English    Türkçe    فارسی   

6
1018-1067

  • Allah o taşı kendisine bir siper yapmıştır. O gök renkli suyu, o taştan akıtıp durmadadır.
  • Nitekim senin göz kaynağından da nur, hiç eksilmeden akıp durmadadır.
  • O nur, ne yağdan meydana gelir, ne deriden. Dost, yaratılışta, o gözü, nura bir vesile yapmıştır. 1020
  • Kulak boşluğunda da çekici bir yel vardır. Söyleyenin yalan olsun doğru olsun sözlerini duyar anlar.
  • O küçücük kemikteki yel nasıl bir yeldir ki söz söyleyenin harfini, sesini alıyor?
  • Kemikle yel ancak bir vesileden ibarettir. İki âlemde de Allah’dan başka kimse yoktur.
  • Perdesiz olarak duyan da odur söyleyen de. Çünkü “Kulaklar baştan sayılır.”
  • Kâfir dedi ki: Ey ikramcı adam, eğer acıyorsan para ver, al onu. G 1025
  • önlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.
  • Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’ya karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var, fakat kâfir.
  • Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana.
  • Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi.
  • Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği âdeta yerinden oynadı. 1030
  • Surete tapanların hali budur. Taş gibi yürekleri, bir suret gördüler mi mum gibi erir.
  • Fakat yine dayandı, inat etti, bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin dedi.
  • Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilâl’i satın aldı.
  • Bu alışverişte Sıddıyk aldandı sanarak kâfir gülmeye koyuldu
  • O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.
  • Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı. 1035
  • Dedi ki: Bu kara köleyi almaya bu kadar düşmesen, bu kadar sevdalanmasan,
  • Ben de ısrar etmezdim , bu verdiğin paranın onda biriyle almış olurdun.
  • Bence o yarım akça bile etmez. Fakat pahasını bağıra çağıra sen arttırdın.
  • Sıddıyk, a ahmak diye cevap verdi, çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin.
  • Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun. 1040
  • O kızıl altın, fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede.
  • Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez.
  • Eğer satışta biraz daha nekeslik etseydin bütün malımı mülkümü verirdim.
  • Daha ziyade üstüne düşseydin başkalarından bir etek dolusu altın borç alır, onu da verirdim.
  • Fakat bedava buldun da ucuz verdin. Hokkayı açıp da içindeki inciyi görmedin. 1045
  • Cahilliğinden üstü kapalın okkayı verdin, yakında görürsün sen ne zarara girdin!
  • Lâl dolu hokkayı yele verdin. Zenci gibi kara yüzlü oluşuna da seviniyorsun.
  • Sonunda çok eyvah dersin. Hiçbir kimse bahtı, devleti satar mı?
  • Baht sana köle elbiselerini bürünmüş de gelmişti. Fakat talihsiz gözün, zâhirden başka bir şey görmedi ki.
  • O sana kulluğunu gösterdi, fakat çirkin huyun onunla hileye, düzene girişti. 1050
  • A herzevekil bu bedeni ak, gönlü kara köleyi puta taparcasına al bakalım.
  • Bu senin, o da benim. İkimiz kârlıyız a kâfir. Senin dinin senin, benimki benim!
  • Puta tapanların lâyığı budur zaten. Çulu atlas olur atı sopa.
  • Kâfirlerin mezarı gibi dumanla ateşle doludur içi, fakat dışarısı yüzlerce nakışla, ziynetle bezenmiştir.
  • Zâlimlerim malları gibi hani. Dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlûm kanıdır, vebalidir. 1055
  • Münafık gibi görünüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.
  • Gar gur edip duran boş buluta benzer. Ondan ne yeryüzünde bir fayda vardır, ne buğdaya bir kuvvet.
  • Hileli ve yalan vâde gibi hani. Sonu rüsvaylıktır, fakat önü parlak görünür.
  • Ondan sonra Bilâl’in elini tuttu, o mihmetin dişlerinde bir hilâle dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler.
  • O bir hilâle dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi. 1060
  • Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı.
  • Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı.
  • Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir?
  • Sanki bir bakırdı, iksire kavuşmuş. Sanki bir müflisti, bol bir define elde etmiş.
  • Perişan balık denize düşmüştü, yolunu kaybetmiş kervan yol bulmuştu. 1065
  • Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar,
  • Sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!