- Fakat eğreti renk senin yüzünü kızartmadı. Hurma ağacına bağlanan dal, hurma vazifesini görmedi.
- رنگ بر بسته ترا گلگون نکرد ** شاخ بر بسته فن عرجون نکرد
- Sonunda ölüm çarşafı gelip seni bürüdü mü bütün bu ziynetler, yanağından düştü.
- عاقبت چون چادر مرگت رسد ** از رخت این عشرها اندر فتد
- O göç zamanının “Hadi... kalk, kalk” sesi geldi mi bütün dedikodular yok olur gider. 1285
- چونک آید خیزخیزان رحیل ** گم شود زان پس فنون قال و قیل
- Sükût âlemi gelir çatar. Bari sen, o gelmeden sus. Vay o kişiye ki ölümle ünsiyeti yoktur!
- عالم خاموشی آید پیش بیست ** وای آنک در درون انسیش نیست
- Gönlünü bir iki günceğiz cilâla da o aynayı kendine defter edin.
- صیقلی کن یک دو روزی سینه را ** دفتر خود ساز آن آیینه را
- Sahip kıran Yusuf’un sayesinde Züleyha yeni baştan gençleşti.
- که ز سایهی یوسف صاحبقران ** شد زلیخای عجوز از سر جوان
- Kocakarı soğuğunun o soğukluğu, temmuz güneşiyle değişiverir.
- میشود مبدل به خورشید تموز ** آن مزاح بارد برد العجوز
- Meryem’in sızıldanışıyla kurumuş hurma dalı yeşerir, hurma verir. 1290
- میشود مبدل بسوز مریمی ** شاخ لب خشکی به نخلی خرمی
- A kocakarı, kaza ve kaderle niceye bir savaşıp duracaksın, geçmişi bırak da eldekini ara.
- ای عجوزه چند کوشی با قضا ** نقد جو اکنون رها کن ما مضی
- Mademki yüzünün güzelleşmesine imkân yok; ister allık sür, ister kara mürekkep!
- چون رخت را نیست در خوبی امید ** خواه گلگونه نه و خواهی مداد
- Hekimin iyileşmesinden ümit kestiği hasta
- حکایت آن رنجور کی طبیب درو اومید صحت ندید
- Birisi hastalandı. Hekime gidip dedi ki: Nabzımı ele al da,
- آن یکی رنجور شد سوی طبیب ** گفت نبضم را فرو بین ای لبیب
- İçimdeki derdi anla. Çünkü nabızdaki damar, kalbe ulaşır.
- که ز نبض آگه شوی بر حال دل ** که رگ دستست با دل متصل
- Kalp görünmez, kayıptır. Onun hali, nabızdan anlaşılır, çünkü nabızla ilişiği vardır. 1295
- چونک دل غیبست خواهی زو مثال ** زو بجو که با دلستش اتصال
- Ey emin kişi, yel de gizlidir; kopardığı tozdan, uçurduğu yapraklardan anlaşılır.
- باد پنهانست از چشم ای امین ** در غبار و جنبش برگش ببین
- Sağdan mı esiyor, soldan mı? Onu sana yaprakların hareketi söyler.
- کز یمینست او وزان یا از شمال ** جنبش برگت بگوید وصف حال
- Gönül sarhoşluğu nerededir? Görmezsin. Onu nergise benzeyen mahmur gözlerde ara.
- مستی دل را نمیدانی که کو ** وصف او از نرگس مخمور جو
- Allahnın zatından da uzak olduğun için onu peygamberlerle mucizelerden bile bilirsin.
- چون ز ذات حق بعیدی وصف ذات ** باز دانی از رسول و معجزات
- Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder. 1300
- معجزاتی و کراماتی خفی ** بر زند بر دل ز پیران صفی
- Onların gönüllerinde yüzlerce hazır kıyamet vardır... En aşağısı şudur: Komşuları sarhoş olur.
- که درونشان صد قیامت نقد هست ** کمترین آنک شود همسایه مست
- Kutlu bir kişinin yanına göçen talihli, Allah ile düşüp kalkıyor demektir.
- پس جلیس الله گشت آن نیکبخت ** کو به پهلوی سعیدی برد رخت
- Cansız şeylere tesir eden mucize ya sopa ( nın ejderha olması) dır, ya deniz(in bölünmesi) dir, yahut da ayın ikiye ayrılışı.
- معجزه کان بر جمادی زد اثر ** یا عصا با بحر یا شقالقمر
- Fakat vasıtasız olarak cana tesir ederse gizlice bir ilgiyle ilgilenir.
- گر ترا بر جان زند بیواسطه ** متصل گردد به پنهان رابطه
- Mucize ve kerametlerin cansız şeylere tesiri eğretidir,geçip gider.Fakat ruha tesiri daimidir, birbiri ardınca ulanır durur. 1305
- بر جمادات آن اثرها عاریهست ** از پی روح خوش متواریهست
- Bu suretle o cansız şeyden adamın gönlüne tesir eder. Ne hoştur hamur heyulası olmayan ekmek.
- تا از آن جامد اثر گیرد ضمیر ** حبذا نان بیهیولای خمیر
- Ne hoştur Mesih’in hiç eksilmeyen sofrası, ne hoştur Meryem’in bağsız, bahçesiz yetişen meyvesi.
