English    Türkçe    فارسی   

5
4139-4188

  • Can, o bensiz benlikten hoş bir hal aldı, âlem benliğinden sıçrayıp çıktı.
  • زان انای بی‌انا خوش گشت جان  ** شد جهان او از انایی جهان 
  • Benden kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler, olsun zahmetsiz benliğe! 4140
  • از انا چون رست اکنون شد انا  ** آفرینها بر انای بی عنا 
  • O kaçmada, benlikse peşine düşmüş. Onu, onsuz gördüğünden ardını bırakmamakta, koşup durmakta.
  • کو گریزان و انایی در پیش  ** می‌دود چون دید وی را بی ویش 
  • Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü istediğini elde edersin.
  • طالب اویی نگردد طالبت  ** چون بمردی طالبت شد مطلبت 
  • Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe istediğin seni arar mı?
  • زنده‌ای کی مرده‌شو شوید ترا  ** طالبی کی مطلبت جوید ترا 
  • Bu bahiste akıl, yol gösterici olsaydı Fahr-i Razı, din sırrını bilirdi.
  • اندرین بحث ار خرده ره‌بین بدی  ** فخر رازی رازدان دین بدی 
  • Fakat "Tatmıyan bilmez." Onun için onun aklı ve kurduğu hayaller de, ancak hayretini artırdı. 4145
  • لیک چون من لمن یذق لم یدر بود  ** عقل و تخییلات او حیرت فزود 
  • Bu ben, nerde düşünceyle açılacak, bulunacak? O ben, yokluktan sonra açılır, bulunur.
  • کی شود کشف از تفکر این انا  ** آن انا مکشوف شد بعد از فنا 
  • Bu akıllar, araştırma yüzünden ittihat ve hulul uçurumuna düşer.
  • می‌فتد این عقلها در افتقاد  ** در مغا کی حلول و اتحاد 
  • Ey yakınlaşma yüzünden yokluğa erişmiş, yıldız gibi güneş nurlarına dalmış olan Eyaz!
  • ای ایاز گشته فانی ز اقتراب  ** هم‌چو اختر در شعاع آفتاب 
  • Hattâ ittihat ve hululle değil de meni gibi beden haline gelmiş olan dost!
  • بلک چون نطفه مبدل تو به تن  ** نه از حلول و اتحادی مفتتن 
  • Ey af etmeyi sandığına almış, kendine mal edinmiş zat, affet. Sen lûtufta en ileri gidensin. Bütün lütuf edenler, senin ardındadır. 4150
  • عفو کن ای عفو در صندوق تو  ** سابق لطفی همه مسبوق تو 
  • Ben kim oluyorum ki af et diyeyim? Ey padişahım, ey Kün emrinin hulâsası!
  • من کی باشم که بگویم عفو کن  ** ای تو سلطان و خلاصه‌ی امر کن 
  • Ben kim oluyorum ki ey bütün benler, eteğine sarılmış olan padişahım, benliğimden geçmeden seninle beraber bulunayım?..
  • من کی باشم که بوم من با منت  ** ای گرفته جمله منها دامنت 
  • Eyaz'in şefaat etmede kendisini suçlu sayması ve bu suçtan özür dilemesi, özür dilemede de yine kendini suçlu bilmesi. Bu sınıklık, padişahın ululuğunu bilmekten ilerigelir. Peygamber, "Ben, Tanrıyı en iyi bileniniz ve Tanrı'dan en çok korkanınızım” dedi. Ulu Tanrı da "Söz budur, bundan ötesi yok; Tanrı'dan, onu bilen kulları korkar" buyurmuştur.
  • مجرم دانستن ایاز خود را درین شفاعت‌گری و عذر این جرم خواستن و در آن عذرگویی خود را مجرم دانستن و این شکستگی از شناخت و عظمت شاه خیزد کی انا اعلمکم بالله و اخشیکم لله و قال الله تعالی انما یخشی الله من عباده العلما 
  • Hilimle dolu olana ben nasıl olur da acımayı öğretmeye kalkışır, bilgi sahibine nasıl olur da bilim yolunu gösterebilirim?
