English    Türkçe    فارسی   

6
1206-1255

  • Her ikisi de güneşten uzakta ve perde ardında kaldığından ya yüzleri kararmıştır, yahut da donup kalmışlardır.
  • هر دو چون در بعد و پرده مانده‌اند  ** یا سیه‌رو یا فسرده مانده‌اند 
  • Hilâl’e ait hikâyenin bir kısmını yazdım. Şimdi de dolunaya ait hikâyeyi dile getir.
  • چون نبشتی بعضی از قصه‌ی هلال  ** داستان بدر آر اندر مقال 
  • Hilâl’le dolunay birdir. İkilikten, noksandan, gidilmeden uzaktır onlar.
  • آن هلال و بدر دارند اتحاد  ** از دوی دورند و از نقص و فساد 
  • Hilâl hakikatte noksan kabul etmez, görünüşteki noksan, yavaş yavaş dolunay haline gelmek,kemal bulmaktır.
  • آن هلال از نقص در باطن بریست  ** آن به ظاهر نقص تدریج آوریست 
  • Geceleyin geceye yavaşlık hususunda ders verir. Sıkıntının yavaş yavaş açılacağını gösterir. 1210
  • درس گوید شب به شب تدریج را  ** در تانی بر دهد تفریج را 
  • Yavaşlıkla ey ham aceleci der, dama dayanan merdivenden basamak basamak çıkılır.
  • در تانی گوید ای عجول خام  ** پایه‌پایه بر توان رفتن به بام 
  • Tencereye yavaş ve ustaca kayna, delice kaynayan yemekten hayır gelmez der.
  • دیگ را تدریج و استادانه جوش  ** کار ناید قلیه‌ی دیوانه جوش 
  • Allah, âlemi bir kere Kün demekle yaratmaya kadir mi değildi? Bunda şüphe mi var?
  • حق نه قادر بود بر خلق فلک  ** در یکی لحظه به کن بی‌هیچ شک 
  • Peki neden bu yaratış, altı gün sürdü; her gün de tam bin yıl kadardı?
  • پس چرا شش روز آن را درکشید  ** کل یوم الف عام ای مستفید 
  • Neden çocuk dokuz ayda yaratılmada? Çünkü padişahların âdeti bir şeyi yavaşlıkla yapmaktır. 1215
  • خلقت طفل از چه اندر نه مه‌است  ** زانک تدریج از شعار آن شه‌است 
  • Neden Âdem’in yaratılışı kırk sabah sürdü, yavaş yavaş o balçığı insan haline getirdi?
  • خلقت آدم چرا چل صبح بود  ** اندر آن گل اندک‌اندک می‌فزود 
  • Allah, senin gibi aceleci değildir a ham adam. Sen, şimdi sıçrayıp koştun; çocuk olduğun halde kendini şeyh göstermedesin.
  • نه چو تو ای خام که اکنون تاختی  ** طفلی و خود را تو شیخی ساختی 
  • Kabak gibi her şeyin üstüne çıktın. Nerede sen de savaşta direnecek ayak
  • بر دویدی چون کدو فوق همه  ** کو ترا پای جهاد و ملحمه 
  • Ağaçlara, duvarlara dayandın, kabak gibi yukarı çıktın a kelceğiz!
  • تکیه کردی بر درختان و جدار  ** بر شدی ای اقرعک هم قرع‌وار 
  • Önce bineğin, usul boylu selvidir ama sonunda kupkuru, içi boş bir hale gelirsin! 1220
  • اول ار شد مرکبت سرو سهی  ** لیک آخر خشک و بی‌مغزی تهی 
  • A su kabağı, yeşil rengin tez sararır, çünkü o renk iğreti bir boyadır, aslında yok ki.
