- Böyle olduğu halde koca isteği ve şehvet hırsı hâlâ yerindeydi. Erkek avlamaya aşkı vardı da tuzağı paramparça olmuştu. 1225
- عشق شوی و شهوت و حرصش تمام ** عشق صید و پارهپاره گشته دام
- Vakitsiz öten bir horoza, yolsuz, yolcusuz bir yola benziyordu. Kızgın ateşe konmuş boş bir tencereydi sanki.
- مرغ بیهنگام و راه بیرهی ** آتشی پر در بن دیگ تهی
- Meydana âşıktı, fakat ne atı vardı, ne ayağı. Düdük çalmaya sevdalıydı, fakat ne dudağı vardı ne zurnası!
- عاشق میدان و اسپ و پای نی ** عاشق زمر و لب و سرنای نی
- İhtiyarlıkta Allahm, kâfire bile hırs vermesin. Bu hırsı Allah kime verdiyse ne kötüdür o kul!
- حرص در پیری جهودان را مباد ** ای شقیی که خداش این حرص داد
- Köpek kocaldı, dişleri döküldü mü adamlara salamaz, ancak pisliğe, gübreye salar.
- ریخت دندانهای سگ چون پیر شد ** ترک مردم کرد و سرگینگیر شد
- Öyle olduğu halde şu altmış yaşındaki köpeklere bak ki her an köpek dişleri biraz daha keskinleşmede. 1230
- این سگان شصت ساله را نگر ** هر دمی دندان سگشان تیزتر
- İhtiyar köpeğin, derisinden tüyler dökülür; fakat şu ipekler giymiş kart köpeklere bak bir kere de!
- پیر سگ را ریخت پشم از پوستین ** این سگان پیر اطلسپوش بین
- Bu köpeklerin aşkı da alt yanlarıyla paraya, hırsları da. Kocaldıkça da bu aşkları artıyor, hele bak şu köpek soylarına!
- عشقشان و حرصشان در فرج و زر ** دم به دم چون نسل سگ بین بیشتر
- Böyle ömür cehennem sermayesi. Gazap kasaplarına salhane.
- این چنین عمری که مایهی دوزخ است ** مر قصابان غضب را مسلخ است
- Ömrün uzun olsun dediler mi hoşlanır, güler de ağzı açık kalır.
- چون بگویندش که عمر تو دراز ** میشود دلخوش دهانش از خنده باز
- Böyle bir bedduayı dua sanır. Gözünü açmaz, kafasını bir türlü kaldırmaz. 1235
- این چنین نفرین دعا پندارد او ** چشم نگشاید سری بر نارد او
- Kıl ucu kadar ahret ahvalini görseydi, böyle diyene “Senin ömrün uzun olsun” derdi.
- گر بدیدی یک سر موی از معاد ** اوش گفتی این چنین عمر تو باد
- Bir yoksulun Geylân’lı birisine “Allah seni selâmetle evine barkına kavuştursun” diye dua etmesi
- داستان آن درویش کی آن گیلانی را دعا کرد کی خدا ترا به سلامت به خان و مان باز رساناد
- Ekmeğe tapan, bir erkek bir yoksul, bir zembilli dilenci, bir gün Geylân’lı zengin birisinden
- گفت یک روزی به خواجهی گیلیی ** نان پرستی نر گدا زنبیلیی
- Ekmek alınca dedi ki: Yarabbi sen bu kulunu hoşlukla, selâmetle evine barkına kavuştur.
- چون ستد زو نان بگفت ای مستعان ** خوش به خان و مان خود بازش رسان
- Geylân’lı kızıp a çirkin herif dedi, eğer ev bark, benim gördüğüm ev barksa oraya Allah, seni kavuştursun!
