English    Türkçe    فارسی   

6
119-168

  • Akıl keskindir ama ayağı gevşektir. Çünkü gönlü yıkıktır, bedeni sağlam.
  • عقل سر تیزست لیکن پای سست  ** زانک دل ویران شدست و تن درست 
  • Bu çeşit aklı olanların akılları, neye takılırsa sımsıkı takılır ama şehveti bırakmayı hiç mi hiç düşünmezler. 120
  • عقلشان در نقل دنیا پیچ پیچ  ** فکرشان در ترک شهوت هیچ هیچ 
  • Dâva zamanı göğüsleri doğuya benzer, fakat takva zamanı sabırları, âdeta bir şimşektir.
  • صدرشان در وقت دعوی هم‌چو شرق  ** صبرشان در وقت تقوی هم‌چو برق 
  • Her biri hünerlerle kendini gösterir, âlim geçinir. Fakat vefa vaktinde âlem gibi vefasızdır.
  • عالمی اندر هنرها خودنما  ** هم‌چو عالم بی‌وفا وقت وفا 
  • Kendini görme zamanında cihana sığmaz, fakat ekmek gibi boğazda, mide de kaybolur gider.
  • وقت خودبینی نگنجد در جهان  ** در گلو و معده گم گشته چو نان 
  • Fakat yine de bütün bu vasıflar iyidir... İyilik aradı mı insanda kötü şey kalmaz ki.
  • این همه اوصافشان نیکو شود  ** بد نماند چونک نیکوجو شود 
  • Meni, benliğinde kaldıkça kokuşur, pis olur. Fakat cana ulaştı mı aydınlık âlemini bulur. 125
  • گر منی گنده بود هم‌چون منی  ** چون به جان پیوست یابد روشنی 
  • Cansız şey, nebatata yüz tuttu mu, baht ağacından hayat biter.
  • هر جمادی که کند رو در نبات  ** از درخت بخت او روید حیات 
  • Canlıya yüz tutan nebat, Hızır gibi âbıhayat kaynağından içer.
  • هر نباتی کان به جان رو آورد  ** خضروار از چشمه‌ی حیوان خورد 
  • Can da canana yüz tutarsa pılısını pırtısını sonsuz ömür iklimine çeker götürür.
  • باز جان چون رو سوی جانان نهد  ** رخت را در عمر بی‌پایان نهد 
  • Birisinin , vaaz eden bir hocaya “Bir borcun üstüne oturmuş olan kuşun başı mı daha üstün ve yücedir, yoksa kuyruğu mu” diye sorması, vaaz edenin de,soran adamın anlayışına göre cevap vermesi.
  • سال سایل از مرغی کی بر سر ربض شهری نشسته باشد سر او فاضل‌ترست و عزیزتر و شریف‌تر و مکرم‌تر یا دم او و جواب دادن واعظ سایل را به قدر فهم او 
  • Bir gün bilgisiz bir adam, vaaz eden birine sordu: Mimberde senden daha yüce söz söyleyen, senden daha güzel vaaz eden bir adam bile yok.
  • واعظی را گفت روزی سایلی  ** کای تو منبر را سنی‌تر قایلی 
  • Sana bir sorum var; ey akıllı er, bu mecliste sualime cevap ver. 130
  • یک سالستم بگو ای ذو لباب  ** اندرین مجلس سالم را جواب 
  • Bir kale burcunun üstüne bir kuş otursa başı mı daha üstündür, kuyruğu mu?
  • بر سر بارو یکی مرغی نشست  ** از سر و از دم کدامینش بهست 
  • Vaaz eden dedi ki: Yüzü şehre, kuyruğu köyeyse yüzü, bil ki kuyruğundan üstündür.
  • گفت اگر رویش به شهر و دم به ده  ** روی او از دم او می‌دان که به 
  • Yok... Eğer kuyruğu şehre, yüzü köyeyse o kuyruğa toprak ol, yüzünden yüz çevir.
