- Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler. 65
- که آمدیم ای شاه ما اینجا قنق ** ای تو مهماندار سکان افق
- Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik.
- بینواییم و رسیده ما ز دور ** هین بیفشان بر سر ما فضل و نور
- Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.
- گفت ای یاران من قسمت کنید ** که شما پر از من و خوی منید
- Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz.
- پر بود اجسام هر لشکر ز شاه ** زان زنندی تیغ بر اعدای جاه
- Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
- تو بخشم شه زنی آن تیغ را ** ورنه بر اخوان چه خشم آید ترا
- Sen padişahın kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki? 70
- بر برادر بیگناهی میزنی ** عکس خشم شاه گرز دهمنی
- Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun.
- شه یکی جانست و لشکر پر ازو ** روح چون آبست واین اجسام جو
- Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler.
- آب روح شاه اگر شیرین بود ** جمله جوها پر ز آب خوش شود
- Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
- که رعیت دین شه دارند و بس ** این چنین فرمود سلطان عبس
- Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.
- هر یکی یاری یکی مهمان گزید ** در میان یک زفت بود و بیندید
- Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı. 75
- جشم ضخمی داشت کس او را نبرد ** ماند در مسجد چو اندر جام درد
- Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.
- مصطفی بردش چو وا ماند از همه ** هفت بز بد شیرده اندر رمه
- O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
- که مقیم خانه بودندی بزان ** بهر دوشیدن برای وقت خوان
- Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin sütünü de sildi süpürdü.
- نان و آش و شیر آن هر هفت بز ** خورد آن بوقحط عوج ابن غز
- Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.
- جمله اهل بیت خشمآلو شدند ** که همه در شیر بز طامع بدند
- O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi. 80
- معده طبلیخوار همچون طبل کرد ** قسم هژده آدمی تنها بخورد
- Yatacağı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
- وقت خفتن رفت و در حجره نشست ** پس کنیزک از غضب در را ببست
- Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti.
- از برون زنجیر در را در فکند ** که ازو بد خشمگین و دردمند
- Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı.
- گبر را در نیمشب یا صبحدم ** چون تقاضا آمد و درد شکم
- Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.
- از فراش خویش سوی در شتافت ** دست بر در چون نهاد او بسته یافت
- O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı. 85
- در گشادن حیله کرد آن حیلهساز ** نوع نوع و خود نشد آن بند باز
- İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile.
- شد تقاضا بر تقاضا خانه تنگ ** ماند او حیران و بیدرمان و دنگ
- Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
- حیله کرد او و به خواب اندر خزید ** خویشتن در خواب در ویرانه دید
- Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
- زانک ویرانه بد اندر خاطرش ** شد به خواب اندر همانجا منظرش
- Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi.
- خویش در ویرانهی خالی چو دید ** او چنان محتاج اندر دم برید
- Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü. 90
- گشت بیدار و بدید آن جامه خواب ** پر حدث دیوانه شد از اضطراب
- Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.
- ز اندرون او برآمد صد خروش ** زین چنین رسواییی بی خاکپوش
- Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
- گفت خوابم بتر از بیداریم ** گه خورم این سو و آن سو میریم
- Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu.
- بانگ میزد وا ثبورا وا ثبور ** همچنانک کافر اندر قعر گور
- Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı.
- منتظر که کی شود این شب به سر ** یا برآید در گشادن بانگ در
- Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı. 95
- تا گریزد او چو تیری از کمان ** تا نبیند هیچ کس او را چنان
- Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.
- قصه بسیارست کوته میکنم ** باز شد آن در رهید از درد و غم
- Mustafa aleyhisselam’ın, oda kapısını açması ve konuğun, onu görüp utanmaması, dilediği gibi dışarı çıkması için kendisini gizlemesi
- در حجره گشادن مصطفی علیهالسلام بر مهمان و خود را پنهان کردن تا او خیال گشاینده را نبیند و خجل شود و گستاخ بیرون رود
- Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.
- مصطفی صبح آمد و در را گشاد ** صبح آن گمراه را او راه داد
- Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi.
- در گشاد و گشت پنهان مصطفی ** تا نگردد شرمسار آن مبتلا
- Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu.
- تا برون آید رود گستاخ او ** تا نبیند درگشا را پشت و رو
- Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Allah eteği Mustafa’yı ondan gizledi. 100
- یا نهان شد در پس چیزی و یا ** از ویش پوشید دامان خدا
- Allah boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Allah perdesini, bakanın önüne örüverir.
- صبغة الله گاه پوشیده کند ** پردهی بیچون بر آن ناظر تند
- Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Allah kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.
- تا نبیند خصم را پهلوی خویش ** قدرت یزدان از آن بیشست بیش
- Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Allah fermanı,
- مصطفی میدید احوال شبش ** لیک مانع بود فرمان ربش
- Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.
- تا که پیش از خبط بگشاید رهی ** تا نیفتد زان فضیحت در چهی
- Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi. 105
- لیک حکمت بود و امر آسمان ** تا ببیند خویشتن را او چنان
- Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
- بس عداوتها که آن یاری بود ** بس خرابیها که معماری بود
- Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
- جامه خواب پر حدث را یک فضول ** قاصدا آورد در پیش رسول
- Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
- که چنین کردست مهمانت ببین ** خندهای زد رحمةللعالمین
- Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
- که بیار آن مطهره اینجا به پیش ** تا بشویم جمله را با دست خویش
- Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de. 110
- هر کسی میجست کز بهر خدا ** جان ما و جسم ما قربان ترا
- Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.
- ما بشوییم این حدث را تو بهل ** کار دستست این نمط نه کار دل
- Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
- ای لعمرک مر ترا حق عمر خواند ** پس خلیفه کرد و بر کرسی نشاند
- Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? “ dedi.
- ما برای خدمت تو میزییم ** چون تو خدمت میکنی پس ما چهایم
- Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”
- گفت آن دانم و لیک این ساعتیست ** که درین شستن بخویشم حکمتیست