- Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
- میفزاید در وسایط فلسفی ** از دلایل باز برعکسش صفی
- Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker. 570
- این گریزد از دلیل و از حجاب ** از پی مدلول سر برده به جیب
- Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.
- گر دخان او را دلیل آتشست ** بیدخان ما را در آن آتش خوشست
- Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
- خاصه این آتش که از قرب ولا ** از دخان نزدیکتر آمد به ما
- Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
- پس سیهکاری بود رفتن ز جان ** بهر تخییلات جان سوی دخان
- Peygamber Aleyhisselam’ın “Müslümanlıkta papazlık yoktur” hadisi
- در بیان قول رسول علیهالسلام لا رهبانیة فیالاسلام
- Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.
- بر مکن پر را و دل بر کن ازو ** زانک شرط این جهاد آمد عدو
- Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir. 575
- چون عدو نبود جهاد آمد محال ** شهوتت نبود نباشد امتثال
- Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
- صبر نبود چون نباشد میل تو ** خصم چون نبود چه حاجت حیل تو
- Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
- هین مکن خود را خصی رهبان مشو ** زانک عفت هست شهوت را گرو
- Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
- بیهوا نهی از هوا ممکن نبود ** غازیی بر مردگان نتوان نمود
- “Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki.
- انفقوا گفتست پس کسپی بکن ** زانک نبود خرج بیدخل کهن
- Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku’ 580
- گر چه آورد انفقوا را مطلق او ** تو بخوان که اکسبوا ثم انفقوا
- Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
- همچنان چون شاه فرمود اصبروا ** رغبتی باید کزان تابی تو رو
- “Yeyin” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir.
- پس کلوا از بهر دام شهوتست ** بعد از آن لاتسرفوا آن عفتست
- Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
- چونک محمول به نبود لدیه ** نیست ممکن بود محمول علیه
- Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin.
- چونک رنج صبر نبود مر ترا ** شرط نبود پس فرو ناید جزا
- Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat! 585
- حبذا آن شرط و شادا آن جزا ** آن جزای دلنواز جانفزا
- Aşıkın Allah’dan kazandığı sevap da Allah’dır
- در بیان آنک ثواب عمل عاشق از حق هم حق است
- Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de.
- عاشقان را شادمانی و غم اوست ** دستمزد و اجرت خدمت هم اوست
- Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.
- غیر معشوق ار تماشایی بود ** عشق نبود هرزه سودایی بود
- Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
- عشق آن شعلهست کو چون بر فروخت ** هرچه جز معشوق باقی جمله سوخت
- La kılıcı, Allah’dan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır?
- تیغ لا در قتل غیر حق براند ** در نگر زان پس که بعد لا چه ماند
- İllallah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk! 590
- ماند الا الله باقی جمله رفت ** شاد باش ای عشق شرکتسوز زفت
- Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle gör.
- خود همو بود آخرین و اولین ** شرک جز از دیدهی احول مبین
- Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
- ای عجب حسنی بود جز عکس آن ** نیست تن را جنبشی از غیر جان
- Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
- آن تنی را که بود در جان خلل ** خوش نگردد گر بگیری در عسل
- Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir.
- این کسی داند که روزی زنده بود ** از کف این جان جان جامی ربود
- Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. 595
- وانک چشم او ندیدست آن رخان ** پیش او جانست این تف دخان
- Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.
- چون ندید او عمر عبدالعزیز ** پیش او عادل بود حجاج نیز
- O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
- چون ندید او مار موسی را ثبات ** در حبال سحر پندارد حیات
- Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
- مرغ کو ناخورده است آب زلال ** اندر آب شور دارد پر و بال
- Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
- جز به ضد ضد را همی نتوان شناخت ** چون ببیند زخم بشناسد نواخت
- Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir. 600
- لاجرم دنیا مقدم آمدست ** تا بدانی قدر اقلیم الست
- Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
- چون ازینجا وا رهی آنجا روی ** در شکرخانهی ابد شاکر شوی
- Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
- گویی آنجا خاک را میبیختم ** زین جهان پاک میبگریختم
- Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
- ای دریغا پیش ازین بودیم اجل ** تا عذابم کم بدی اندر وجل
- Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
- در تفسیر قول رسول علیهالسلام ما مات من مات الا و تمنی ان یموت قبل ما مات ان کان برا لیکون الی وصول البر اعجل و ان کان فاجرا لیقل فجوره
- İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
- زین بفرمودست آن آگه رسول ** که هر آنک مرد و کرد از تن نزول
- Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer. 605
- نبود او را حسرت نقلان و موت ** لیک باشد حسرت تقصیر و فوت
- Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
- هر که میرد خود تمنی باشدش ** که بدی زین پیش نقل مقصدش
- Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
- گر بود بد تا بدی کمتر بدی ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی
- Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
- گوید آن بد بیخبر میبودهام ** دم به دم من پرده میافزودهام
- Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
- گر ازین زودتر مرا معبر بدی ** این حجاب و پردهام کمتر بدی
- Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit. 610
- از حریصی کم دران روی قنوع ** وز تکبر کم دران چهرهی خشوع
- Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
- همچنین از بخل کم در روی جود ** وز بلیسی چهرهی خوب سجود
- O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
- بر مکن آن پر خلد آرای را ** بر مکن آن پر رهپیمای را
- Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
- چون شنید این پند در وی بنگریست ** بعد از آن در نوحه آمد میگریست
- O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
- نوحه و گریهی دراز دردمند ** هر که آنجا بود بر گریهش فکند
- Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu. 615
- وآنک میپرسید پر کندن ز چیست ** بیجوابی شد پشیمان میگریست
- Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
- کز فضولی من چرا پرسیدمش ** او ز غم پر بود شورانیدمش
- Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
- میچکید از چشم تر بر خاک آب ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب
- Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
- گریهی با صدق بر جانها زند ** تا که چرخ و عرش را گریان کند