  • ور سوی شهرست دم رویش به ده  ** خاک آن دم باش و از رویش بجه 
  • Kanadı olan kuş, yuvasına kadar uçup gider. İnsanlar, insanların kanadı da himmettir.
  • مرغ با پر می‌پرد تا آشیان  ** پر مردم همتست ای مردمان 
  • Bir âşık, hayra, şerre bulanabilir. Sen onun hayrına şerrine bakma, himmetine bak. 135
  • عاشقی که آلوده شد در خیر و شر  ** خیر و شر منگر تو در همت نگر 
  • Doğan, isterse beyaz ve eşsiz olsun; fare avladıktan sonra bayağıdır.
  • باز اگر باشد سپید و بی‌نظیر  ** چونک صیدش موش باشد شد حقیر 
  • Fakat baykuşun meyli, padişaha olsa doğan sayılır, külâhına bakma.
  • ور بود چغدی و میل او به شاه  ** او سر بازست منگر در کلاه 
  • İnsan, bir hamur teknesi boyuncadır ama gök yüzünden de üstündür, esirden de.
  • آدمی بر قد یک طشت خمیر  ** بر فزود از آسمان و از اثیر 
  • Hiç bu gökyüzü “Biz onu ululadık” sözünü duydu mu? Kim duydu bu sözü? Dertlere düşmüş Âdemoğlu.
  • هیچ کرمنا شنید این آسمان  ** که شنید این آدمی پر غمان 
  • Hiç kimse, güzelliğini, aklını, sözlerini, isteklerini yeryüzüne gösterdi, bildirdi mi? 140
  • بر زمین و چرخ عرضه کرد کس  ** خوبی و عقل و عبارات و هوس 
  • Hiç yüzünün güzelliğini, reyindeki isabeti gökyüzüne göstermeye, söylemeye kalkıştı mı?
  • جلوه کردی هیچ تو بر آسمان  ** خوبی روی و اصابت در گمان 
  • Oğlum, hiçbir gümüş bedenli dilber, hamam duvarlarına çizilmiş resimlere kendisini gösterir, onların karşısında cilvelenir mi?
  • پیش صورتهای حمام ای ولد  ** عرضه کردی هیچ سیم‌اندام خود 
  • O huri gibi güzel resimler şöyle dursun, kalkar, yarı kör bir kocakarıya karşı cilvelenirsin.
  • بگذری زان نقشهای هم‌چو حور  ** جلوه آری با عجوز نیم‌کور 
  • O kocakarıda olan ve resimlerde olmayan nedir ki seni o resimlerden tutup çeker?
  • در عجوزه چیست که ایشان را نبود  ** که ترا زان نقشها با خود ربود 
  • Sen söylemezsin ama ben söyleyeyim: Akıldır, duygudur, anlayıştır, tedbirdir, candır. 145
  • تو نگویی من بگویم در بیان  ** عقل و حس و درک و تدبیرست و جان 
  • Kocakarıda insanla kaynaşan can var. Halbuki hamamdaki resimlerde ruh yok.
  • در عجوزه جان آمیزش‌کنیست  ** صورت گرمابه‌ها را روح نیست 
  • Hamam duvarındaki resim, bir harekete gelseydi derhal seni kocakarıdan çekerdi.
  • صورت گرمابه گر جنبش کند  ** در زمان او از عجوزه بر کند 
  • Can nedir? Hayırdan, şerden haberdar olan, lütuf ve ihsana sevinen, zarardan yerinip ağlayan şey.
  • جان چه باشد با خبر از خیر و شر  ** شاد با احسان و گریان از ضرر 
  • Madem ki canın sırrı, mahiyeti, insana hayrı, şerri haber vermede... Şu halde hakikatten kimin daha ziyade haberi varsa o, daha canlıdır.
