English    Türkçe    فارسی   

6
1111-1160

  • Bilâl’in bazı vasıflarını duydum. Şimdi de Hilâl’in zayıflığını dinle.
  • O, yürüyüşte, gidişte Bilâl’den ileriydi; kötü huylarını daha fazla tepelemişti.
  • Senin gibi ardına ardına gitmez, her an daha ziyade gerilemezdi; senin gibi mücevheri bırakıp taşa koşmazdı.
  • Hani şunu gibi: Bir adama konuk geldi. Adam, konuğun yaşını sormaya, ne vakit doğduğunu araştırmaya koyuldu.
  • Oğul dedi, kaç yaşındasın? Söyle, saklama anlat bakalım. 1115
  • Konuk, on sekiz dedi ,yahut on yedi, on altı. Yahut da kardeşlik, on beş!
  • Ev sahibi hadi bakalım şaşkın hadi, biraz daha geri geri git de ananın rahmine gir!
  • Bu sözü anlatan bir hikâye
  • Birisi bir beyden at istedi. Bey, yürü dedi, o güzel atı al.
  • Adam, ben onu istemem deyince neden dedi. Adam dedi ki: Pek huylu geri geri gidiyor.
  • Boyuna gerisin geri gitmede. Bey dedi ki: Sen de kuyruğunu eve çevir! 1120
  • Senin nefis atının kuyruğu da şehvettir. Bu sebepten, o kendisine tapan, geri geri gider.
  • Şehvet, sana aslından kuyruk olduysa o şehveti çek çevir, ahirete şehvetlen.
  • Şehvetini yemeden içmeden kestin mi, şehvet yüce akıl cihetine düşer, oradan baş gösterir.
  • Hani bir ağacın kötü dallarını budarsın da iyi dallarından dal budak verir, o dallar kuvvetlenir ya.
  • Kuyruğunu o tarafa çevirdin mi geri geri gitse bile sığınılacak yere kadar varır, dayanır. 1125
  • Ne mutludur binicisine râm olan ve doğru giden atlar. Onlar, ne geri giderler, ne huysuzluk ederler.
  • Allah Kelim’i Musa gibi hızlı hızlı gider, bir kilim gibi Bahreyn’e kadar varır, yayılır.
  • Musa’nın gittiği yol, tam yedi yüz yıllık yoldu, o sevda ile bu kadar uzun yolu aştı.
  • Bedenindeki gidiş gayreti bu kadardı. Canındaki gayretse ta İlliyn’e değdi.
  • İyi biniciler, birbirlerini geçmek için atlarını sürdüler. Karınları şiş battallarsa ahırda kala kaldılar. 1130
  • Örnek
  • Hani bir kervan bir köye gelip çatmış, orada açık bir kapı görmüştü.
  • Kervan halkından biri bu kocakarı soğuğunda eşyamızı buraya atalım, birkaç gün burada kalalım dedi.
  • İçeriden bir ses geldi: Hayır ,neyiniz varsa önce dışarıya bırakın da ondan sonra içeri girin.
  • Atılması gereken ne varsa dışarıya at da öyle gel. Onlarla içeriye girmeye kalkışma ki bu meclis pek yüce bir meclistir.
  • Hilâl, gönlü üstat, ruhu aydın bir zattı. İnanmış bir adamın kuluydu, ona seyislik etmekteydi. 1135
  • Ahırda seyislik ediyordu, ay, kuldu, köleydi ama hakikatte padişahlar padişahıydı.
  • Beyin, kölesinden haberi bile yoktur. Çünkü ona ancak şeytanın Âdem’e baktığı gibi bakıyordu.
  • Ancak su ve toprak görüyordu, ondaki defineden haberi yoktu. Beş duyguyla altı ciheti görüyordu, beş duygunun aslını değil.
  • Toprağın rengi meydandaydı, din nuru görünmüyordu. Her peygamber âlemde böyleydi.
  • Birisi minareyi görür, minaredeki kuşu göremez. Minaredeki hünerli doğanı gözü alamaz. 1140
  • İkincisi, kanatlarını çırpan kuşu görür, fakat kuşun ağzındaki tüyü göremez.
  • Allah nuru ile bakansa hem kuşu görür, hem ağzındaki tüyü.
  • Öbürüne der ki: Tüyü gör tüyü. Tüyü göremedikçe düğüm açılmaz.
  • Birisi insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık!
  • Beden minaredir, ilim ve ibadet kuşa benzer, onu ister üç yüz tane say ister iki tane. 1145
  • Orta görüşlü adam, yalnız kuşu görür, kuştan başka önde, artta hiçbir şey göremez.
  • Tüyse, kuşta gizli olan tüydür, kuşun canı onunla kaimdir.
  • Onun bilgisi daima canından coşar.Ne eğretidir,ne borç!
  • Hilâl hastalandı, efendisi onu hor görür, tanımazdı, hastalığını da duymadı. Mustafa aleyhisselâm’ın gönlüne doğdu.Hilâl’in hatırını sormaya,ona geçmiş olsun demeye gitti.
  • Hilâl kazara hastalandı, zayıflamaya, erimeye başladı. Mustafa, vahiyle onun halini anladı. 1150
  • Efendisi, onu, pek hor gördüğünden hastalığından da haberdar olmadı.
  • O ihsan sahibi ahırda tam dokuz gün yattı. Hiç kimse halini bilmiyordu.
  • Er olan, erlere padişahlar padişahı kesilen, kendisini yüzlerce akıl, bir deniz gibi kaplayan,
  • Peygambere vahiy geldi, Allah merhameti dertlilere derman oldu, iştiyakını çeken Hilâl hastadır.
  • Mustafa kadri yüce Hilâl’i görmek, ona geçmiş olsun deyip hatırını sormak için o tarafa doğru yola çıktı. 1155
  • O ay, vahiy güneşinin ardına düşmüş, sahabe de yıldızlar gibi onun ardınca gitmedeydi.
  • Ay “Sahabem yıldızlara benzer. İyilere, doğru yolu gösterirler, azgınları taşlarlar” diyordu.
  • Beye, o padişah geldi dediler. Neşesinden çılgın bir halde yerinden sıçradı.
  • O padişahlar padişahını, kendisi için gelmiş sanıp sevinçten ellerini çırptı.
  • Aşağıya inip muştucuya canlar saçıyordu âdeta. 1160