  • من کی آرم رحم خلم آلود را  ** ره نمایم حلم علم‌اندود را 
  • Beni sillelerle, tokatlarla zebun etsen bile hakkın var. Ben, yüz binlerce tokata lâyık bir kulum.
  • صد هزاران صفع را ارزانیم  ** گر زبون صفعها گردانیم 
  • Ben huzurunda ne söyleyeyim de sana bir şey anlatmaya kalkışayım? Yahut da ne yüzle kerem şartını sana hatırlatmaya girişeyim? 4155
  • من چه گویم پیشت اعلامت کنم  ** یا که وا یادت دهم شرط کرم 
  • Sence bilinmeyen ne var? Alemde hatırında olmayan nedir ki?
  • آنچ معلوم تو نبود چیست آن  ** وآنچ یادت نیست کو اندر جهان 
  • Sen, bilgisizlikten arısın; bilgin de âlemde bulunan şeylerden herhangi birini unutmadan arıdır.
  • ای تو پاک از جهل و علمت پاک از آن  ** که فراموشی کند بر وی نهان 
  • Bir hiç olanı tuttun, adam ettin; onu güneş gibi nurlarla parlattın.
  • هیچ کس را تو کسی انگاشتی  ** هم‌چو خورشیدش به نور افراشتی 
  • Mademki beni adam ettin, yalvarırsam yalvarışımı kerem et, dinle.
  • چون کسم کردی اگر لابه کنم  ** مستمع شو لابه‌ام را از کرم 
  • Benim suretimden izhar ettiğin şefaati da yine sen ediyorsun demektir. 4160
  • زانک از نقشم چو بیرون برده‌ای  ** آن شفاعت هم تو خود را کرده‌ای 
  • Çünkü bu yurt, benim malımdan, mülkümden bomboş, burada benim hiçbir şeyim yok. Evde kuru, yaş, ne varsa benim değil.
  • چون ز رخت من تهی گشت این وطن  ** تر و خشک خانه نبود آن من 
  • Duamı su gibi akıttın, sebatını da bağışla ve o duayı kabul et.
  • هم دعا از من روان کردی چو آب  ** هم نباتش بخش و دارش مستجاب 
  • Önce bana duayı ilham eden sensin, sonunda duamı da sen kabul et.
  • هم تو بودی اول آرنده‌ی دعا  ** هم تو باش آخر اجابت را رجا 
  • Kabul et de o âlem padişahı suçluların suçunu bu kulu için af etti diyeyim.
  • تا زنم من لاف کان شاه جهان  ** بهر بنده عفو کرد از مجرمان 
  • Ben kendimi beğenmekteydim, baştanbaşa dertten ibarettim. Padişahım, her dertliye deva verdi. 4165
  • درد بودم سر به سر من خودپسند  ** کرد شاهم داروی هر دردمند 
  • Cehennemliktim, kötülüklerle, serlerle doluydum. Onun ihsan eli beni bir kevser haline getirdi.
  • دوزخی بودم پر از شور و شری  ** کرد دست فضل اویم کوثری 
  • Cehennem kimi yakar, yandınrsa ben o yanan şeyleri cesette tekrar çıkarır, bitiririm.
  • هر که را سوزید دوزخ در قود  ** من برویانم دگر بار از جسد 
  • Kevserin işi nedir? Her yanan, onun vasıtasiyle biter, yenilenir.
  • کار کوثر چیست که هر سوخته  ** گردد از وی نابت و اندوخته 
  • Kevser, katra katta keremlerini ilân eder; cehennemin yaktığı şeyleri ben yine yerine getiririm der.
  • قطره قطره او منادی کرم  ** کانچ دوزخ سوخت من باز آورم 
  • Cehennem, güz mevsiminin soğuğuna benzer. Keserse ey gül bahçesi, bahar gibidir. 4170
  • هست دوزخ هم‌چو سرمای خزان  ** هست کوثر چون بهار ای گلستان 
  • Cehennem, ölüme, mezar toprağına benzer. Kevserse sur üfürülmesi gibidir.
