- Kanat, doğan kuşlarını padişaha götürür, kuzgunları mezarlığa.
- بال بازان را سوی سلطان برد ** بال زاغان را به گورستان برد
- Şimdi sen, yokluğu anlatmayı bırak. Çünkü panzehire benzer de zehir sanırsın. 1445
- باز گرد اکنون تو در شرح عدم ** که چو پازهرست و پنداریش سم
- Ey kapı yoldaşı, kendine gel. Hintli çocuk gibi yokluk Mahmudundan korkma sakın.
- همچو هندوبچه هین ای خواجهتاش ** رو ز محمود عدم ترسان مباش
- Şimdi bürünmüş olduğun varlıktan kork. O varlık hayali bir şey değildir, sen de bir şey değilsin!
- از وجودی ترس که اکنون در ویی ** آن خیالت لاشی و تو لا شیی
- Hiçbir şey olmayan bir şey, hiçbir şey olmayan bir şeye âşık olmuş; hiç var olmamış , hiç var olmamışın yolunu kesmiştir.
- لاشیی بر لاشیی عاشق شدست ** هیچ نی مر هیچ نی را ره زدست
- Bu hayaller, ortadan kalktı mı akla sığmaz şeylerin apaçık görünür sana!
- چون برون شد این خیالات از میان ** گشت نامعقول تو بر تو عیان
- “Geçip gitmiş olanlara ölüm yüzünden elem ve sıkıntı yoktur; onlar ancak ellerinde olanı kaybettiler, ona acınırlar”
- لیس للماضین هم الموت انما لهم حسره الموت
- 1450.İnsanların başbuğu doğru söylemiştir: “Dünyadan geçip giden kişinin 1450
- راست گفتست آن سپهدار بشر ** که هر آنک کرد از دنیا گذر
- Ölüm yüzünden bir derdi, bir acısı yoktur.Elindekini kaçırdığından dolayı, yüzlerce acıya düşer.”
- نیستش درد و دریغ و غبن موت ** بلک هستش صد دریغ از بهر فوت
- Neden her devletin , her nimetin mahzeni olan ölümü kıble edinmedim?
- که چرا قبله نکردم مرگ را ** مخزن هر دولت و هر برگ را
- Şaşkınlığımdan bütün ömrümce hayalleri kıble edindim, onlar da ecel gelince kaybolup gittiler der.
- قبله کردم من همه عمر از حول ** آن خیالاتی که گم شد در اجل
- ölenlerin hasreti ölüm değildir. Neden suretlere kapıldık? Diye acınırlar.
- حسرت آن مردگان از مرگ نیست ** زانست کاندر نقشها کردیم ایست
- Bunların bir suretten, köpükten ibaret olduğunu görmedik. Halbuki köpük, denizden doğar, denizde gelişir ve hareket eder. 1455
- ما ندیدیم این که آن نقش است و کف ** کف ز دریا جنبد و یابد علف
- Deniz , köpükleri karaya attı mı mezarlığa git de o köpükleri seyret!
- چونک بحر افکند کفها را به بر ** تو بگورستان رو آن کفها نگر
- Nerde sizin hareketiniz, oynaşmanız? Deniz sizi mahvolmaya mı terk etti de.
- پس بگو کو جنبش و جولانتان ** بحر افکندست در بحرانتان
- Onlar sana dille,dudakla değil de hal diliyle bu soruyu bize sorma, denize sor desinler.
- تا بگویندت به لب نی بل به حال ** که ز دریا کن نه از ما این سال
- Köpük gibi olan suret de dalga olmadan nasıl oynar? Yel olmadıkça toprak nasıl olur da havalanır?
- نقش چون کف کی بجنبد بی ز موج ** خاک بی بادی کجا آید بر اوج
- Suret tozunu gördün ya, yeli de gör. Köpüğü gördün ya , icat denizini de seyret. 1460
- چون غبار نقش دیدی باد بین ** کف چو دیدی قلزم ایجاد بین
- Gör, gör ki sende yalnız bu görüş, bu bakış işe yarar.Bundan ötesini sorarsan yağsın, etsin, ilik ve sinirden ibaretsin.
- هین ببین کز تو نظر آید به کار ** باقیت شحمی و لحمی پود و تار
- Fakat yağın mumları ışıklandırmaya yaramaz. Etin , sarhoşa kebap olmaz.
- شحم تو در شمعها نفزود تاب ** لحم تو مخمور را نامد کباب
- Bütün bu bedenini bakışta erit, bakışa yürü, bakışa git, bakışa var!
- در گداز این جمله تن را در بصر ** در نظر رو در نظر رو در نظر
- Bir vardır, iki fersahlık yolu görür; bir bakış vardır, iki âlemi görür, padişahın yüzünü de.
- یک نظر دو گز همیبیند ز راه ** یک نظر دو کون دید و روی شاه
- Bu ikisinin arasında sayıya sığmaz fark var.Gizli şeyleri Allah bilir ama gözüne bir sürme ara. 1465
- در میان این دو فرقی بیشمار ** سرمه جو والله اعلم بالسرار
- Yokluk denizini anlattık, duydun ya. Çalış da daima bu denizde ol.
- چون شنیدی شرح بحر نیستی ** کوش دایم تا برین بحر ایستی
- Çünkü tezgâhın aslı yokluk âlemidir;orada hiçbir şey yoktur, bomboştur, oranın nişanesi bulunmaz.
