- Nitekim senin göz kaynağından da nur, hiç eksilmeden akıp durmadadır.
- همچنانک از چشمهی چشم تو نور ** او روان کردست بیبخل و فتور
- O nur, ne yağdan meydana gelir, ne deriden. Dost, yaratılışta, o gözü, nura bir vesile yapmıştır. 1020
- نه ز پیه آن مایه دارد نه ز پوست ** رویپوشی کرد در ایجاد دوست
- Kulak boşluğunda da çekici bir yel vardır. Söyleyenin yalan olsun doğru olsun sözlerini duyar anlar.
- در خلای گوش باد جاذبش ** مدرک صدق کلام و کاذبش
- O küçücük kemikteki yel nasıl bir yeldir ki söz söyleyenin harfini, sesini alıyor?
- آن چه بادست اندر آن خرد استخوان ** کو پذیرد حرف و صوت قصهخوان
- Kemikle yel ancak bir vesileden ibarettir. İki âlemde de Allah’dan başka kimse yoktur.
- استخوان و باد روپوشست و بس ** در دو عالم غیر یزدان نیست کس
- Perdesiz olarak duyan da odur söyleyen de. Çünkü “Kulaklar baştan sayılır.”
- مستمع او قایل او بیاحتجاب ** زانک الاذنان من الراس ای مثاب
- Kâfir dedi ki: Ey ikramcı adam, eğer acıyorsan para ver, al onu. G 1025
- گفت رحمت گر همیآید برو ** زر بده بستانش ای اکرامخو
- önlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.
- از منش وا خر چو میسوزد دلت ** بیمنت حل نگردد مشکلت
- Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’ya karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var, fakat kâfir.
- گفت صد خدمت کنم پانصد سجود ** بندهای دارم تن اسپید و جهود
- Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana.
- تن سپید و دل سیاهستش بگیر ** در عوض ده تن سیاه و دل منیر
- Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi.
- پس فرستاد و بیاورد آن همام ** بود الحق سخت زیبا آن غلام
- Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği âdeta yerinden oynadı. 1030
- آنچنان که ماند حیران آن جهود ** آن دل چون سنگش از جا رفت زود
- Surete tapanların hali budur. Taş gibi yürekleri, bir suret gördüler mi mum gibi erir.
- حالت صورتپرستان این بود ** سنگشان از صورتی مومین بود
- Fakat yine dayandı, inat etti, bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin dedi.
- باز کرد استیزه و راضی نشد ** که برین افزون بده بیهیچ بد
- Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilâl’i satın aldı.
- یک نصاب نقره هم بر وی فزود ** تا که راضی گشت حرص آن جهود
- Bu alışverişte Sıddıyk aldandı sanarak kâfir gülmeye koyuldu
- خندیدن جهود و پنداشتن کی صدیق مغبونست درین عقد
- O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.
- قهقهه زد آن جهود سنگدل ** از سر افسوس و طنز و غش و غل
- Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı. 1035
- گفت صدیقش که این خنده چه بود ** در جواب پرسش او خنده فزود
- Dedi ki: Bu kara köleyi almaya bu kadar düşmesen, bu kadar sevdalanmasan,
- گفت اگر جدت نبودی و غرام ** در خریداری این اسود غلام
- Ben de ısrar etmezdim , bu verdiğin paranın onda biriyle almış olurdun.
- من ز استیزه نمیجوشیدمی ** خود به عشر اینش بفروشیدمی
- Bence o yarım akça bile etmez. Fakat pahasını bağıra çağıra sen arttırdın.
- کو به نزد من نیرزد نیم دانگ ** تو گران کردی بهایش را به بانگ
- Sıddıyk, a ahmak diye cevap verdi, çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin.
- پس جوابش داد صدیق ای غبی ** گوهری دادی به جوزی چون صبی
- Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun. 1040
- کو به نزد من همیارزد دو کون ** من به جانش ناظرستم تو بلون
- O kızıl altın, fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede.
- زر سرخست او سیهتاب آمده ** از برای رشک این احمقکده
- Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez.
- دیدهی این هفت رنگ جسمها ** در نیابد زین نقاب آن روح را
- Eğer satışta biraz daha nekeslik etseydin bütün malımı mülkümü verirdim.
- گر مکیسی کردیی در بیع بیش ** دادمی من جمله ملک و مال خویش
- Daha ziyade üstüne düşseydin başkalarından bir etek dolusu altın borç alır, onu da verirdim.
