English    Türkçe    فارسی   

5
523-572

  • Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır.
  • بیخ و شاخ این ریاست را اگر  ** باز گویم دفتری باید دگر 
  • Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil.
  • اسپ سرکش را عرب شیطانش خواند  ** نی ستوری را که در مرعی بماند 
  • Şeytanlık lügatta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır. 525
  • شیطنت گردن کشی بد در لغت  ** مستحق لعنت آمد این صفت 
  • Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
  • این جهان محدود و آن خود بی حدست ** نقش و صورت پیش آن معنی سدست
  • O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.
  • آن نخواهد کین بود بر پشت خاک  ** تا ملک بکشد پدر را ز اشتراک 
  • Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
  • آن شنیدستی که الملک عقیم  ** قطع خویشی کرد ملکت‌جو ز بیم 
  • Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.
  • که عقیمست و ورا فرزند نیست  ** هم‌چو آتش با کسش پیوند نیست 
  • Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer. 530
  • هر چه یابد او بسوزد بر درد  ** چون نیابد هیچ خود را می‌خورد 
  • Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
  • هیچ شو وا ره تو از دندان او  ** رحم کم جو از دل سندان او 
  • Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al.
  • چونک گشتی هیچ از سندان مترس  ** هر صباح از فقر مطلق گیر درس 
  • Ululuk, ululuk ıssı Allah’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer.
  • هست الوهیت ردای ذوالجلال  ** هر که در پوشد برو گردد وبال 
  • Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!
  • تاج از آن اوست آن ما کمر  ** وای او کز حد خود دارد گذر 
  • Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allah’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya kalkışırsın. 535
  • فتنه‌ی تست این پر طاووسیت  ** که اشتراکت باید و قدوسیت 
  • Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini kel ve çirkin bir hale koyan tavus kuşunu görüp hayretle “Kendine acımıyor musun?” demesi, tavus kuşunun “Acıyorum ama bence can, kanattan daha değerlidir. Bu kanatsa benim can düşmanımdır” diye cevap vermesi
  • قصه‌ی آن حکیم کی دید طاوسی را کی پر زیبای خود را می‌کند به منقار و می‌انداخت و تن خود را کل و زشت می‌کرد از تعجب پرسید کی دریغت نمی‌آید گفت می‌آید اما پیش من جان از پر عزیزتر است و این پر عدوی جان منست 
  • Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı.
  • پر خود می‌کند طاوسی به دشت  ** یک حکیمی رفته بود آنجا بگشت 
  • Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
  • گفت طاوسا چنین پر سنی  ** بی‌دریغ از بیخ چون برمی‌کنی 
  • Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor?
  • خود دلت چون می‌دهد تا این حلل  ** بر کنی اندازیش اندر وحل 
  • Hafızlar o tüyleri beğendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar.
  • هر پرت را از عزیزی و پسند  ** حافظان در طی مصحف می‌نهند 
  • Halk, havalanmak için tüylerinden yelpazeler yapıyorlar. 540
  • بهر تحریک هوای سودمند  ** از پر تو بادبیزن می‌کنند 
  • Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki nakkaşın kim?
  • این چه ناشکری و چه بی‌باکیست  ** تو نمی‌دانی که نقاشش کیست 
  • Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.
  • یا همی‌دانی و نازی می‌کنی  ** قاصدا قلع طرازی می‌کنی 
  • Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür.
  • ای بسا نازا که گردد آن گناه  ** افکند مر بنده را از چشم شاه 
  • Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır.
  • ناز کردن خوشتر آید از شکر  ** لیک کم خایش که دارد صد خطر 
  • Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş. 545
  • ایمن آبادست آن راه نیاز  ** ترک نازش گیر و با آن ره بساز 
  • Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama vebal olur.
  • ای بسا نازآوری زد پر و بال  ** آخر الامر آن بر آن کس شد وبال 
  • Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir mahveder.
  • خوشی ناز ار دمی بفرازدت  ** بیم و ترس مضمرش بگدازدت 
  • Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş köşeye geçirir.