- گفت خان ار آنست که من دیدهام ** حق ترا آنجا رساند ای دژم
- Aşağılık kişiler, her söz söyleyeni hor hakir bir hale getirirler. Sözü yüceyse, değerliyse bile o sözün kaderini düşürürler. 1240
- هر محدث را خسان باذل کنند ** حرفش ار عالی بود نازل کنند
- Çünkü söz, dinleyene göre söylenir; terzi kaftanı adamın boyuna göre biçer.
- زانک قدر مستمع آید نبا ** بر قد خواجه برد درزی قبا
- Mademki meclisteki dinleyenler aşağılık kişiler, aşağılık söz söylemeden başka çare yok.
- چونک مجلس بی چنین پیغاره نیست ** از حدیث پست نازل چاره نیست
- Bu sözü rehine koy da yine o kocakarının hikâyesine başla.
- واستان هین این سخن را از گرو ** سوی افسانهی عجوزه باز رو
- Bir insan kocaldı da bu yolda er olmadı mı adını kocakarı takıver!
- چون مسن گشت و درین ره نیست مرد ** تو بنه نامش عجوز سالخورد
- Ne sermayesi var, ne değeri, ne de bir sermaye kabul edecek kabiliyeti. 1245
- نه مرورا راس مال و پایهای ** نه پذیرای قبول مایهای
- Ne hoş ve güzel bir şey verir, ne alır. Ne manâsı var ne anlama liyakati.
- نه دهنده نی پذیرندهی خوشی ** نه درو معنی و نه معنیکشی
- Ne dili var ne kulağı, ne aklı var; ne gözü. Ne kendinde, ne kendinden geçmiş, ne de düşünceye sahip.
- نه زبان نه گوش نه عقل و بصر ** نه هش و نه بیهشی و نه فکر
- Ne niyazı var, ne nazlanacak güzelliği. Soğan gibi kat kat ve her katıda kokmuş!
- نه نیاز و نه جمالی بهر ناز ** تو بتویش گنده مانند پیاز
- Ne bir yol varmış, ne yola gidecek ayağı kalmış. O kahpenin ne bir yanıklığı var, ne bir ah ve feryadı.
- نه رهی ببریده او نه پای راه ** نه تبش آن قحبه را نه سوز و آه
- Bir yoksul,evin birinden ne istediyse “yok” cevabını aldı.
- قصهی درویشی کی از آن خانه هرچه میخواست میگفت نیست
- Evin birine bir yoksul geldi. Kuru ekmek, yahut taze nane istedi. 1250
- سایلی آمد به سوی خانهای ** خشک نانه خواست یا تر نانهای
- Ev sahibi, burada ekmek ne arar? Burası ekmekçi dükkânı mı, aptal mısın sen dedi.
- گفت صاحبخانه نان اینجا کجاست ** خیرهای کی این دکان نانباست
- Dilenci bâri biraz yağ ver deyince dedi ki: Burası kasap dükkânı değil ki.
- گفت باری اندکی پیهم بیاب ** گفت آخر نیست دکان قصاب
- A ev sahibi, birazcık un ver bari deyince de, yine ev sahibi, burasını değirmen mi sandın dedi.
- گفت پارهی آرد ده ای کدخدا ** گفت پنداری که هست این آسیا
- Dilenci her şeyden vazgeçtik, bir çanak su olsun ver dedi. Ev sahibi cevap verdi: Burası ırmak, yahut çeşme değil.
- گفت باری آب ده از مکرعه ** گفت آخر نیست جو یا مشرعه
- Hâsılı ekmekten kepeğe kadar ne istediyse ev sahibi kendisiyle alay etti, acıklandı, yok dedi. 1255
- هر چه او درخواست از نان یا سبوس ** چربکی میگفت و میکردش فسوس
- Yoksul içeri girip eteklerini kaldırdı evin içinde aptes bozmaya niyetlendi.
- آن گدا در رفت و دامن بر کشید ** اندر آن خانه بحسبت خواست رید
- Ev sahibi; hey çirkin herif ne yapıyorsun, deyince dedi ki: Böyle yıkık yere bâri aptes bozayım da ferahlayayım.
