- Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
- چون شنید این پند در وی بنگریست ** بعد از آن در نوحه آمد میگریست
- O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
- نوحه و گریهی دراز دردمند ** هر که آنجا بود بر گریهش فکند
- Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu. 615
- وآنک میپرسید پر کندن ز چیست ** بیجوابی شد پشیمان میگریست
- Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
- کز فضولی من چرا پرسیدمش ** او ز غم پر بود شورانیدمش
- Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
- میچکید از چشم تر بر خاک آب ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب
- Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
- گریهی با صدق بر جانها زند ** تا که چرخ و عرش را گریان کند
- Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
- عقل و دلها بیگمان عرشیاند ** در حجاب از نور عرشی میزیند
- Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
- در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوساند همچون هاروت و ماروت در چاه بابل
- Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar. 620
- همچو هاروت و چو ماروت آن دو پاک ** بستهاند اینجا به چاه سهمناک
- Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
- عالم سفلی و شهوانی درند ** اندرین چه گشتهاند از جرمبند
- İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
- سحر و ضد سحر را بیاختیار ** زین دو آموزند نیکان و شرار
- Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
- لیک اول پند بدهندش که هین ** سحر را از ما میاموز و مچین
- Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.
- ما بیاموزیم این سحر ای فلان ** از برای ابتلا و امتحان
- Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz. 625
- که امتحان را شرط باشد اختیار ** اختیاری نبودت بیاقتدار
- İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
- میلها همچون سگان خفتهاند ** اندریشان خیر و شر بنهفتهاند
- Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.
- چونک قدرت نیست خفتند این رده ** همچو هیزمپارهها و تنزده
- Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
- تا که مرداری در آید در میان ** نفخ صور حرص کوبد بر سگان
- O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
- چون در آن کوچه خری مردار شد ** صد سگ خفته بدان بیدار شد
- Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar. 630
- حرصهای رفته اندر کتم غیب ** تاختن آورد سر بر زد ز جیب
- Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar.
- موبه موی هر سگی دندان شده ** وز برای حیله دم جنبان شده
- Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner.
- نیم زیرش حیله بالا آن غضب ** چون ضعیف آتش که یابد او حطب
- Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar.
- شعله شعله میرسد از لامکان ** میرود دود لهب تا آسمان
- Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.
- صد چنین سگ اندرین تن خفتهاند ** چون شکاری نیستشان بنهفتهاند
- Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar. 635
- یا چو بازانند و دیده دوخته ** در حجاب از عشق صیدی سوخته
- Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal dağlarda dönüp dolaşmaya başlar.
- تا کله بردارد و بیند شکار ** آنگهان سازد طواف کوهسار
- Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir.
- شهوت رنجور ساکن میبود ** خاطر او سوی صحت میرود
- Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savaşa girişir.
- چون ببیند نان و سیب و خربزه ** در مصاف آید مزه و خوف بزه
- Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek, onun gevşemiş tabiatına iyi gelir.
- گر بود صبار دیدن سود اوست ** آن تهیج طبع سستش را نکوست
- Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeğ! 640
- ور نباشد صبر پس نادیده به ** تیر دور اولی ز مرد بیزره
- Tavus kuşunun cevap vermesi
- جواب گفتن طاوس آن سایل را
- Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmışsın.
- چون ز گریه فارغ آمد گفت رو ** که تو رنگ و بوی را هستی گرو
- Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan başıma yüzlerce bela gelip çatmada.
- آن نمیبینی که هر سو صد بلا ** سوی من آید پی این بالها
- Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için tuzak kuruyorlar.
- ای بسا صیاد بیرحمت مدام ** بهر این پرها نهد هر سوم دام
- Nice okçu kanatlarım için yayını çekmiş bana ok atmada.
- چند تیرانداز بهر بالها ** تیر سوی من کشد اندر هوا
- Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan, bu fitnelerden kurtulmama imkan yok. 645
- چون ندارم زور و ضبط خویشتن ** زین قضا و زین بلا و زین فتن
- Madem ki iş böyle, dağlarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam daha iyi.
- آن به آید که شوم زشت و کریه ** تا بوم آمن درین کهسار و تیه
- Ey yiğit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa ululananları yüzlerce belaya uğratır.
- این سلاح عجب من شد ای فتی ** عجب آرد معجبان را صد بلا
- Hünerler, anlayışlı olmak ve dünya malını elde etmek, tavusun kanatları gibi insanın canına düşmandır
- بیان آنک هنرها و زیرکیها و مال دنیا همچون پرهای طاوس عدو جانست
- Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.
- پس هنر آمد هلاکت خام را ** کز پی دانه نبیند دام را
- İhtiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.
- اختیار آن را نکو باشد که او ** مالک خود باشد اندر اتقوا
- Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak. 650
- چون نباشد حفظ و تقوی زینهار ** دور کن آلت بینداز اختیار
- Benim de cilvelendiğim şey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum, çünkü başıma kastetmede.
- جلوهگاه و اختیارم آن پرست ** بر کنم پر را که در قصد سرست
- Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu kötü düşüncelere sevk etmez.
- نیست انگارد پر خود را صبور ** تا پرش در نفکند در شر و شور
- Şu halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çeşit adama ok gelse önüne kalkanını tutar.
- پس زیانش نیست پر گو بر مکن ** گر رسد تیری به پیش آرد مجن
- Fakat bana bu güzel kanat düşmandır. Çünkü sabredemiyor, cilveleniyorum.
- لیک بر من پر زیبا دشمنیست ** چونک از جلوهگری صبریم نیست
- Eğer çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden debdebem, devletim artardı. 655
- گر بدی صبر و حفاظم راهبر ** بر فزودی ز اختیارم کر و فر
- Ben çocuğa yahut sarhoşa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim elime kılıç vermek caiz değildir.
- همچو طفلم یا چو مست اندر فتن ** نیست لایق تیغ اندر دست من
- Eğer aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer vasıtası olurdu.
- گر مرا عقلی بدی و منزجر ** تیغ اندر دست من بودی ظفر
- Güneş gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki doğrudan başka bir suretle kılıç vurmasın.
- عقل باید نورده چون آفتاب ** تا زند تیغی که نبود جز صواب
- Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, şu halde silahımı neden kuyuya atmayayım?
- چون ندارم عقل تابان و صلاح ** پس چرا در چاه نندازم سلاح
- Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum. 660
- در چه اندازم کنون تیغ و مجن ** کین سلاح خصم من خواهد شدن
- Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır onunla beni yaralar.
- چون ندارم زور و یاری و سند ** تیغم او بستاند و بر من زند
- Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Ben de onun inadına yüzümü yırtmadayım.
- رغم این نفس وقیحهخوی را ** که نپوشد رو خراشم روی را