- ور مکاس افزودیی من ز اهتمام ** دامنی زر کردمی از غیر وام
- Fakat bedava buldun da ucuz verdin. Hokkayı açıp da içindeki inciyi görmedin. 1045
- سهل دادی زانک ارزان یافتی ** در ندیدی حقه را نشکافتی
- Cahilliğinden üstü kapalın okkayı verdin, yakında görürsün sen ne zarara girdin!
- حقه سربسته جهل تو بداد ** زود بینی که چه غبنت اوفتاد
- Lâl dolu hokkayı yele verdin. Zenci gibi kara yüzlü oluşuna da seviniyorsun.
- حقهی پر لعل را دادی به باد ** همچو زنگی در سیهرویی تو شاد
- Sonunda çok eyvah dersin. Hiçbir kimse bahtı, devleti satar mı?
- عاقبت وا حسرتا گویی بسی ** بخت ودولت را فروشد خود کسی
- Baht sana köle elbiselerini bürünmüş de gelmişti. Fakat talihsiz gözün, zâhirden başka bir şey görmedi ki.
- بخت با جامهی غلامانه رسید ** چشم بدبختت به جز ظاهر ندید
- O sana kulluğunu gösterdi, fakat çirkin huyun onunla hileye, düzene girişti. 1050
- او نمودت بندگی خویشتن ** خوی زشتت کرد با او مکر و فن
- A herzevekil bu bedeni ak, gönlü kara köleyi puta taparcasına al bakalım.
- این سیهاسرار تناسپید را ** بتپرستانه بگیر ای ژاژخا
- Bu senin, o da benim. İkimiz kârlıyız a kâfir. Senin dinin senin, benimki benim!
- این ترا و آن مرا بردیم سود ** هین لکم دین ولی دین ای جهود
- Puta tapanların lâyığı budur zaten. Çulu atlas olur atı sopa.
- خود سزای بتپرستان این بود ** جلش اطلس اسپ او چوبین بود
- Kâfirlerin mezarı gibi dumanla ateşle doludur içi, fakat dışarısı yüzlerce nakışla, ziynetle bezenmiştir.
- همچو گور کافران پر دود و نار ** وز برون بر بسته صد نقش و نگار
- Zâlimlerim malları gibi hani. Dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlûm kanıdır, vebalidir. 1055
- همچو مال ظالمان بیرون جمال ** وز درونش خون مظلوم و وبال
- Münafık gibi görünüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.
- چون منافق از برون صوم و صلات ** وز درون خاک سیاه بینبات
- Gar gur edip duran boş buluta benzer. Ondan ne yeryüzünde bir fayda vardır, ne buğdaya bir kuvvet.
- همچو ابری خالیی پر قر و قر ** نه درو نفع زمین نه قوت بر
- Hileli ve yalan vâde gibi hani. Sonu rüsvaylıktır, fakat önü parlak görünür.
- همچو وعدهی مکر و گفتار دروغ ** آخرش رسوا و اول با فروغ
- Ondan sonra Bilâl’in elini tuttu, o mihmetin dişlerinde bir hilâle dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler.
- بعد از آن بگرفت او دست بلال ** آن ز زخم ضرس محنت چون خلال
- O bir hilâle dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi. 1060
- شد خلالی در دهانی راه یافت ** جانب شیرینزبانی میشتافت
- Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı.
- چون بدید آن خسته روی مصطفی ** خر مغشیا فتاد او بر قفا
- Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı.
- تا بدیری بیخود و بیخویش ماند ** چون به خویش آمد ز شادی اشک راند
- Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir?
- مصطفیاش در کنار خود کشید ** کس چه داند بخششی کو را رسید
- Sanki bir bakırdı, iksire kavuşmuş. Sanki bir müflisti, bol bir define elde etmiş.
- چون بود مسی که بر اکسیر زد ** مفلسی بر گنج پر توفیر زد
- Perişan balık denize düşmüştü, yolunu kaybetmiş kervan yol bulmuştu. 1065
- ماهی پژمرده در بحر اوفتاد ** کاروان گم شده زد بر رشاد
- Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar,
- آن خطاباتی که گفت آن دم نبی ** گر زند بر شب بر آید از شبی
- Sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!
- روز روشن گردد آن شب چون صباح ** من نتوانم باز گفت آن اصطلاح
- Hamel burcundaki güneş, otlara ve henüz olmamış hurmalara ne yapar? Bilirsin ya.
- خود تو دانی که آفتابی در حمل ** تا چه گوید با نبات و با دقل