English    Türkçe    فارسی   

5
4071-4120

  • Eyaz da o değerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu.
  • چون شکست او گوهر خاص آن زمان  ** زان امیران خاست صد بانگ و فغان 
  • Bu ne korkusuzluk, Tanrı hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kâfirdir dediler.
  • کین چه بی‌باکیست والله کافرست  ** هر که این پر نور گوهر را شکست 
  • O topluluğun hepsi de körlüklerinden Padişahın inci gibi olan buyruğunu kırmıştı.
  • وآن جماعت جمله از جهل و عما  ** در شکسته در امر شاه را 
  • Mücevherin değeriyle sevginin sonucu, gönüllerinden gizli kalmıştı.
  • قیمتی گوهر نتیجه‌ی مهر و ود  ** بر چنان خاطر چرا پوشیده شد 
  • Beylerin, neden bu mücevheri kırdın diye Eyaz'ı kınamaları, onun cevap vermesi
  • تشنیع زدن امرا بر ایاز کی چرا شکستش و جواب دادن ایاز ایشان را 
  • Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padişahın buyruğu mu daha ileri, mücevher mi? 4075
  • گفت ایاز ای مهتران نامور  ** امر شه بهتر به قیمت یا گهر 
  • Sizce, Tanrı hakkı için söyleyin, Padişahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi?
  • امر سلطان به بود پیش شما  ** یا که این نیکو گهر بهر خدا 
  • Ey mücevhere bakan, Padişaha aldırış bile etmeyen beyler, önünüzde gül var, ana cadde değil!
  • ای نظرتان بر گهر بر شاه نه  ** قبله‌تان غولست و جاده‌ی راه نه 
  • Ben gözümü Padişahtan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam.
  • من ز شه بر می‌نگردانم بصر  ** من چو مشرک روی نارم با حجر 
  • Boyalı taşı seçip Padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir gevher, hiçbir değer yoktur.
  • بی‌گهر جانی که رنگین سنگ را  ** برگزیند پس نهد شاه مرا 
  • Gül renkli oyuncağı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve şaş. 4080
  • پشت سوی لعبت گل‌رنگ کن  ** عقل در رنگ‌آورنده دنگ کن 
  • Dereye gir, testiyi taşa çal. Kokuya, renge ateş ver.
  • اندر آ در جو سبو بر سنگ زن  ** آتش اندر بو و اندر رنگ زن 
  • Din yolunda yol kesicilerden değilsen kadınlar gibi renge, kokuya tapma.
  • گر نه‌ای در راه دین از ره‌زنان  ** رنگ و بو مپرست مانند زنان 
  • Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler.
  • سر فرود انداختند آن مهتران  ** عذرجویان گشه زان نسیان به جان 
  • O anda her birinin gönlünden belki iki yüz kere ah çıktı bir duman gibi ta göğe kadar ulaştı.
  • از دل هر یک دو صد آه آن زمان  ** هم‌چو دودی می‌شدی تا آسمان 
  • Padişah, ihtiyar cellâda emir verdi: Bu çerçöpü, benim yüce tapımdan uzaklaştır! 4085
  • کرد اشارت شه به جلاد کهن  ** که ز صدرم این خسان را دور کن 
  • Bu aşağılık adamlar, bu yüce makama lâyık değiller. Bir taş için benim buyruğumu reddettiler.
  • این خسان چه لایق صدر من‌اند  ** کز پی سنگ امر ما را بشکنند 
  • Buyruğum, bu çeşit fesatçılarca bir boyalı taş için hor hakir oldu.
  • امر ما پیش چنین اهل فساد  ** بهر رنگین سنگ شد خوار و کساد 
  • Padişahın beylerin öldürülmesini emretmesi, Eyaz'ın "Af, daha doğrudur" diye şefaata bulunması
  • قصد شاه به کشتن امرا و شفاعت کردن ایاز پیش تخت سلطان کی ای شاه عالم العفو اولی 
  • Bunun üzerine merhametli Eyaz, sıçradı, o ulu Padişahın tahtına doğru koştu.
  • پس ایاز مهرافزا بر جهید  ** پیش تخت آن الغ سلطان دوید 
  • Secde edip boğazını tutarak, padişahım dedi, senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gökyüzü bile hayran olmuştur.
  • سجده‌ای کرد و گلوی خود گرفت  ** کای قبادی کز تو چرخ آرد شگفت 
  • Ey hüma kuşu, hümalar kutluluğu senden bulur, cömertler, cömertliğe senden ererler. 4090
  • ای همایی که همایان فرخی  ** از تو دارند و سخاوت هر سخی 
  • Ey kerem sahibi, âlemdeki kerem ve ihsanlar, senin bağışlamana karşı mahvolur gider.
  • ای کریمی که کرمهای جهان  ** محو گردد پیش ایثارت نهان 
  • Ey lütuf sahibi, kırmızı gül seni görünce utancından gömleğini yırtar.
  • ای لطیفی که گل سرخت بدید  ** از خجالت پیرهن را بر درید 
  • Yarlıgama, senin yarlıgamanla doymuş, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmuştur.
  • از غفوری تو غفران چشم‌سیر  ** روبهان بر شیر از عفو تو چیر 
  • Senin buyruğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye dayansın?