- چونک اصل کارگاه آن نیستیست ** که خلا و بینشانست و تهیست
- Bütün ustalar, işlerini göstermek için yokluğu ve sınıklık yurdunu ararlar.
- جمله استادان پی اظهار کار ** نیستی جویند و جای انکسار
- Ustaların ustası Allah’nın da tezgâhı yokluktur.
- لاجرم استاد استادان صمد ** کارگاهش نیستی و لا بود
- Nerde yokluk fazlaysa orası Allah tezgâhıdır, Allah işi oradadır. 1470
- هر کجا این نیستی افزونترست ** کار حق و کارگاهش آن سرست
- Yokluk , en yüksek derece olduğundan yoksullar, oraya vardılar, ödülü aldılar.
- نیستی چون هست بالایین طبق ** بر همه بردند درویشان سبق
- Hele bedenini, malını yok etmiş derviş, hepsinden ileridir. Fakat iş beden yokluğundadır, dilencilikte değil.
- خاصه درویشی که شد بی جسم و مال ** کار فقر جسم دارد نه سال
- Dilenci, malı bitmiş kişidir; kanaat sahibi ise, bedenine kıyan kişi.
- سایل آن باشد که مال او گداخت ** قانع آن باشد که جسم خویش باخت
- Artık dertten şikâyet etme. Çünkü dert , insanı yokluğa sürüp götüren rahvan bir attır.
- پس ز درد اکنون شکایت بر مدار ** کوست سوی نیست اسپی راهوار
- Ben bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün. Fikrin donmuşsa , düşünemiyorsan yürü, zikret. 1475
- این قدر گفتیم باقی فکر کن ** فکر اگر جامد بود رو ذکر کن
- Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap.
- ذکر آرد فکر را در اهتزاز ** ذکر را خورشید این افسرده ساز
- İşin aslı cezp eder. Fakat kardeş , işten kalıp o cezbeyi bekleme.
- اصل خود جذبه است لیک ای خواجهتاش ** کار کن موقوف آن جذبه مباش
- Çünkü işi bırakmak , nazlanmaya benzer. Canıyla oynayan hiç nazlanabilir mi?
- زانک ترک کار چون نازی بود ** ناز کی در خورد جانبازی بود
- Oğul,ne kabul edilmeyi düşün, ne reddedilmeyi. Sen daima emri, nehyi gör, gözet.
- نه قبول اندیش نه رد ای غلام ** امر را و نهی را میبین مدام
- Derken cezbe kuşu , birden bire çerden çöpten yapılmış yuvasından uçar, görünüverir. Onu gördün mü sabah oldu demektir, mumu o vakit söndür. 1480
- مرغ جذبه ناگهان پرد ز عش ** چون بدیدی صبح شمع آنگه بکش
- Gözler , perdeleri delip hakikati görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan , dışa bakar, içi görür.
- چشمها چون شد گذاره نور اوست ** مغزها میبیند او در عین پوست
- Zerrede ebedî varlık güneşini görür, katrada bütün denizi.
- بیند اندر ذره خورشید بقا ** بیند اندر قطره کل بحر را
- Yine sofi hikâyesi,sofiyle kadı
- بار دیگر رجوع کردن به قصهی صوفی و قاضی
- Sofi dedi ki: Kafaya yenen bir sille yüzünden körcesine baş vermeye gelmez.
- گفت صوفی در قصاص یک قفا ** سر نشاید باد دادن از عمی
- Teslim hırkasını giyinmişim, bana sille yemek kolay gelir.
- خرقهی تسلیم اندر گردنم ** بر من آسان کرد سیلی خوردنم
- Düşmanını pek arık gördü, ben de düşmanca bir yumruk vursam. 1485
- دید صوفی خصم خود را سخت زار ** گفت اگر مشتش زنم من خصموار
- Kalay gibi eriyip akıverecek. Derken padişah kısas emredecek.
- او به یک مشتم بریزد چون رصاص ** شاه فرماید مرا زجر و قصاص
- Zaten çadır harap, direk kırık, yıkılmaya bahane arıyor.
- خیمه ویرانست و بشکسته وتد ** او بهانه میجود تا در فتد
- Bu ölü herif için kılıç altına gitmek, kısasa razı olmak yazıktır doğrusu, yazık dedi.
- بهر این مرده دریغ آید دریغ ** که قصاصم افتد اندر زیر تیغ
- Onu dövemediğinden kadıya götürmeyi kurdu.
- چون نمیتوانست کف بر خصم زد ** عزمش آن شد کش سوی قاضی برد
- Çünkü kadı, Allahnın terazisidir. Kilesine şeytan hilesi giremez. 1490
- که ترازوی حق است و کیلهاش ** مخلص است از مکر دیو و حیلهاش
- O, hasetlerin, çekişlerin makasıdır. İki düşmanın savaşını, dedikodusunu keser.
- هست او مقراض احقاد و جدال ** قاطع جن دو خصم و قیل و قال
- Afsunu ,şeytanı şişeye hapseder. Kanunu, fitneleri yatıştırır.
- دیو در شیشه کند افسون او ** فتنهها ساکن کند قانون او
- Tamahkâr düşman teraziyi görünce serkeşliği bırakır, onun hükmüne uyar.
- چون ترازو دید خصم پر طمع ** سرکشی بگذارد و گردد تبع