- Kunduracı dükkânında güzel deriler bulunur. Herhangi bir tahta parçası görürse bil ki kundura kalıbıdır.
- در دکان کفشگر چرمست خوب ** قالب کفش است اگر بینی تو چوب
- Kumaş satanlarda kumaşlar, ipekliler bulunur, demir olsa olsa arşın olarak vardır.
- پیش بزازان قز و ادکن بود ** بهر گز باشد اگر آهن بود
- Mesnevimiz vahdet dükkânıdır. Orada birden başka ne görürsen puttur.
- مثنوی ما دکان وحدتست ** غیر واحد هرچه بینی آن بتست
- Halkı tuzağa düşürmek için putu övmeyi “Onlar ak ve yüce kuşlardır” sözü gibi say.
- بت ستودن بهر دام عامه را ** همچنان دان کالغرانیق العلی
- Peygamber, onu “Vennecmi” suresinde okudu ama o söz, surede bir âyet değildi, sınama için söylenmiş bir sözdü. 1530
- خواندش در سورهی والنجم زود ** لیک آن فتنه بد از سوره نبود
- Sonunda bütün kâfirler de secde ettiler. Bu, bir sırdı, bu suretle onlar da yere baş koydular.
- جمله کفار آن زمان ساجد شدند ** هم سری بود آنک سر بر در زدند
- Bundan sonra anlaşılması güç, karışık bir söz vardır. Sen, Süleyman’la bulun, şeytanlara karışma.
- بعد ازین حرفیست پیچاپیچ و دور ** با سلیمان باش و دیوان را مشور
- Yine sofi ile kadı hikâyesine gel, o zayıf ve perişan, fakat zalim adamın hikâyesini anlat.
- هین حدیث صوفی و قاضی بیار ** وان ستمکار ضعیف زار زار
- Kadı dedi ki: Oğul, önce tavanı durdur da ondan sonra ona hayır, şer bir resim yapayım.
- گفت قاضی ثبت العرش ای پسر ** تا برو نقشی کنم از خیر و شر
- Vuran nerede? Vurduğu yer neresi? Yahu, bu, hastalıkla bir hayal olmuş! 1535
- کو زننده کو محل انتقام ** این خیالی گشته است اندر سقام
- Şeriat,dirilerle zenginler içindir. Hiç mezardaki ölülere şeriat hükümleri tatbik edilebilir mi?
- شرع بهر زندگان و اغنیاست ** شرع بر اصحاب گورستان کجاست
- Yoklukla kendilerinden geçmiş olanlar, o ölülerden yüz kat daha ölüdür.
- آن گروهی کز فقیری بیسرند ** صد جهت زان مردگان فانیتراند
- Ölü, bir kere ölmüş, bu âlemden geçip gitmiştir. Halbuki sofiler, yüz taraftan ölmüşlerdir.
- مرده از یک روست فانی در گزند ** صوفیان از صد جهت فانی شدند
- Ölüm, bir kere öldürülmedir. Halbuki bu, üç yüz ölümdür, her birine de sayısız diyet vardır.
- مرگ یک قتلست و این سیصد هزار ** هر یکی را خونبهایی بیشمار
- Allah, bunları defalarla öldürmüştür ama diyetleri için de ambarlar dökmüştür. 1540
- گرچه کشت این قوم را حق بارها ** ریخت بهر خونبها انبارها
- Bunların her biri hakikat âleminde Circis’e benzerler. Altmış kere öldürülmüşler, altmış kere dirilmişlerdir.
- همچو جرجیساند هر یک در سرار ** کشته گشته زنده گشته شصت بار
- Bu çeşit adam, ihsan sahibi kılıcın zevkiyle öldürülmüştür; fakat bir kere daha vur diye yanar, sızlanır durur.
- کشته از ذوق سنان دادگر ** میبسوزد که بزن زخمی دگر
- Vallahi şehit olan, o canlar bağışlayan varlığın aşkıyla ikinci defa öldürülmeye öyle bir âşıktır ki!
- والله از عشق وجود جانپرست ** کشته بر قتل دوم عاشقترست
- Kadı dedi ki: Ben dirilere hükmederim, mezarlıkta yatan ölülere değil.
- گفت قاضی من قضادار حیم ** حاکم اصحاب گورستان کیم
- Bu, görünüşte mezarda alçalmış, ölü değil ama mezarlar onun varlığında gizli. 1545
- این به صورت گر نه در گورست پست ** گورها در دودمانش آمدست
- Mezarda ölüyü çok gördün, bir de ölüde mezarı gör ey kör adam.
- بس بدیدی مرده اندر گور تو ** گور را در مرده بین ای کور تو
- Bir mezardan üstüne bir kerpiç düşse ne yaparsın, akıllılar kalkarlar, mezardan dâvacı olurlar mı?
- گر ز گوری خشت بر تو اوفتاد ** عاقلان از گور کی خواهند داد
- Ölüye kızıp da kinlenmeye, öç almaya kalkışma. Hamam duvarındaki resimle kavgaya girişme.
- گرد خشم و کینهی مرده مگرد ** هین مکن با نقش گرمابه نبرد
- Şükret ki sana bir diri vurmadı. Çünkü dirinin reddettiğini Allah da reddeder.
- شکر کن که زندهای بر تو نزد ** کانک زنده رد کند حق کرد رد
- Dirilerin kızgınlığı, Allah kızgınlığıdır, Allah zahmıdır. Çünkü o dışı temiz kişi, Allahyla diridir. 1550
- خشم احیا خشم حق و زخم اوست ** که به حق زندهست آن پاکیزهپوست
- Allah onu öldürmüş, ayağından üflemiş, çabucak kasap gibi derisini yüzmüştür.