  • رنگ سبزت زرد شد ای قرع زود  ** زانک از گلگونه بود اصلی نبود 
  • Bir kocakarı çirkin suratındaki kılları yolar, yüzünü boyar,kızıllaştırırdı ama bir türlü olamazdı
  • داستان آن عجوزه کی روی زشت خویشتن را جندره و گلگونه می‌ساخت و ساخته نمی‌شد و پذیرا نمی‌آمد 
  • Doksan yaşında bir kocakarı vardı. Yüzü bumburuşuktu, rengi safran gibi sarıydı.
  • بود کمپیری نودساله کلان  ** پر تشنج روی و رنگش زعفران 
  • Yanağı, sofra altısının baş tarafları gibi kat kattı. Fakat erkek aşkından vazgeçmemişti.
  • چون سر سفره رخ او توی توی  ** لیک در وی بود مانده عشق شوی 
  • Dişleri dökülmüş, saçları süt gibi ağarmıştı. Boyu yay gibi bükülmüş, her duygusu değişmişti.
  • ریخت دندانهاش و مو چون شیر شد  ** قد کمان و هر حسش تغییر شد 
  • Böyle olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu. 1225
  • عشق شوی و شهوت و حرصش تمام  ** عشق صید و پاره‌پاره گشته دام 
  • Vakitsiz öten bir horoza, yolsuz, yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş boş bir tencereydi sanki.
  • مرغ بی‌هنگام و راه بی‌رهی  ** آتشی پر در بن دیگ تهی 
  • Meydana âşıktı, fakat ne atı vardı, ne ayağı. Düdük çalmaya sevdalıydı, fakat ne dudağı vardı ne zurnası!
  • عاشق میدان و اسپ و پای نی  ** عاشق زمر و لب و سرنای نی 
  • İhtiyarlıkta Allahm, kâfire bile hırs vermesin. Bu hırsı Allah kime verdiyse ne kötüdür o kul!
  • حرص در پیری جهودان را مباد  ** ای شقیی که خداش این حرص داد 
  • Köpek kocaldı, dişleri döküldü mü adamlara salamaz, ancak pisliğe, gübreye salar.
  • ریخت دندانهای سگ چون پیر شد  ** ترک مردم کرد و سرگین‌گیر شد 
  • Öyle olduğu halde şu altmış yaşındaki köpeklere bak ki her an köpek dişleri biraz daha keskinleşmede. 1230
  • این سگان شصت ساله را نگر  ** هر دمی دندان سگشان تیزتر 
  • İhtiyar köpeğin, derisinden tüyler dökülür; fakat şu ipekler giymiş kart köpeklere bak bir kere de!
  • پیر سگ را ریخت پشم از پوستین  ** این سگان پیر اطلس‌پوش بین 
  • Bu köpeklerin aşkı da alt yanlarıyla paraya, hırsları da. Kocaldıkça da bu aşkları artıyor, hele bak şu köpek soylarına!
  • عشقشان و حرصشان در فرج و زر  ** دم به دم چون نسل سگ بین بیشتر 
  • Böyle ömür cehennem sermayesi. Gazap kasaplarına salhane.
  • این چنین عمری که مایه‌ی دوزخ است  ** مر قصابان غضب را مسلخ است 
  • Ömrün uzun olsun dediler mi hoşlanır, güler de ağzı açık kalır.
  • چون بگویندش که عمر تو دراز  ** می‌شود دلخوش دهانش از خنده باز 
  • Böyle bir bedduayı dua sanır. Gözünü açmaz, kafasını bir türlü kaldırmaz. 1235
  • این چنین نفرین دعا پندارد او  ** چشم نگشاید سری بر نارد او 
  • Kıl ucu kadar ahret ahvalini görseydi, böyle diyene “Senin ömrün uzun olsun” derdi.
  • گر بدیدی یک سر موی از معاد  ** اوش گفتی این چنین عمر تو باد 
  • Bir yoksulun Geylân’lı birisine “Allah seni selâmetle evine barkına kavuştursun” diye dua etmesi
  • داستان آن درویش کی آن گیلانی را دعا کرد کی خدا ترا به سلامت به خان و مان باز رساناد 
  • Ekmeğe tapan, bir erkek bir yoksul, bir zembilli dilenci, bir gün Geylân’lı zengin birisinden
  • گفت یک روزی به خواجه‌ی گیلیی  ** نان پرستی نر گدا زنبیلیی 
  • Ekmek alınca dedi ki: Yarabbi sen bu kulunu hoşlukla, selâmetle evine barkına kavuştur.
