English    Türkçe    فارسی   

5
4014-4063

  • Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti.
  • Ben, onu defalarca sınadım, ona, senden de güzel kadınları emniyet ettim. 4015
  • Hiç dokunmadı. Bu olan şey, benim yaptığımın cezası.
  • Bundan sonra o beyi huzuruna çağırdı. Âlemi: kahretmeyi düşünen hışmını yendi.
  • Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden soğudum.
  • Sebebi de şu: Çocuğumun anası, bu cariyeyi kıskanmada, âdeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara uğradı.
  • Oğlumun anasıdır, onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara lâyık değildir o. 4020
  • Kıskançlığa başladı, kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek şiddetli acılara düştü.
  • Hâsılı bu cariyeyi birine vereceğim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak değilim ya.
  • Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden başkasına vermek doğru değil.
  • Onu, o beye nikahlayıp verdi, öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.
  • "Onların rızıklarını biz taksîm ettik" hükmünce Tanrı, birisine eşeklerin şehvet ve kuvvetini verir, birine peygamberlerle meleklerin kuvvetini. Baştan hava ve hevesi atmak ululuktur. Hava ve hevesi terketmek, Peygamber'e mahsus bir kuvvettir. Şehvete mensup olmıyan tohumlar, Kıyametten baska bir şey koparmaz.
  • Onda erkek eşeklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erliği vardı. 4025
  • Hışmı, şehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır.
  • Söyle, damarında eşek erliği olmasın da Tanrı onu daima Ulu beylerbeyi diye çağırsın.
  • Tanrı'dan uzak merdut bir diri olmaktansa Tanrı'nın görüp gözettiği bir ölü olmam daha yeğ.
  • Şu erliğin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme!
  • Cennetin, hoşa gitmeyen şeylerle çevrildiği, kaplandığı söylenmiş, cehennemin hava ve hevesten meydana geldiği haber verilmiştir. 4030
  • Ey Eyaz, ey Şeytan'ı öldüren erkek aslan, eşek erliğini azalt, akıl erliğini çoğalt.
  • Bu kadar yüzlerce âlemin anlayamadığı şey, sence bir çocuk oyuncağı oldu. İşte sana er!
  • Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakârlıkta bulunmak üzere canlar veren!
  • Emre, emrin lezzetine dair mânevi hikâyeyi dinle şimdi!
  • Padişahın, divanda bulunanlara bir mücevher gösterip "Bu ne değerde," diye vezire vermesi, vezirin, mücevherin değerinde ileri gitmesi, padişahın "Kır bu mücevheri" diye emir vermesi üzerine, ben bunu nasıl kırayım, falan filân diye özür getirmesi
  • Padişah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmış buldu. 4035
  • O nurlu padişah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek.
  • Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, değeri nedir? Vezir, yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevher dedi.
  • Padişah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin, malının iyiliğini dileyen bir kişiyim ben.
  • Değer biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilirim?
  • Padişah vezirin sözünü takdir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert ve er padişah, inciyi ondan aldı. 4040
  • O cömert padişah, vezire giydiği elbiselerden başka daha ince ağır elbiseler verdi.
  • Onları bir müddet söze tuttu. Yeni şeylere, eski vakalara ait bahislerde bulundu.
  • Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi, ne değer acaba?
  • Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı değerinde. Tanrı, ülkeyi tehlikelerden korusun!
  • Padişah, kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek yazık! 4045
  • Değeri şöyle dursun, şu parlaklığa bak. Gündüzün nuru bile ona uymada!
  • Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da padişahın hazinesine düşman olurum? Dedi.
  • Padişah, ona elbise verdi, gelirini artırdı. Onun aklını övmeye başladı.
  • Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı.
  • O da öyle söyledi, bütün beyler de. Her birine ağır elbiseler ihsan etti. 4050
  • Elbiselerini artırdı, o aşağılık kişileri yoldan çıkardı, kuyuya attı.
  • Elli altmış bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle söylediler.
  • Gerçi dünyanın değeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.
  • Mücevherin elden ele devrederek Eyaz'a gelmesi. Onun, öbürlerine uymayıp, padişahın vereceği mala mülke aldanmaksızın, elbiselerin çokluğuna ve hataya düşenlerin aklını öğmesine kapılmaksızın mücevheri kırması. Mukallidi müslüman saymak doğru olamaz. Nadir olarak mukallit de, o Tanrı korumasıyla, inanışında dayanır ve bu imtihanlardan selâmetle kurtulur. Çünkü Hak birdir, ona benzeyen ve insanı yanıltan çok zıtlar vardır. Mukallit, o zıddı tanıyamaz, bu yüzden Hakk'ı da tanımaz. Fakat o, Hakk'ı tanımasa bile Hâk, ona inayet gözüyle bakarsa bu tanımazlık, mukallide ziyan vermez.
  • Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin değeri nedir?
  • Eyaz, söyleyebileceğimden de artık deyince Padişah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahaş et. 4055
  • Eyaz'ın yenlerinde taş vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, unufak etti.
  • Belki o saf ve temiz delikanlı, bu işi rüyada görmüştü de yenine, koltuğuna iki taş gizlemişti.
  • Yusuf gibi hani. O da işinin sonunun nereye varacağını kuyu dibinde görmüştü.
  • Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada erme de birdir, ermeme de.
  • Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan, savaşmadan ne korkacak? 4060
  • Karşısındakini mat edeceğini iyice bilen, at gitmiş, fil gitmiş, aldırır mı? Onca bunlar, zaten saçma şeylerdir.
  • At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düşecek o at değil ya.
  • İnsan, atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir.