Bedenindeki gidiş gayreti bu kadardı. Canındaki gayretse ta İlliyn’e değdi.
همت سیر تنش چون این بود ** سیر جانش تا به علیین بود
İyi biniciler, birbirlerini geçmek için atlarını sürdüler. Karınları şiş battallarsa ahırda kala kaldılar.1130
شهسواران در سباقت تاختند ** خربطان در پایگه انداختند
Örnek
مثل
Hani bir kervan bir köye gelip çatmış, orada açık bir kapı görmüştü.
آنچنان که کاروانی میرسید ** در دهی آمد دری را باز دید
Kervan halkından biri bu kocakarı soğuğunda eşyamızı buraya atalım, birkaç gün burada kalalım dedi.
آن یکی گفت اندرین برد العجوز ** تا بیندازیم اینجا چند روز
İçeriden bir ses geldi: Hayır ,neyiniz varsa önce dışarıya bırakın da ondan sonra içeri girin.
بانگ آمد نه بینداز از برون ** وانگهانی اندر آ تو اندرون
Atılması gereken ne varsa dışarıya at da öyle gel. Onlarla içeriye girmeye kalkışma ki bu meclis pek yüce bir meclistir.
هم برون افکن هر آنچ افکندنیست ** در میا با آن کای ن مجلس سنیست
Hilâl, gönlü üstat, ruhu aydın bir zattı. İnanmış bir adamın kuluydu, ona seyislik etmekteydi.1135
بد هلال استاددل جانروشنی ** سایس و بندهی امیری مومنی
Ahırda seyislik ediyordu, ay, kuldu, köleydi ama hakikatte padişahlar padişahıydı.
سایسی کردی در آخر آن غلام ** لیک سلطان سلاطین بنده نام
Beyin, kölesinden haberi bile yoktur. Çünkü ona ancak şeytanın Âdem’e baktığı gibi bakıyordu.
آن امیر از حال بنده بیخبر ** که نبودش جز بلیسانه نظر
Ancak su ve toprak görüyordu, ondaki defineden haberi yoktu. Beş duyguyla altı ciheti görüyordu, beş duygunun aslını değil.
آب و گل میدید و در وی گنج نه ** پنج و شش میدید و اصل پنج نه
Toprağın rengi meydandaydı, din nuru görünmüyordu. Her peygamber âlemde böyleydi.
رنگ طین پیدا و نور دین نهان ** هر پیمبر این چنین بد در جهان
Birisi minareyi görür, minaredeki kuşu göremez. Minaredeki hünerli doğanı gözü alamaz.1140
آن مناره دید و در وی مرغ نی ** بر مناره شاهبازی پر فنی
İkincisi, kanatlarını çırpan kuşu görür, fakat kuşun ağzındaki tüyü göremez.
وان دوم میدید مرغی پرزنی ** لیک موی اندر دهان مرغ نی
Allah nuru ile bakansa hem kuşu görür, hem ağzındaki tüyü.
وانک او ینظر به نور الله بود ** هم ز مرغ و هم ز مو آگاه بود
Öbürüne der ki: Tüyü gör tüyü. Tüyü göremedikçe düğüm açılmaz.
گفت آخر چشم سوی موی نه ** تا نبینی مو بنگشاید گره
Birisi insanı nakışlarla bezenmiş balçıktan bir suret görür öbürü ilim ve amelle dolu bir balçık!
آن یکی گل دید نقشین دو وحل ** وآن دگر گل دید پر علم و عمل
Beden minaredir, ilim ve ibadet kuşa benzer, onu ister üç yüz tane say ister iki tane.1145
تن مناره علم و طاعت همچو مرغ ** خواه سیصد مرغگیر و یا دو مرغ
Orta görüşlü adam, yalnız kuşu görür, kuştan başka önde, artta hiçbir şey göremez.
مرد اوسط مرغبینست او و بس ** غیر مرغی مینبیند پیش و پس
Tüyse, kuşta gizli olan tüydür, kuşun canı onunla kaimdir.
موی آن نور نیست پنهان آن مرغ ** هیچ عاریت نباشد کار او
مرغ کان مویست درمنقار او ** هیچ عاریت نباشد کار او
Onun bilgisi daima canından coşar.Ne eğretidir,ne borç!
علم او از جان او جوشد مدام ** پیش او نه مستعار آمد نه وام
Hilâl hastalandı, efendisi onu hor görür, tanımazdı, hastalığını da duymadı. Mustafa aleyhisselâm’ın gönlüne doğdu.Hilâl’in hatırını sormaya,ona geçmiş olsun demeye gitti.
رنجور شدن این هلال و بیخبری خواجهی او از رنجوری او از تحقیر و ناشناخت و واقف شدن دل مصطفی علیهالسلام از رنجوری و حال او و افتقاد و عیادت رسول علیهالسلام این هلال را
Hilâl kazara hastalandı, zayıflamaya, erimeye başladı. Mustafa, vahiyle onun halini anladı.1150
از قضا رنجور و ناخوش شد هلال ** مصطفی را وحی شد غماز حال
Efendisi, onu, pek hor gördüğünden hastalığından da haberdar olmadı.
بد ز رنجوریش خواجهش بیخبر ** که بر او بد کساد و بیخطر
O ihsan sahibi ahırda tam dokuz gün yattı. Hiç kimse halini bilmiyordu.
خفته نه روز اندر آخر محسنی ** هیچ کس از حال او آگاه نی
Er olan, erlere padişahlar padişahı kesilen, kendisini yüzlerce akıl, bir deniz gibi kaplayan,
آنک کس بود و شهنشاه کسان ** عقل صد چون قلزمش هر جا رسان
Peygambere vahiy geldi, Allah merhameti dertlilere derman oldu, iştiyakını çeken Hilâl hastadır.
وحیش آمد رحم حق غمخوار شد ** که فلان مشتاق تو بیمار شد
Mustafa kadri yüce Hilâl’i görmek, ona geçmiş olsun deyip hatırını sormak için o tarafa doğru yola çıktı.1155
مصطفی بهر هلال با شرف ** رفت از بهر عیادت آن طرف
O ay, vahiy güneşinin ardına düşmüş, sahabe de yıldızlar gibi onun ardınca gitmedeydi.
در پی خورشید وحی آن مه دوان ** وآن صحابه در پیش چون اختران
Ay “Sahabem yıldızlara benzer. İyilere, doğru yolu gösterirler, azgınları taşlarlar” diyordu.
ماه میگوید که اصحابی نجوم ** للسری قدوه و للطاغی رجوم
Beye, o padişah geldi dediler. Neşesinden çılgın bir halde yerinden sıçradı.
میر را گفتند که آن سلطان رسید ** او ز شادی بیدل و جان برجهید
O padişahlar padişahını, kendisi için gelmiş sanıp sevinçten ellerini çırptı.
برگمان آن ز شادی زد دو دست ** کان شهنشه بهر او میر آمدست