  • چون ستد زو نان بگفت ای مستعان  ** خوش به خان و مان خود بازش رسان 
  • Geylân’lı kızıp a çirkin herif dedi, eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa oraya Allah, seni kavuştursun!
  • گفت خان ار آنست که من دیده‌ام  ** حق ترا آنجا رساند ای دژم 
  • Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hale getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kaderini düşürürler. 1240
  • هر محدث را خسان باذل کنند  ** حرفش ار عالی بود نازل کنند 
  • Çünkü söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanı adamın boyuna göre biçer.
  • زانک قدر مستمع آید نبا  ** بر قد خواجه برد درزی قبا 
  • (BASLIK YOK)
  • صفت آن عجوز 
  • Mademki meclisteki dinleyenler aşağılık kişiler, aşağılık söz söylemeden başka çare yok.
  • چونک مجلس بی چنین پیغاره نیست  ** از حدیث پست نازل چاره نیست 
  • Bu sözü rehine koy da yine o kocakarının hikâyesine başla.
  • واستان هین این سخن را از گرو  ** سوی افسانه‌ی عجوزه باز رو 
  • Bir insan kocaldı da bu yolda er olmadı mı adını kocakarı takıver!
  • چون مسن گشت و درین ره نیست مرد  ** تو بنه نامش عجوز سال‌خورد 
  • Ne sermayesi var, ne değeri, ne de bir sermaye kabul edecek kabiliyeti. 1245
  • نه مرورا راس مال و پایه‌ای  ** نه پذیرای قبول مایه‌ای 
  • Ne hoş ve güzel bir şey verir, ne alır. Ne manâsı var ne anlama liyakati.
  • نه دهنده نی پذیرنده‌ی خوشی  ** نه درو معنی و نه معنی‌کشی 
  • Ne dili var ne kulağı, ne aklı var; ne gözü. Ne kendinde, ne kendinden geçmiş, ne de düşünceye sahip.
  • نه زبان نه گوش نه عقل و بصر  ** نه هش و نه بیهشی و نه فکر 
  • Ne niyazı var, ne nazlanacak güzelliği. Soğan gibi kat kat ve her katıda kokmuş!
  • نه نیاز و نه جمالی بهر ناز  ** تو بتویش گنده مانند پیاز 
  • Ne bir yol varmış, ne yola gidecek ayağı kalmış. O kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve feryadı.
  • نه رهی ببریده او نه پای راه  ** نه تبش آن قحبه را نه سوز و آه 
  • Bir yoksul,evin birinden ne istediyse “yok” cevabını aldı.
  • قصه‌ی درویشی کی از آن خانه هرچه می‌خواست می‌گفت نیست 
  • Evin birine bir yoksul geldi. Kuru ekmek, yahut taze nane istedi. 1250
  • سایلی آمد به سوی خانه‌ای  ** خشک نانه خواست یا تر نانه‌ای 
  • Ev sahibi, burada ekmek ne arar? Burası ekmekçi dükkânı mı, aptal mısın sen dedi.
  • گفت صاحب‌خانه نان اینجا کجاست  ** خیره‌ای کی این دکان نانباست 
  • Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
  • گفت باری اندکی پیهم بیاب  ** گفت آخر نیست دکان قصاب 
  • A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
  • گفت پاره‌ی آرد ده ای کدخدا  ** گفت پنداری که هست این آسیا 
  • Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
  • گفت باری آب ده از مکرعه  ** گفت آخر نیست جو یا مشرعه 
  • Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi. 1255
  • هر چه او درخواست از نان یا سبوس  ** چربکی می‌گفت و می‌کردش فسوس