  • جز که عفو تو کرا دارد سند  ** هر که با امر تو بی‌باکی کند 
  • Bu suçluların gafletleri, küstahlıkları, ey af madeni padişah, senin affının çokluğundan meydana geldi. 4095
  • غفلت و گستاخی این مجرمان  ** از وفور عفو تست ای عفولان 
  • Gaflet, daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru ağrıyı giderir.
  • دایما غفلت ز گستاخی دمد  ** که برد تعظیم از دیده رمد 
  • Gaflet ve kötü bir alışma olan unutkanlık, ululama ateşiyle yanıp gider.
  • غفلت و نسیان بد آموخته  ** ز آتش تعظیم گردد سوخته 
  • Onun heybeti adama uyanıklık ve anlayış verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz.
  • هیبتش بیداری و فطنت دهد  ** سهو نسیان از دلش بیرون جهد 
  • Yağma zamanı, halkın uykusu gelmez. Kimse, hırkamı çalmasınlar diye uyumaz.
  • وقت غارت خواب ناید خلق را  ** تا بنرباید کسی زو دلق را 
  • Hırka korkusiyle bile uyku kaçarsa artık can ve ' boğaz korkusu ile kim uyur ki? 4100
  • خواب چون در می‌رمد از بیم دلق  ** خواب نسیان کی بود با بیم حلق 
  • Buna tanık, "Rabbimiz, unutup işlediğimiz suçlarla bizi suçlu sayma" âyetidir. Çünkü unutma da bir bakımdan suçtur.
  • لاتاخذ ان نسینا شد گواه  ** که بود نسیان بوجهی هم گناه 
  • Unutan, onu lâyık olduğu veçhile ululamıştır. Yoksa hiç savaşta adamı uyku tutar mı?
  • زانک استکمال تعظیم او نکرد  ** ورنه نسیان در نیاوردی نبرد 
  • Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapışmak lâzım.
  • گرچه نسیان لابد و ناچار بود  ** در سبب ورزیدن او مختار بود 
  • Çünkü onu ululamada gevşeklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlış.
  • که تهاون کرد در تعظیمها  ** تا که نسیان زاد یا سهو و خطا 
  • Sarhoş gibi hani. O ada cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der. 4105
  • هم‌چو مستی کو جنایتها کند  ** گوید او معذور بودم من ز خود 
  • Ona derler ki: Doğru ama a kötü işli, o zıkkımı sen içtin, dileğinle, isteğinle zıkkımlandın.
  • گویدش لیکن سبب ای زشتکار  ** از تو بد در رفتن آن اختیار 
  • Sarhoşluk, sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dileği de kendin meydana getirdin.
  • بی‌خودی نامد بخود تش خواندی  ** اختیارت خود نشد تش راندی 
  • Sarhoşluk, senin kastın, çalışıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdını korur, gözetirdi.
  • گر رسیدی مستی بی‌جهد تو  ** حفظ کردی ساقی جان عهد تو 
  • Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Tanrı sarhoşluğuna kul köle olayım.
  • پشت‌دارت بودی او و عذرخواه  ** من غلام زلت مست اله 
  • Ey her çeşit elde edilen şey, kendisinden olan Tanrı, bütün âlemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir. 4110
  • عفوهای جمله عالم ذره‌ای  ** عکس عفوت ای ز تو هر بهره‌ای 
  • Aflar, senin affını överler, insanlar, sakının, ona benzer, ona eşit yoktur.
  • عفوها گفته ثنای عفو تو  ** نیست کفوش ایها الناس اتقوا 
  • Onların canlarını sen bağışla, huzurundan da kovma. Ey muradına erişen, senin damağının tadıdır onlar.
  • جانشان بخش و ز خودشان هم مران  ** کام شیرین تو اند ای کامران 
  • Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılığını çekebilir?
  • رحم کن بر وی که روی تو بدید  ** فرقت تلخ تو چون خواهد کشید 
  • Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma.
  • از فراق و هجر می‌گویی سخن  ** هر چه خواهی کن ولیکن این مکن 
  • Senin tuzağına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile senden ayrılmaya bedel olamaz. 4115
  • صد هزاران مرگ تلخ شصت تو  ** نیست مانند فراق روی تو 
  • Ey suçluların feryadına yetişen, ayrılık acısını erlerden de uzaklaştır, kadınlardan da.
  • تلخی هجر از ذکور و از اناث  ** دور دار ای مجرمان را مستغاث 
  • Senin vuslatını umarak ölmek hoştur. Fakat ayrılığının acısı, ateşin üstündedir.
  • بر امید وصل تو مردن خوشست  ** تلخی هجر تو فوق آتشست 
  • Kâfir bile cehennemde bana bir baksaydın cehennemde olduğuma gam mı çekerdim deyip durur.
  • گبر می‌گوید میان آن سقر  ** چه غمم بودی گرم کردی نظر 
  • Çünkü o bakış, bütün eziyetleri tatlılaştırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakış.
  • کان نظر شیرین کننده‌ی رنجهاست  ** ساحران را خونبهای دست و پاست 
  • Firavun, büyücüleri öldüreceği zaman onlar, "Zararı yok.. Biz, Tanrımıza döneriz" dediler, bunun tefsiri
  • تفسیر گفتن ساحران فرعون را در وقت سیاست با او کی لا ضیر انا الی ربنا منقلبون 
  • Gökyüzü "Zararı yok" sesini duydu. Gökyüzü, sanki o savlıcana bir top kesildi. 4120
  • نعره‌ی لا ضیر بشنید آسمان  ** چرخ گویی شد پی آن صولجان