  • وین نیاز ار چه که لاغر می‌کند  ** صدر را چون بدر انور می‌کند 
  • Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur.
  • چون ز مرده زنده بیرون می‌کشد  ** هر که مرده گشت او دارد رشد 
  • Diriden ölüye çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır. 550
  • چون ز زنده مرده بیرون می‌کند  ** نفس زنده سوی مرگی می‌تند 
  • Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin.
  • مرده شو تا مخرج الحی الصمد  ** زنده‌ای زین مرده بیرون آورد 
  • Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.
  • دی شوی بینی تو اخراج بهار  ** لیل گردی بینی ایلاج نهار 
  • O kanatları yolma ki bir daha yerine yapışmaz. Ey güzel yüzlü, yasa düşüp yüzünü yırtma.
  • بر مکن آن پر که نپذیرد رفو  ** روی مخراش از عزا ای خوب‌رو 
  • Kuşluk güneşine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlış bir iştir.
  • آنچنان رویی که چون شمس ضحاست  ** آنچنان رخ را خراشیدن خطاست 
  • Böyle bir yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun ayrılığı ile ağlamada. 555
  • زخم ناخن بر چنان رخ کافریست  ** که رخ مه در فراق او گریست 
  • Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!
  • یا نمی‌بینی تو روی خویش را  ** ترک کن خوی لجاج اندیش را 
  • Nefsi mutmainne’nin saflığı ve temizliği, düşüncelerle bulanır. Nitekim aynanın yüzüne bir şey yazar, yahut bir şekil yaparsın, sonra temizlesen de yine bir iz, bir noksan kalır.
  • در بیان آنک صفا و سادگی نفس مطمنه از فکرتها مشوش شود چنانک بر روی آینه چیزی نویسی یا نقش کنی اگر چه پاک کنی داغی بماند و نقصانی 
  • Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.
  • روی نفس مطمنه در جسد  ** زخم ناخنهای فکرت می‌کشد 
  • Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.
  • فکرت بد ناخن پر زهر دان  ** می‌خراشد در تعمق روی جان 
  • Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
  • تا گشاید عقده‌ی اشکال را  ** در حدث کردست زرین بیل را 
  • Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür. 560
  • عقده را بگشاده گیر ای منتهی  ** عقده‌ی سختست بر کیسه‌ی تهی 
  • Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocaldın, başka birkaç düğümü de çözülmüş sayıver!
  • دز گشاد عقده‌ها گشتی تو پیر  ** عقده‌ی چندی دگر بگشاده گیر 
  • Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
  • عقده‌ای که آن بر گلوی ماست سخت  ** که بدانی که خسی یا نیک‌بخت 
  • Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et.
  • حل این اشکال کن گر آدمی  ** خرج این کن دم اگر آدم‌دمی 
  • Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
  • حد اعیان و عرض دانسته گیر  ** حد خود را دان که نبود زین گزیر 
  • Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş. 565
  • چون بدانی حد خود زین حدگریز  ** تا به بی‌حد در رسی ای خاک‌بیز 
  • Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın, duyduğun şeylerle geçip gitti.
  • عمر در محمول و در موضوع رفت  ** بی‌بصیرت عمر در مسموع رفت 
  • Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.
  • هر دلیلی بی‌نتیجه و بی‌اثر  ** باطل آمد در نتیجه‌ی خود نگر 
  • Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyas’la kanaat ettin.
  • جز به مصنوعی ندیدی صانعی  ** بر قیاس اقترانی قانعی 
  • Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
  • می‌فزاید در وسایط فلسفی  ** از دلایل باز برعکسش صفی 
  • Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker. 570
  • این گریزد از دلیل و از حجاب  ** از پی مدلول سر برده به جیب 
  • Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.
  • گر دخان او را دلیل آتشست  ** بی‌دخان ما را در آن آتش خوشست 
  • Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
  • خاصه این آتش که از قرب ولا  ** از دخان نزدیک‌تر آمد به ما