- گفت هی هی گفت تن زن ای دژم ** تا درین ویرانه خود فارغ کنم
- Burada yaşamanın madem ki imkânı yok, böyle eve ancak aptes bozulur.
- چون درینجا نیست وجه زیستن ** بر چنین خانه بباید ریستن
- Padişah kolunda beslenmedin, avlanmayı bellemedin; zaten doğan değilsin ki av tutasın.
- چون نهای بازی که گیری تو شکار ** دست آموز شکار شهریار
- Tavus kuşu da değilsin ki yüzlerce nakışlarla bezenesin de gözleri neşelendiresin. 1260
- نیستی طاوس با صد نقش بند ** که به نقشت چشمها روشن کنند
- Dudu değilsin ki sana şeker versinler, tatlı sözlerini dinlesinler.
- هم نهای طوطی که چون قندت دهند ** گوش سوی گفت شیرینت نهند
- Bülbül değilsin, âşıkçasına ağlayıp inleyesin, çayırlıkta, çimenlikte yahut lâle bahçelerinde güzel güzel çileyesin.
- هم نهای بلبل که عاشقوار زار ** خوش بنالی در چمن یا لالهزار
- Hüthüt değilsin ki çavuşluk edesin. Leylek değilsin ki yücelerde yurt tutasın.
- هم نهای هدهد که پیکیها کنی ** نه چو لکلک که وطن بالا کنی
- Ne iştesin sen? Seni ne diye satın alsınlar? Ne kuşusun sen? Seni ne diye yesinler?
- در چه کاری تو و بهر چت خرند ** تو چه مرغی و ترا با چه خورند
- Bu değer bilmezlerin dükkânından vazgeç, yücel “Allah satın alır” ihsanının dükkânına gel! 1265
- زین دکان با مکاسان برتر آ ** تا دکان فضل که الله اشتری
- Köhneliğinden kimsenin almadığı o kumaşı o kerem sahibi alır.
- کالهای که هیچ خلقش ننگرید ** از خلاقت آن کریم آن را خرید
- Onun yanında hiçbir kalp red edilmez; çünkü alış verişten kâr beklemez ki.
- هیچ قلبی پیش او مردود نیست ** زانک قصدش از خریدن سود نیست
- Kocakarının hikâyesi
- رجوع به داستان آن کمپیر
- O bunak sokağa bir gelin gibi çıkmak istedi; o azgın karı, kaşlarını yoldu.
- چون عروسی خواست رفتن آن خریف ** موی ابرو پاک کرد آن مستخیف
- Yanağını, yüzünü, ağzını güzelleştirip süslenmek için aynanın önüne oturdu.
- پیش رو آیینه بگرفت آن عجوز ** تا بیاراید رخ و رخسار و پوز
- 1270.Yüzüne neşeyle birkaç kere allık sürdü; fakat pörsümüş suratını bir türlü boya tutmadı. 1270
- چند گلگونه بمالید از بطر ** سفرهی رویش نشد پوشیدهتر
- Kuran’ın aşır başlarındaki tezhipleri kesti, pis mundar suratına yapıştırdı.
- عشرهای مصحف از جا میبرید ** میبچفسانید بر رو آن پلید
- Bu suretle yüzünün buruşuklarını örtmek, güzeller halkasına yüzük taşı olmak istiyordu.
- تا که سفرهی روی او پنهان شود ** تا نگین حلقهی خوبان شود
- O tezhipli yerleri yapıştırdıkça yapıştırıyor, fakat çarşafını giydi mi hepsi yere düşüyordu.
- عشرها بر روی هر جا مینهاد ** چونک بر میبست چادر میفتاد
- Yine onları alıp tükürüklüyor, yüzüne yapıştırıyor,
- باز او آن عشرها را با خدو ** میبچفسانید بر اطراف رو