu daima Ulu beylerbeyi diye çağırsın.
  • Tanrı'dan uzak merdut bir diri olmaktansa Tanrı'nın görüp gözettiği bir ölü olmam daha yeğ.
  • Şu erliğin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme!
  • Cennetin, hoşa gitmeyen şeylerle çevrildiği, kaplandığı söylenmiş, cehennemin hava ve hevesten meydana geldiği haber verilmiştir. 4030
  • Ey Eyaz, ey Şeytan'ı öldüren erkek aslan, eşek erliğini azalt, akıl erliğini çoğalt.
  • Bu kadar yüzlerce âlemin anlayamadığı şey, sence bir çocuk oyuncağı oldu. İşte sana er!
  • Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
  • Emre, emrin lezzetine dair mânevi hikâyeyi dinle şimdi!
  • Padişahın, divanda bulunanlara bir mücevher gösterip "Bu ne değerde," diye vezire vermesi, vezirin, mücevherin değerinde ileri gitmesi, padişahın "Kır bu mücevheri" diye emir vermesi üzerine, ben bunu nasıl kırayım, falan filân diye özür getirmesi
  • Padişah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmış buldu. 4035
  • O nurlu padişah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek.
  • Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, değeri nedir? Vezir, yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevher dedi.