  • هست دوزخ هم‌چو مرگ و خاک گور  ** هست کوثر بر مثال نفخ صور 
  • Ey cehennemde bedenleri yananlar, Tanrı keremi, sizi kevsere çağırmadadır.
  • ای ز دوزخ سوخته اجسامتان  ** سوی کوثر می‌کشد اکرامتان 
  • Ey daima faal olan diri Tanrı, lütfen "halkı, benden faydalansınlar diye yarattım;
  • چون خلقت الخلق کی یربح علی  ** لطف تو فرمود ای قیوم حی 
  • Ben onlardan faydalanayım diye değil" buyurmuştur. Bu, senin cömertliğindir; bütün noksanlar, o cömertlikle düzelir.
  • لالان اربح علیهم جود تست  ** که شود زو جمله ناقصها درست 
  • Bedene tapan şu kullarını affet. Af denizinin af edişi, yerinde bir iştir. 4175
  • عفو کن زین بندگان تن‌پرست  ** عفو از دریای عفو اولیترست 
  • Halkı ırmak gibi, sel gibi affet, yıka, ant, kendi denizine daldır, temizle.
  • عفو خلقان هم‌چو جو و هم‌چو سیل  ** هم بدان دریای خود تازند خیل 
  • Aflar, her gece şu gönülden çıkar, güvercinler gibi sana uçar, ulaşır.
  • عفوها هر شب ازین دل‌پاره‌ها  ** چون کبوتر سوی تو آید شها 
  • Seher çağı yine onları uçurur, geceye kadar şu bedenlere hapsedersin.
  • بازشان وقت سحر پران کنی  ** تا به شب محبوس این ابدان کنی 
  • Yine akşam çağı, o sayvanın, o damın aşkı ile kanat çırparak uçarlar.
  • پر زنان بار دگر در وقت شام  ** می‌پرند از عشق آن ایوان و بام 
  • Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erişmişlerdir. 4180
  • تا که از تن تار وصلت بسکلند  ** پیش تو آیند کز تو مقبلند 
  • Baş aşağı geri dönmeden emin olarak "Biz, şüphe yok rabbimize dönenleriz" diye havada kanat çırparlar.
  • پر زنان آمن ز رجع سرنگون  ** در هوا که انا الیه راجعون 
  • O keremden de "Gelin, yücelin" diye ses gelir, O dönüşten sonra artık o hırs, o keder kalmaz..
  • بانگ می‌آید تعالوا زان کرم  ** بعد از آن رجعت نماند از حرص و غم 
  • Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular, kadrini bilin.
  • بس غریبیها کشیدیت از جهان  ** قدر من دانسته باشید ای مهان 
  • Bu ağacın gölgesinde nazla sarhoş olarak ayaklarınızı uzatınız.
  • زیر سایه‌ی این درختم مست ناز  ** هین بیندازید پاها را دراز 
  • Din yolunda zahmetler çeken ayaklarınızı ebedî hurilerin kucaklarına, ellerine uzatın. 4185
  • پایهای پر عنا از راه دین  ** بر کنار و دست حوران خالدین 
  • Huriler, merhametli bir halde birbirlerine işaret ederek bu sofiler, seferden döndüler.
  • حوریان گشته مغمز مهربان  ** کز سفر باز آمدند این صوفیان 
  • Güneş nuru gibi saf sofiler, bir müddet toprağa düştüler, pisliğe karıştılar.
  • صوفیان صافیان چون نور خور  ** مدتی افتاده بر خاک و قذر 
  • Fakat ayaklarında, üstlerinde başlarında hiçbir pislik olmaksızın tertemiz olarak güneşin nuru gibi yüce yüce güneş değirmisine geldiler.
  • بی‌اثر پاک از قذر باز آمدند  ** هم‌چو نور خور سوی قرص بلند