- حق بکشت او را و در پاچهش دمید ** زود قصابانه پوست از وی کشید
- Allah’nın üfürmesi, ona ebedî olarak kalır. Allahnın üfürmesi kasabın üfürmesine benzemez.
- نفخ در وی باقی آمد تا مب ** نفخ حق نبود چو نفخهی آن قصاب
- Fakat Allah üfürmesiyle kasap üfürmesi arasında çok fark vardır. Bu, baştan aşağıya kadar lûtuftur, kemaldir, öbürü tamamıyla ayıp ve ar.
- فرق بسیارست بین النفختین ** این همه زینست و آن سر جمله شین
- Bu dirilik,o üfürmeyle mahvolmuştur; o dirilik, o üfürmeyle gelmiştir, ebedîdir.
- این حیات از وی برید و شد مضر ** وان حیات از نفخ حق شد مستمر
- 1555.Bu soluk, o soluk değildir ki söze sığsın, anlatılabilsin. Kendine gel de şu kuyunun dibinden köşkün üstüne çık, yücel! 1555
- این دم آن دم نیست کاید آن به شرح ** هین بر آ زین قعر چه بالای صرح
- Bunu eşeğe bindirmenin şeriatta yeri yok. Sopanın resmini eşeğe bindiren var mıdır hiç?
- نیستش بر خر نشاندن مجتهد ** نقش هیزم را کسی بر خر نهد
- Onu eşeğe değil, tabuta bindirmek daha doğru, daha yerinde.
- بر نشست او نه پشت خر سزد ** پشت تابوتیش اولیتر سزد
- Zulüm nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona lâyık olan yerden başka bir yere koyup zâyi etme.
- ظلم چه بود وضع غیر موضعش ** هین مکن در غیر موضع ضایعش
- Sofi dedi ki: Peki, hiçbir suçum, günahım yokken bana bir sille vurmasını reva görüyor musun?
- گفت صوفی پس روا داری که او ** سیلیم زد بیقصاص و بیتسو
- Demek ki bir değirmen eşeği, hiçbir suçu olmayan sofiye bir sille aşk edebilir ha? 1560
- این روا باشد که خر خرسی قلاش ** صوفیان را صفع اندازد بلاش
- Kadı, zayıf adama, az çok paran var mı? diye sordu. Adam, dünyada yalnız altı kuruşum var, deyince,
- گفت قاضی تو چه داری بیش و کم ** گفت دارم در جهان من شش درم
- Peki dedi, üç kuruşunu sen harcan, üç kuruşunu da hiç lâf etmeden ver bu adama.
- گفت قاضی سه درم تو خرج کن ** آن سه دیگر را به او ده بیسخن
- O da zayıf, yok yoksul bir adam. Üç kuruşla kendine ekmek katık alır.
- زار و رنجورست و درویش و ضعیف ** سه درم در بایدش تره و رغیف
- Hasta adamın gözü kadının ensesine ilişti. Baktı ki onun kellesi, sofininkinden daha hoş.
- بر قفای قاضی افتادش نظر ** از قفای صوفی آن بد خوبتر
- Vurduğum sillenin cezası ucuz deyip vurmak için elini kaldırdı. 1565
- راست میکرد از پی سیلیش دست ** که قصاص سیلیم ارزان شدست
- Kadının yanına gidip kulağına bir şey söyleyecek gibi yaptı, ensesine bir hudayi sille aşketti.
- سوی گوش قاضی آمد بهر راز ** سیلیی آورد قاضی را فراز
- Dedi ki: Altı kuruşu bölüşün ben de hırıltıdan gürültüden kurtulayım!
- گفت هر شش را بگیرید ای دو خصم ** من شوم آزاد بی خرخاش و وصم
- Kadının bundan kızması,sofinin ona sitemde bulunması
- طیره شدن قاضی از سیلی درویش و سرزنش کردن صوفی قاضی را
- Kadı kızınca sofi, hey dedi. Şüphe yok ki senin hükmün adalettir, azgınlık değil.
- گشت قاضی طیره صوفی گفت هی ** حکم تو عدلست لاشپک نیست غی
- Ey din şeyhi, ey emin adam! Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kardeşine nasıl hükmediyorsun?
- آنچ نپسندی به خود ای شیخ دین ** چون پسندی بر برادر ای امین
- Bilmiyor musun ki benim için kuyu kazarsan nihayet kendin düşersin. 1570
- این ندانی که می من چه کنی ** هم در آن چه عاقبت خود افکنی
- “Kim kardeşine kuyu kazarsa kendi düşer” hadisini okumadın mı? Okuduysan a babasının kuzusu önce o hükme sen uy.
- من حفر برا نخواندی از خبر ** آنچ خواندی کن عمل جان پدر
- Kafana bir sille inmesine sebep olan şu tek hükmün yok mu? Eğer öbür hükümlerin de böyleyse,
- این یکی حکمت چنین بد در قضا ** که ترا آورد سیلی بر قفا
- Vay senin hükümlerine. Kim bilir onlar da başına, ayağına ne dertler getirir?
- وای بر احکام دیگرهای تو ** تا چه آرد بر سر و بر پای تو
- Bir zalime, sana harcamak için üç kuruş lâzım diye acırsın ha.
- ظالمی را رحم آری از کرم ** که برای نفقه بادت سه درم
- Acımanın yeri mi? Zalimin elini kes. Halbuki sen, hükmü, dizgini o zalimin eline veriyorsun. 1575
- دست ظالم را ببر چه جای آن ** که بدست او نهی حکم و عنان