  • چون سر و ماهیت جان مخبرست  ** هر که او آگاه‌تر با جان‌ترست 
  • Ruhun tesiri, bilgi ve anlayıştır. Kimde bu bilgi ve anlayış, daha fazlaysa o, daha ziyade Allahlıktır. 150
  • روح را تاثیر آگاهی بود  ** هر که را این بیش اللهی بود 
  • Fakat bu tabiat âleminin ötesinde öyle haberler, öyle bilgiler vardır ki bu canlar, o meydan da cansız bir hale gelirler.
  • چون خبرها هست بیرون زین نهاد  ** باشد این جانها در آن میدان جماد 
  • Bunlardan haberdar olmayan can, Allah tapısına mazhar oldu... Canların canı ise Allah’ya mazhar oldu.
  • جان اول مظهر درگاه شد  ** جان جان خود مظهر الله شد 
  • Melekler de tamamı ile akıldan, candan ibarettiler. Fakat yeni bir can geldi. Âdem yaratıldı mı onun karşısında beden haline geldiler.
  • آن ملایک جمله عقل و جان بدند  ** جان نو آمد که جسم آن بدند 
  • Kutluluktan o canı gördüler, ten gibi o ruha hizmetçi kesildiler.
  • از سعادت چون بر آن جان بر زدند  ** هم‌چو تن آن روح را خادم شدند 
  • Şeytana gelince, canla başla ondan baş çekti, canla birleşmedi, çünkü ölü bir uzuvdu. 155
  • آن بلیس از جان از آن سر برده بود  ** یک نشد با جان که عضو مرده بود 
  • Canı olmadığı için Âdem’e feda olmadı... Kırık bir eldi, cana itaat etmedi.
  • چون نبودش آن فدای آن نشد  ** دست بشکسته مطیع جان نشد 
  • Fakat o uzvu kırıldıysa cana bir noksan gelmedi ya. Canın elindedir bu, onu yine yaratabilir.
  • جان نشد ناقص گر آن عضوش شکست  ** کان بدست اوست تواند کرد هست 
  • Başka bir sır daha var, fakat bunu duyacak kulak nerede? O şekeri yiyecek dudu kuşu hani?
  • سر دیگر هست کو گوش دگر  ** طوطیی کو مستعد آن شکر 
  • Has dudulara pek bol, pek değerli şeker var ama aşağılık dudular, o taraftan göz yummuşlar.
  • طوطیان خاص را قندیست ژرف  ** طوطیان عام از آن خور بسته طرف 
  • Yalnız sureti derviş olan, o zekâtı, o arılığı nereden tadacak. O, mânadır, faûlün fâilât değil. 160
  • کی چشد درویش صورت زان زکات  ** معنیست آن نه فعولن فاعلات 
  • İsa’nın eşeğinden şeker esirgnemez ama eşek, yaradılış bakımından otu beğenir.
  • از خر عیسی دریغش نیست قند  ** لیک خر آمد به خلقت که پسند 
  • Şeker, eşeği neşelendirseydi önüne kantarla şeker dökülürdü.
  • قند خر را گر طرب انگیختی  ** پیش خر قنطار شکر ریختی 
  • “Onların ağızlarını mühürledik” âyetinin mânasını bil. Yolcuya bu, mühim bir şeydir.
  • معنی نختم علی افواههم  ** این شناس اینست ره‌رو را مهم 
  • Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür kaldırılır.
  • تا ز راه خاتم پیغامبران  ** بوک بر خیزد ز لب ختم گران 
  • Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar. 165
  • ختمهایی که انبیا بگذاشتند  ** آن بدین احمدی برداشتند 
  • Açılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı.
  • قفلهای ناگشاده مانده بود  ** از کف انا فتحنا برگشود 
  • O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere.
  • او شفیع است این جهان و آن جهان  ** این جهان زی دین و آنجا زی جنان 
  • Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.
  • این جهان گوید که تو رهشان نما  ** وآن جهان گوید که تو مهشان نما