- Mucizeler, düşmanı kahretmek içindir. Halbuki cinsiyet kokusu, gönül almaya insanı âşık etmeye sebep olur.
- معجزات از بهر قهر دشمنست ** بوی جنسیت پی دل بردنست
- Mucizeler, düşmanı kahreder ama dostu değil. Hiç dostun boynu bağlanır mı?
- قهر گردد دشمن اما دوست نی ** دوست کی گردد ببسته گردنی
- Hilâl uykudayken Peygamberin kokusunu aldı, bu gübrelik içindeki şu güzel koku nedir ki? dedi.
- اندر آمد او ز خواب از بوی او ** گفت سرگیندان درون زین گونه بو
- Derken atların, katırların ayakları arasında o eşi olmayan Peygamberin tertemiz eteğini gördü. 1180
- از میان پای استوران بدید ** دامن پاک رسول بیندید
- Sürüne sürüne ahırın bucağından gelip o erin ayağına yüzünü, gözünü sürdü.
- پس ز کنج آخر آمد غژغژان ** روی بر پایش نهاد آن پهلوان
- Peygamber, yüzünü yüzüne sürdü. Başını, yüzünü, gözünü öptü.
- پس پیمبر روی بر رویش نهاد ** بر سر و بر چشم و رویش بوسه داد
- Rabbim dedi, sen ne gizli mücevhersin. Ey arş garibi, nasılsın, iyi misin?
- گفت یا ربا چه پنهان گوهری ** ای غریب عرش چونی خوشتری
- Hilâl dedi ki: Uykusu dağılmış bir âşıkın ağzına gün doğarsa ne hale gelir?
- گفت چون باشد خود آن شوریده خواب ** که در آید در دهانش آفتاب
- Toprak çiğneyen bir susuzu su, güzel bir halde başı üstünde taşırsa nasıl olur? 1185
- چون بود آن تشنهای کو گل چرد ** آب بر سر بنهدش خوش میبرد
- Mustafa aleyhisselâm,İsa aleyhisselâm’ın su üstünde yürüdüğünü duyunca “Yakıyni artsaydı hava üstünde yürürdü” buyurmuştur.
- در بیان آنک مصطفی علیهالسلام شنید کی عیسی علیهالسلام بر روی آب رفت فرمود لو ازداد یقینه لمشی علی الهواء
- İsa gibi hani. Irmak onu baş üstünde tutardı; Abıhayat içinde gark olmadan emindi.
- همچو عیسی بر سرش گیرد فرات ** که ایمنی از غرقه در آب حیات
- Ahmed dedi ki: Eğer yakıyni fazla olsaydı hava ona binek olurdu.
- گوید احمد گر یقینش افزون بدی ** خود هوایش مرکب و مامون بدی
- Benim gibi... Ben de havaya bindim, miraç gecesi hava üstünde yürüdüm.
- همچو من که بر هوا راکب شدم ** در شب معراج مستصحب شدم
- Hilâl dedi ki: Kör ve pis bir köpek, uykudan sıçrayıp kalkar da kendisini aslan olmuş görünce ne hale gelir?
- گفت چون باشد سگی کوری پلید ** جست او از خواب خود را شیر دید
- Fakat okla vurulan aslan gibi bir aslan değil, korkusundan kılıçların temrenlerin kırıldığı bir aslan! 1190
- نه چنان شیری که کس تیرش زند ** بل ز بیمش تیغ و پیکان بشکند
- Yılan gibi karnı üstünde sürünüp giden bir körün gözü açılır, bağı, baharı görürse ne olur?
- کور بر اشکم رونده همچو مار ** چشمها بگشاد در باغ و بهار
- Mahiyet ve keyfiyetten kurtulan, keyfiyetsizliğin ebedi hayat yurduna ulaşan birisi nasıl olur?
- چون بود آن چون که از چونی رهید ** در حیاتستان بیچونی رسید
- Mekansızlık yurduna mahiyet ve keyfiyet bağışlayan bir hale gelir, bütün keyfiyet ve mahiyetler, köpekler gibi sofrasının etrafına toplanırsa.
- گشت چونیبخش اندر لامکان ** گرد خوانش جمله چونها چون سگان
- Keyfiyetsizlik âleminden onlara kemik verirse ne olur? Cenabetken sus, bu sûreyi okuma.
- او ز بیچونی دهدشان استخوان ** در جنابت تن زن این سوره مخوان
- Keyfiyetten gusül edip, tamamı ile yıkanıp arınmadıkça sen bu musafa dokunma oğlum. 1195
- تا ز چونی غسل ناری تو تمام ** تو برین مصحف منه کف ای غلام
- Fakat ey padişahlar, pis olayım, temiz olayım, âlemde bunu okumayayım da neyi okuyayım?
- گر پلیدم ور نظیفم ای شهان ** این نخوانم پس چه خوانم در جهان
- Sen bana sevaba girmem için diyorsun ki yıkanıp arınmadan su havuzuna girme.
