English    Türkçe    فارسی   

6
1026-1075

  • önlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.
  • از منش وا خر چو می‌سوزد دلت  ** بی‌منت حل نگردد مشکلت 
  • Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’ya karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var, fakat kâfir.
  • گفت صد خدمت کنم پانصد سجود  ** بنده‌ای دارم تن اسپید و جهود 
  • Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana.
  • تن سپید و دل سیاهستش بگیر  ** در عوض ده تن سیاه و دل منیر 
  • Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi.
  • پس فرستاد و بیاورد آن همام  ** بود الحق سخت زیبا آن غلام 
  • Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği âdeta yerinden oynadı. 1030
  • آنچنان که ماند حیران آن جهود  ** آن دل چون سنگش از جا رفت زود 
  • Surete tapanların hali budur. Taş gibi yürekleri, bir suret gördüler mi mum gibi erir.
  • حالت صورت‌پرستان این بود  ** سنگشان از صورتی مومین بود 
  • Fakat yine dayandı, inat etti, bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin dedi.
  • باز کرد استیزه و راضی نشد  ** که برین افزون بده بی‌هیچ بد 
  • Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilâl’i satın aldı.
  • یک نصاب نقره هم بر وی فزود  ** تا که راضی گشت حرص آن جهود 
  • Bu alışverişte Sıddıyk aldandı sanarak kâfir gülmeye koyuldu
  • خندیدن جهود و پنداشتن کی صدیق مغبونست درین عقد 
  • O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.
  • قهقهه زد آن جهود سنگ‌دل  ** از سر افسوس و طنز و غش و غل 
  • Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı. 1035
  • گفت صدیقش که این خنده چه بود  ** در جواب پرسش او خنده فزود 
  • Dedi ki: Bu kara köleyi almaya bu kadar düşmesen, bu kadar sevdalanmasan,
  • گفت اگر جدت نبودی و غرام  ** در خریداری این اسود غلام 
  • Ben de ısrar etmezdim , bu verdiğin paranın onda biriyle almış olurdun.
  • من ز استیزه نمی‌جوشیدمی  ** خود به عشر اینش بفروشیدمی 
  • Bence o yarım akça bile etmez. Fakat pahasını bağıra çağıra sen arttırdın.
  • کو به نزد من نیرزد نیم دانگ  ** تو گران کردی بهایش را به بانگ 
  • Sıddıyk, a ahmak diye cevap verdi, çocuk gibi bir cevize karşılık bir inci verdin.
  • پس جوابش داد صدیق ای غبی  ** گوهری دادی به جوزی چون صبی 
  • Bence o iki cihana değer. Ben cana bakıyorum sen renge bakıyorsun. 1040
  • کو به نزد من همی‌ارزد دو کون  ** من به جانش ناظرستم تو بلون 
  • O kızıl altın, fakat şu ahmaklar yurdunda oturanların hasedi yüzünden kara görünmede.
  • زر سرخست او سیه‌تاب آمده  ** از برای رشک این احمق‌کده 
  • Cisimlerin şu yedi rengini gören baş gözü, bu perde ardından o ruhu göremez.
  • دیده‌ی این هفت رنگ جسمها  ** در نیابد زین نقاب آن روح را 
  • Eğer satışta biraz daha nekeslik etseydin bütün malımı mülkümü verirdim.
  • گر مکیسی کردیی در بیع بیش  ** دادمی من جمله ملک و مال خویش 
  • Daha ziyade üstüne düşseydin başkalarından bir etek dolusu altın borç alır, onu da verirdim.
  • ور مکاس افزودیی من ز اهتمام  ** دامنی زر کردمی از غیر وام 
  • Fakat bedava buldun da ucuz verdin. Hokkayı açıp da içindeki inciyi görmedin. 1045
  • سهل دادی زانک ارزان یافتی  ** در ندیدی حقه را نشکافتی 
  • Cahilliğinden üstü kapalın okkayı verdin, yakında görürsün sen ne zarara girdin!
  • حقه سربسته جهل تو بداد  ** زود بینی که چه غبنت اوفتاد 
  • Lâl dolu hokkayı yele verdin. Zenci gibi kara yüzlü oluşuna da seviniyorsun.
  • حقه‌ی پر لعل را دادی به باد  ** هم‌چو زنگی در سیه‌رویی تو شاد 
  • Sonunda çok eyvah dersin. Hiçbir kimse bahtı, devleti satar mı?
  • عاقبت وا حسرتا گویی بسی  ** بخت ودولت را فروشد خود کسی 
  • Baht sana köle elbiselerini bürünmüş de gelmişti. Fakat talihsiz gözün, zâhirden başka bir şey görmedi ki.
  • بخت با جامه‌ی غلامانه رسید  ** چشم بدبختت به جز ظاهر ندید 
  • O sana kulluğunu gösterdi, fakat çirkin huyun onunla hileye, düzene girişti. 1050
  • او نمودت بندگی خویشتن  ** خوی زشتت کرد با او مکر و فن 
  • A herzevekil bu bedeni ak, gönlü kara köleyi puta taparcasına al bakalım.
  • این سیه‌اسرار تن‌اسپید را  ** بت‌پرستانه بگیر ای ژاژخا 
  • Bu senin, o da benim. İkimiz kârlıyız a kâfir. Senin dinin senin, benimki benim!
  • این ترا و آن مرا بردیم سود  ** هین لکم دین ولی دین ای جهود 
  • Puta tapanların lâyığı budur zaten. Çulu atlas olur atı sopa.
