English    Türkçe    فارسی   

5
879-928

  • Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.
  • با کفش دریای کل را اتصال  ** هست بی‌چون و چگونه و بر کمال 
  • Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. 880
  • اتصالی که نگنجد در کلام  ** گفتنش تکلیف باشد والسلام 
  • Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Tanrı der ki: A iki büklüm adam gönül getir.
  • صد جوال زر بیاری ای غنی  ** حق بگوید دل بیار ای منحنی 
  • Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm.
  • گر ز تو راضیست دل من راضیم  ** ور ز تو معرض بود اعراضیم 
  • Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir.
  • ننگرم در تو در آن دل بنگرم  ** تحفه او را آر ای جان بر درم 
  • Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır.
  • با تو او چونست هستم من چنان  ** زیر پای مادران باشد جنان 
  • Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye. 885
  • مادر و بابا و اصل خلق اوست  ** ای خنک آنکس که داند دل ز پوست 
  • Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu.
  • تو بگویی نک دل آوردم به تو  ** گویدت پرست ازین دلها قتو 
  • Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür.
  • آن دلی آور که قطب عالم اوست  ** جان جان جان جان آدم اوست 
  • İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.
  • از برای آن دل پر نور و بر  ** هست آن سلطان دلها منتظر 
  • Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın.
  • تو بگردی روزها در سبزوار  ** آنچنان دل را نیابی ز اعتبار 
  • Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün. 890
  • پس دل پژمرده‌ی پوسیده‌جان  ** بر سر تخته نهی آن سو کشان 
  • Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin.
  • که دل آوردم ترا ای شهریار  ** به ازین دل نبود اندر سبزوار 
  • O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun?
  • گویدت این گورخانه‌ست ای جری  ** که دل مرده بدینجا آوری 
  • Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur.
  • رو بیاور آن دلی کو شاه‌خوست  ** که امان سبزوار کون ازوست 
  • Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar.
  • گویی آن دل زین جهان پنهان بود  ** زانک ظلمت با ضیا ضدان بود 
  • Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır. 895
  • دشمنی آن دل از روز الست  ** سبزوار طبع را میراثی است 
  • Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar.
  • زانک او بازست و دنیا شهر زاغ  ** دیدن ناجنس بر ناجنس داغ 
  • İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur.
  • ور کند نرمی نفاقی می‌کند  ** ز استمالت ارتفاقی می‌کند 
  • O münâfık, evet der ama tasdik ettiğinden değil, nasihat verenin sözü kısa kesmesi içindir.(TM)
  • می‌کند آری نه از بهر نیاز  ** تا که ناصح کم کند نصح دراز 
  • Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.
  • زانک این زاغ خس مردارجو  ** صد هزاران مکر دارد تو به تو 
  • Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. 900
  • گر پذیرند آن نفاقش را رهید  ** شد نفاقش عین صدق مستفید 
  • Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır.
  • زانک آن صاحب دل با کر و فر  ** هست در بازار ما معیوب‌خر 
  • Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak.
  • صاحب دل جو اگر بی‌جان نه‌ای  ** جنس دل شو گر ضد سلطان نه‌ای 
  • Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Tanrı’nın dostu değil ki!
  • آنک زرق او خوش آید مر ترا  ** آن ولی تست نه خاص خدا 
  • Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber.
  • هر که او بر خو و بر طبع تو زیست  ** پیش طبع تو ولی است و نبیست 
  • Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. 905
  • رو هوا بگذار تا بویت شود  ** وان مشام خوش عبرجویت شود 
  • Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir.
  • از هوارانی دماغت فاسدست  ** مشک و عنبر پیش مغزت کاسدست 
  • Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.
  • حد ندارد این سخن و آهوی ما  ** می‌گریزد اندر آخر جابجا 
  • Eşekler ahırındaki ceylan hikayesinin arta kalanı
  • بقیه‌ی قصه‌ی آهو و آخر خران 
  • O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi.
  • روزها آن آهوی خوش‌ناف نر  ** در شکنجه بود در اصطبل خر 
  • Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.
  • مضطرب در نزع چون ماهی ز خشک  ** در یکی حقه معذب پشک و مشک 
  • Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyunda susun! 910
  • یک خرش گفتی که ها این بوالوحوش  ** طبع شاهان دارد و میران خموش 
  • Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? diyordu.
  • وآن دگر تسخر زدی کز جر و مد  ** گوهر آوردست کی ارزان دهد 
  • Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın.
  • وآن خری گفتی که با این نازکی  ** بر سریر شاه شو گو متکی 
  • Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı.
  • آن خری شد تخمه وز خوردن بماند  ** پس برسم دعوت آهو را بخواند 
  • Ceylan başını kaldırıp, hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi.
  • سر چنین کرد او که نه رو ای فلان  ** اشتهاام نیست هستم ناتوان 
  • Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin. 915
  • گفت می‌دانم که نازی می‌کنی  ** یا ز ناموس احترازی می‌کنی 
  • Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte.
  • گفت او با خود که آن طعمه‌ی توست  ** که از آن اجزای تو زنده و نوست 
  • Ben çayırlığın arkadaşıydım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim.
  • من الیف مرغزاری بوده‌ام  ** در زلال و روضه‌ها آسوده‌ام 
  • Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?
  • گر قضا انداخت ما را در عذاب  ** کی رود آن خو و طبع مستطاب 
  • Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim.
  • گر گدا گشتم گدارو کی شوم  ** ور لباسم کهنه گردد من نوم 
  • Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi. 920
  • سنبل و لاله و سپرغم نیز هم  ** با هزاران ناز و نفرت خورده‌ام 
  • Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.
  • گفت آری لاف می‌زن لاف‌لاف  ** در غریبی بس توان گفتن گزاف 
  • Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede.
  • گفت نافم خود گواهی می‌دهد  ** منتی بر عود و عنبر می‌نهد 
  • Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır.
  • لیک آن را کی شنود صاحب‌مشام  ** بر خر سرگین‌پرست آن شد حرام 
  • Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim?
  • خر کمیز خر ببوید بر طریق  ** مشک چون عرضه کنم با این فریق 
  • O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir. 925
  • بهر این گفت آن نبی مستجیب  ** رمز الاسلام فی‌الدنیا غریب 
  • Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar.
  • زانک خویشانش هم از وی می‌رمند  ** گرچه با ذاتش ملایک هم‌دمند 
  • Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz.
  • صورتش را جنس می‌بینند انام  ** لیک از وی می‌نیابند آن مشام 
  • Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma.
  • هم‌چو شیری در میان نقش گاو  ** دور می‌بینش ولی او را مکاو