- تو مرا گویی که از بهر ثواب ** غسل ناکرده مرو در حوض آب
- Fakat havuzun dışında topraktan başka bir şey yok. Havuza girmeyen temizlenemiyor.
- از برون حوض غیر خاک نیست ** هر که او در حوض ناید پاک نیست
- Suyun bu lütuf ve keremi olmasa, her an pislikleri kabul edip temizlemese,
- گر نباشد آبها را این کرم ** کو پذیرد مر خبث را دم به دم
- Vay ona iştiyak çekenlere, vay ona ümit bağlayanlara, vay onların ebedi hasretine! 1200
- وای بر مشتاق و بر اومید او ** حسرتا بر حسرت جاوید او
- Suyun yüzlerce lütfu vardır, yüzlerce ihsanı vardır. Pislikleri kabul eder vesselâm.
- آب دارد صد کرم صد احتشام ** که پلیدان را پذیرد والسلام
- Ey Hak ziyası Hüsamettin, nur seni kötü kuşlardan korur, gözetip bekler.
- ای ضیاء الحق حسامالدین که نور ** پاسبان تست از شر الطیور
- Ey yarasalardan gizli olan güneş, Allah nuru ve onun yücelişi, senin gözcün, bekçindir.
- پاسبان تست نور و ارتقاش ** ای تو خورشید مستر از خفاش
- Güneşin yüzündeki perde, ancak parlaklığının fazlalığı ve ışığının keskin ve şiddetli oluşudur.
- چیست پرده پیش روی آفتاب ** جز فزونی شعشعه و تیزی تاب
- Güneşin perdesi de Allah nurudur. Ondan nasipsiz olan yarasadır, gecedir. 1205
- پردهی خورشید هم نور ربست ** بینصیب از وی خفاشست و شبست
- Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
- هر دو چون در بعد و پرده ماندهاند ** یا سیهرو یا فسرده ماندهاند
- Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
- چون نبشتی بعضی از قصهی هلال ** داستان بدر آر اندر مقال
- Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
- آن هلال و بدر دارند اتحاد ** از دوی دورند و از نقص و فساد
- Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
- آن هلال از نقص در باطن بریست ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست
- Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. 1210
- درس گوید شب به شب تدریج را ** در تانی بر دهد تفریج را
- Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
- در تانی گوید ای عجول خام ** پایهپایه بر توان رفتن به بام
- Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
- دیگ را تدریج و استادانه جوش ** کار ناید قلیهی دیوانه جوش
- Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
- حق نه قادر بود بر خلق فلک ** در یکی لحظه به کن بیهیچ شک
- Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
- پس چرا شش روز آن را درکشید ** کل یوم الف عام ای مستفید
- Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır. 1215
- خلقت طفل از چه اندر نه مهاست ** زانک تدریج از شعار آن شهاست
- Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
- خلقت آدم چرا چل صبح بود ** اندر آن گل اندکاندک میفزود
- Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
- نه چو تو ای خام که اکنون تاختی ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی
- Kabak gibi her şeyin üstüne çıktın. Nerede sen de savaşta direnecek ayak
- بر دویدی چون کدو فوق همه ** کو ترا پای جهاد و ملحمه
- Ağaçlara, duvarlara dayandın, kabak gibi yukarı çıktın a kelceğiz!
- تکیه کردی بر درختان و جدار ** بر شدی ای اقرعک هم قرعوار
- Önce bineğin, usul boylu selvidir ama sonunda kupkuru, içi boş bir hale gelirsin! 1220
- اول ار شد مرکبت سرو سهی ** لیک آخر خشک و بیمغزی تهی
- A su kabağı, yeşil rengin tez sararır, çünkü o renk iğreti bir boyadır, aslında yok ki.
- رنگ سبزت زرد شد ای قرع زود ** زانک از گلگونه بود اصلی نبود
- Bir kocakarı çirkin suratındaki kılları yolar, yüzünü boyar,kızıllaştırırdı ama bir türlü olamazdı
- داستان آن عجوزه کی روی زشت خویشتن را جندره و گلگونه میساخت و ساخته نمیشد و پذیرا نمیآمد
- Doksan yaşında bir kocakarı vardı. Yüzü bumburuşuktu, rengi safran gibi sarıydı.
- بود کمپیری نودساله کلان ** پر تشنج روی و رنگش زعفران
- Yanağı, sofra altısının baş tarafları gibi kat kattı. Fakat erkek aşkından vazgeçmemişti.
- چون سر سفره رخ او توی توی ** لیک در وی بود مانده عشق شوی
- Dişleri dökülmüş, saçları süt gibi ağarmıştı. Boyu yay gibi bükülmüş, her duygusu değişmişti.
- ریخت دندانهاش و مو چون شیر شد ** قد کمان و هر حسش تغییر شد
- Böyle olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu. 1225
- عشق شوی و شهوت و حرصش تمام ** عشق صید و پارهپاره گشته دام
- Vakitsiz öten bir horoza, yolsuz, yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş boş bir tencereydi sanki.
- مرغ بیهنگام و راه بیرهی ** آتشی پر در بن دیگ تهی