  • خود سزای بت‌پرستان این بود  ** جلش اطلس اسپ او چوبین بود 
  • Kâfirlerin mezarı gibi dumanla ateşle doludur içi, fakat dışarısı yüzlerce nakışla, ziynetle bezenmiştir.
  • هم‌چو گور کافران پر دود و نار  ** وز برون بر بسته صد نقش و نگار 
  • Zâlimlerim malları gibi hani. Dışarıdan güzel görünür ama hakikatte mazlûm kanıdır, vebalidir. 1055
  • هم‌چو مال ظالمان بیرون جمال  ** وز درونش خون مظلوم و وبال 
  • Münafık gibi görünüşte orucu, namazı görünür de hakikatte otsuz, çimensiz kapkara topraktır.
  • چون منافق از برون صوم و صلات  ** وز درون خاک سیاه بی‌نبات 
  • Gar gur edip duran boş buluta benzer. Ondan ne yeryüzünde bir fayda vardır, ne buğdaya bir kuvvet.
  • هم‌چو ابری خالیی پر قر و قر  ** نه درو نفع زمین نه قوت بر 
  • Hileli ve yalan vâde gibi hani. Sonu rüsvaylıktır, fakat önü parlak görünür.
  • هم‌چو وعده‌ی مکر و گفتار دروغ  ** آخرش رسوا و اول با فروغ 
  • Ondan sonra Bilâl’in elini tuttu, o mihmetin dişlerinde bir hilâle dönmüş olan dostun eline yapıştı, yola düştüler.
  • بعد از آن بگرفت او دست بلال  ** آن ز زخم ضرس محنت چون خلال 
  • O bir hilâle dönmüş de ağza yol bulmuştu, tatlı dilli birine gitmekteydi. 1060
  • شد خلالی در دهانی راه یافت  ** جانب شیرین‌زبانی می‌شتافت 
  • Zayıf, hasta bir haldeydi. Mustafa’nın yüzünü görünce sırt üstü düşüp bayıldı.
  • چون بدید آن خسته روی مصطفی  ** خر مغشیا فتاد او بر قفا 
  • Uzun müddet kendisinden geçmiş olarak öyle baygın kaldı. Kendine gelince sevincinden gözyaşları dökmeye başladı.
  • تا بدیری بی‌خود و بی‌خویش ماند  ** چون به خویش آمد ز شادی اشک راند 
  • Mustafa onu kucakladı. Ona ne bağışladı, ne ihsanlarda bulundu kim bilir?
  • مصطفی‌اش در کنار خود کشید  ** کس چه داند بخششی کو را رسید 
  • Sanki bir bakırdı, iksire kavuşmuş. Sanki bir müflisti, bol bir define elde etmiş.
  • چون بود مسی که بر اکسیر زد  ** مفلسی بر گنج پر توفیر زد 
  • Perişan balık denize düşmüştü, yolunu kaybetmiş kervan yol bulmuştu. 1065
  • ماهی پژمرده در بحر اوفتاد  ** کاروان گم شده زد بر رشاد 
  • Peygamberin o anda söylediği sözler, geceye söylenseydi gecelikten çıkar,
  • آن خطاباتی که گفت آن دم نبی  ** گر زند بر شب بر آید از شبی 
  • Sabah gibi apaydın olurdu. Ben, o sözleri anlatamam ki!
  • روز روشن گردد آن شب چون صباح  ** من نتوانم باز گفت آن اصطلاح 
  • Hamel burcundaki güneş, otlara ve henüz olmamış hurmalara ne yapar? Bilirsin ya.
  • خود تو دانی که آفتابی در حمل  ** تا چه گوید با نبات و با دقل 
  • Arı duru su, çiçeklerle fidanlara neler söyler? Onu da bilirsin.
  • خود تو دانی هم که آن آب زلال  ** می چه گوید با ریاحین و نهال 
  • Allah’nın sanatı, cihanın bütün cüzilerine karşı âdeta afsuncuların ağzından çıkan soluğun, harfin tesirini yapar. 1070
  • صنع حق با جمله اجزای جهان  ** چون دم و حرفست از افسون‌گران 
  • Allah çekişi, tesir ve sebeplerle olur. Harfsiz, dudaksız yüzlerce söz söyler Allah.
  • جذب یزدان با اثرها و سبب  ** صد سخن گوید نهان بی‌حرف و لب 
  • Tesir ediş de kaderden değil midir? Fakat tesiri, akılla anlaşılmaz.
  • نه که تاثیر از قدر معمول نیست  ** لیک تاثیرش ازو معقول نیست 
  • Akıl, asıllarda mukallit olduğu için bil ki ferilerinde de mukallittir.
  • چون مقلد بود عقل اندر اصول  ** دان مقلد در فروعش ای فضول 
  • Akıl peki, ben aslı bilmede de mukallidim, fer’i bilmede de fakat asıl maksat nedir, diye sorarsa de ki: Asıl maksat öyle bir şeydir ki sen onu bilemezsin vesselâm!
  • گر بپرسد عقل چون باشد مرام  ** گو چنانک تو ندانی والسلام 
  • Mustafa aleyhisselâm’ın Allah razı olsun Sıddıyk’a “Ben sana beni de ortak et dememiş miydim ? Neye yalnız aldın? Diye darılması onun da özür getirmesi
  • معاتبه‌ی مصطفی علیه‌السلام با صدیق رضی الله عنه کی ترا وصیت کردم کی به شرکت من بخر تو چرا بهر خود تنها خریدی و عذر او 
  • Peygamber dedi ki: Ey Sıddıyk, sana demedim mi ki bu ihsanda beni de ortak et. 1075
  • گفت ای صدیق آخر گفتمت  ** که مرا انباز کن در مکرمت