- حبذا خوان مسیحی بیکمی ** حبذا بیباغ میوهی مریمی
- Kamil erin canından kopup gelen mucizeler, talibin canına, gönlüne hayat gibi tesir eder.
- بر زند از جان کامل معجزات ** بر ضمیر جان طالب چون حیات
- Mucize denizdir, nakıs kişiyse karada yaşayan kuş. Suda yaşayan kuş, helâk olmadan emindir.
- معجزه بحرست و ناقص مرغ خاک ** مرغ آبی در وی آمن از هلاک
- Her namahremin canını âciz eder, fakat hem dem olan kişinin canına kudret bağışlar. 1310
- عجزبخش جان هر نامحرمی ** لیک قدرتبخش جان همدمی
- İçinde bu kutluluğu bulamazsan her an zahirden istidlalde bulun.
- چون نیابی این سعادت در ضمیر ** پس ز ظاهر هر دم استدلال گیر
- Tesirler, insanın duygularında görünür durur. Bunlar, tesir edeni haber verirler.
- که اثرها بر مشاعر ظاهرست ** وین اثرها از مثر مخبرست
- Her ilâcın manâsı hakikati, her hünerin sanatı, sihri gibi gizlidir.
- هست پنهان معنی هر داروی ** همچو سحر و صنعت هر جادوی
- Fakat yaptığı işe ve eserlerine bakarsan hakikati gizli olmakla beraber onu meydana çıkarırsın.
- چون نظر در فعل و آثارش کنی ** گرچه پنهانست اظهارش کنی
- İçinde gizli olan kuvvet, fiile gelince açığa çıkar, görünür. 1315
- قوتی کان اندرونش مضمرست ** چون به فعل آید عیان و مظهرست
- Bunların hepsi, sana eserleriyle görünür de nasıl olur. Allah, eserleriyle görünmez?
- چون به آثار این همه پیدا شدت ** چون نشد پیدا ز تاثیر ایزدت
- Sebeplerle tesirler, iç ve kabuk değil mi? Araştırırsan hepsi de onun eserleri değil mi?
- نه سببها و اثرها مغز و پوست ** چون بجویی جملگی آثار اوست
- Eserlerine bakıyor da bazı şeyleri seviyorsun, peki, neden eserleri bağışlayandan haberin yok?
- دوست گیری چیزها را از اثر ** پس چرا ز آثاربخشی بیخبر
- Bir hayale kapılıp halkı seviyorsun da doğu ve batının padişahını nasıl sevmiyorsun?
- از خیالی دوست گیری خلق را ** چون نگیری شاه غرب و شرق را
- Ey ulu kişi, bu sözün sonu gelmez. Bu husustaki hırsımız da dilerim bitmesin. 1320
- این سخن پایان ندارد ای قباد ** حرص ما را اندرین پایان مباد
- Hasta hikâyesi
- رجوع به قصهی رنجور
- Dön de hasta hikâyesini söyle, ayıpları örten hekimle macerasını anlat.
- باز گرد و قصهی رنجور گو ** با طبیب آگه ستارخو
- Hekim, hastanın nabzını tutup halini anladı. İyileşme ümidi hiç yoktu.
- نبض او بگرفت و واقف شد ز حال ** که امید صحت او بد محال
- Dedi ki: Gönlün ne dilerse onu yap da bedenindeki bu eski dert gitsin.
- گفت هر چت دل بخواهد آن بکن ** تا رود از جسمت این رنج کهن
- Hatırına ne gelirse yap, geri durma da sabır ve perhiz, sana eziyet vermesin.
- هرچه خواهد خاطر تو وا مگیر ** تا نگردد صبر و پرهیزت زحیر
- Bil ki sabır ve perhiz, bu hastalığa ziyandır, gönlüne geleni yap. 1325
- صبر و پرهیز این مرض را دان زیان ** هرچه خواهد دل در آرش در میان
- Hastaya, Allahnın dediği gibi âdeta “Dilediğinizi yapın” dedi.
- این چنین رنجور را گفت ای عمو ** حق تعالی اعملوا ما شتم
- Hasta âlâ dedi, haydi sen git, hayra karşı. Ben ırmak kıyısına seyre gidiyorum.
- گفت رو هین خیر بادت جان عم ** من تماشای لب جو میروم
- Kendisine sıhhatten bir kapı açılsın, iyileşsin diye gönlünün dilediğince ırmak kıyısında gezinip duruyordu.
- بر مراد دل همیگشت او بر آب ** تا که صحت را بیابد فتح باب
- Su kenarında bir sofi oturmuş, elini yüzünü yıkıyor, temizken bir kat daha temiz oluyordu.
- بر لب جو صوفیی بنشسته بود ** دست و رو میشست و پاکی میفزود
- Hasta sofinin kafasını görünce hülyaya kapıldı, içinden bir sille vurmak isteği coştu. 1330
- او قفااش دید چون تخییلیی ** کرد او را آرزوی سیلیی
- Bulgur aşına tapan sofinin kellesine vurmak için elini kaldırdı.
- بر قفای صوفی حمزهپرست ** راست میکرد از برای صفع دست
- Hekim, içinden geçeni yapmazsan o, sana dert olur dedi.
- کارزو را گر نرانم تا رود ** آن طبیبم گفت کان علت شود