- Sebzvar’da nasıl olur da Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış toprak parçası bulunur mu? dediler.
- کی بود بوبکر اندر سبزوار ** یا کلوخ خشک اندر جویبار
- Padişah altından yüz çevirip “A mecusiler” dedi, Ebubekir adlı birisini armağan olarak getirmedikçe 855
- رو بتابید از زر و گفت ای مغان ** تا نیاریدم ابوبکر ارمغان
- Fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım.”
- هیچ سودی نیست کودک نیستم ** تا به زر و سیم حیران بیستم
- Ey zebun kişi sen de secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen kurtulamazsın.
- تا نیاری سجده نرهی ای زبون ** گر بپیمایی تو مسجد را به کون
- Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir Ebubekir var mı nerede? diye aramaya koyuldular.
- منهیان انگیختند از چپ و راست ** که اندرین ویرانه بوبکری کجاست
- Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler.
- بعد سه روز و سه شب که اشتافتند ** یک ابوبکری نزاری یافتند
- Yolcuymuş, hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup kalmış. 860
- ره گذر بود و بمانده از مرض ** در یکی گوشهی خرابه پر حرض
- Bir yıkık bucakta uyuyormuş. Onu görünce, çabuk dediler,
- خفته بود او در یکی کنجی خراب ** چون بدیدندش بگفتندش شتاب
- Kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz ölümden kurtulacak.
- خیز که سلطان ترا طالب شدست ** کز تو خواهد شهر ما از قتل رست
- Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere giderdim.
- گفت اگر پایم بدی یا مقدمی ** خود به راه خود به مقصد رفتمی
- Bu düşman yurdunda kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar giderdim.
- اندرین دشمنکده کی ماندمی ** سوی شهر دوستان میراندمی
- Ölü taşıyan bir salacayı getirip Ebubekir’i üstüne yatırdılar. 865
- تختهی مردهکشان بفراشتند ** وان ابوبکر مرا برداشتند
- Hamallara verip görsün diye Harzemşah’ın huzuruna götürdüler.
- سوی خوارمشاه حمالان کشان ** میکشیدندش که تا بیند نشان
- Bu cihan, Sebzvar’dır. Tanrı eri, burada zayi olur gider.
- سبزوارست این جهان و مرد حق ** اندرین جا ضایعست و ممتحق
- Harzemşah ulu Tanrıdır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.
- هست خوارمشاه یزدان جلیل ** دل همی خواهد ازین قوم رذیل
- Peygamber, “Tanrı, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi düzene koyun” demiştir.
- گفت لا ینظر الی تصویرکم ** فابتغوا ذا القلب فیتدبیر کم
- Tanrı, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın vermene bakmam bile demektedir. 870
- من ز صاحبدل کنم در تو نظر ** نه به نقش سجده و ایثار زر
- Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın.
- تو دل خود را چو دل پنداشتی ** جست و جوی اهل دل بگذاشتی
- Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider.
- دل که گر هفصد چو این هفت آسمان ** اندرو آید شود یاوه و نهان
- Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvar’da Ebubekir arama.
- این چنین دل ریزهها را دل مگو ** سبزوار اندر ابوبکری بجو
- Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Tanrı, altı cihette de o aynadan nazar eder durur.
- صاحب دل آینهی ششرو شود ** حق ازو در شش جهت ناظر بود
- Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Tanrı, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez. 875
- هر که اندر شش جهت دارد مقر ** نکندش بیواسطهی او حق نظر
- Birisini reddederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur.
- گر کند رد از برای او کند ** ور قبول آرد همو باشد سند
- O olmadıkça Tanrı kimseye rızk vermez. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim.
- بیازو ندهد کسی را حق نوال ** شمهای گفتم من از صاحبوصال
- Tanrı, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur.
- موهبت را بر کف دستش نهد ** وز کفش آن را به مرحومان دهد
- Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
- با کفش دریای کل را اتصال ** هست بیچون و چگونه و بر کمال
- Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. 880
- اتصالی که نگنجد در کلام ** گفتنش تکلیف باشد والسلام
- Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm adam gönül getir.
- صد جوال زر بیاری ای غنی ** حق بگوید دل بیار ای منحنی
- Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm.
- گر ز تو راضیست دل من راضیم ** ور ز تو معرض بود اعراضیم
- Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir.
- ننگرم در تو در آن دل بنگرم ** تحفه او را آر ای جان بر درم
- Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır.
- با تو او چونست هستم من چنان ** زیر پای مادران باشد جنان
- Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye. 885
- مادر و بابا و اصل خلق اوست ** ای خنک آنکس که داند دل ز پوست
- Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu.
- تو بگویی نک دل آوردم به تو ** گویدت پرست ازین دلها قتو
- Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür.
- آن دلی آور که قطب عالم اوست ** جان جان جان جان آدم اوست
- İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
- از برای آن دل پر نور و بر ** هست آن سلطان دلها منتظر
- Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın.
- تو بگردی روزها در سبزوار ** آنچنان دل را نیابی ز اعتبار
- Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün. 890
- پس دل پژمردهی پوسیدهجان ** بر سر تخته نهی آن سو کشان
- Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin.
- که دل آوردم ترا ای شهریار ** به ازین دل نبود اندر سبزوار
- O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun?
- گویدت این گورخانهست ای جری ** که دل مرده بدینجا آوری
- Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur.
- رو بیاور آن دلی کو شاهخوست ** که امان سبزوار کون ازوست
- Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.
- گویی آن دل زین جهان پنهان بود ** زانک ظلمت با ضیا ضدان بود
- Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır. 895
- دشمنی آن دل از روز الست ** سبزوار طبع را میراثی است
- Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar.
- زانک او بازست و دنیا شهر زاغ ** دیدن ناجنس بر ناجنس داغ
- İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
- ور کند نرمی نفاقی میکند ** ز استمالت ارتفاقی میکند
- O münâfık, evet der ama tasdik ettiğinden değil, nasihat verenin sözü kısa kesmesi içindir.(TM)
- میکند آری نه از بهر نیاز ** تا که ناصح کم کند نصح دراز
- Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
- زانک این زاغ خس مردارجو ** صد هزاران مکر دارد تو به تو
- Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. 900
- گر پذیرند آن نفاقش را رهید ** شد نفاقش عین صدق مستفید
- Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır.
- زانک آن صاحب دل با کر و فر ** هست در بازار ما معیوبخر
- Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak.
- صاحب دل جو اگر بیجان نهای ** جنس دل شو گر ضد سلطان نهای
- Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Tanrı’nın dostu değil ki!
- آنک زرق او خوش آید مر ترا ** آن ولی تست نه خاص خدا