- Allah, bunları defalarla öldürmüştür ama diyetleri için de ambarlar dökmüştür. 1540
- گرچه کشت این قوم را حق بارها ** ریخت بهر خونبها انبارها
- Bunların her biri hakikat âleminde Circis’e benzerler. Altmış kere öldürülmüşler, altmış kere dirilmişlerdir.
- همچو جرجیساند هر یک در سرار ** کشته گشته زنده گشته شصت بار
- Bu çeşit adam, ihsan sahibi kılıcın zevkiyle öldürülmüştür; fakat bir kere daha vur diye yanar, sızlanır durur.
- کشته از ذوق سنان دادگر ** میبسوزد که بزن زخمی دگر
- Vallahi şehit olan, o canlar bağışlayan varlığın aşkıyla ikinci defa öldürülmeye öyle bir âşıktır ki!
- والله از عشق وجود جانپرست ** کشته بر قتل دوم عاشقترست
- Kadı dedi ki: Ben dirilere hükmederim, mezarlıkta yatan ölülere değil.
- گفت قاضی من قضادار حیم ** حاکم اصحاب گورستان کیم
- Bu, görünüşte mezarda alçalmış, ölü değil ama mezarlar onun varlığında gizli. 1545
- این به صورت گر نه در گورست پست ** گورها در دودمانش آمدست
- Mezarda ölüyü çok gördün, bir de ölüde mezarı gör ey kör adam.
- بس بدیدی مرده اندر گور تو ** گور را در مرده بین ای کور تو
- Bir mezardan üstüne bir kerpiç düşse ne yaparsın, akıllılar kalkarlar, mezardan dâvacı olurlar mı?
- گر ز گوری خشت بر تو اوفتاد ** عاقلان از گور کی خواهند داد
- Ölüye kızıp da kinlenmeye, öç almaya kalkışma. Hamam duvarındaki resimle kavgaya girişme.
- گرد خشم و کینهی مرده مگرد ** هین مکن با نقش گرمابه نبرد
- Şükret ki sana bir diri vurmadı. Çünkü dirinin reddettiğini Allah da reddeder.
- شکر کن که زندهای بر تو نزد ** کانک زنده رد کند حق کرد رد
- Dirilerin kızgınlığı, Allah kızgınlığıdır, Allah zahmıdır. Çünkü o dışı temiz kişi, Allahyla diridir. 1550
- خشم احیا خشم حق و زخم اوست ** که به حق زندهست آن پاکیزهپوست
- Allah onu öldürmüş, ayağından üflemiş, çabucak kasap gibi derisini yüzmüştür.
- حق بکشت او را و در پاچهش دمید ** زود قصابانه پوست از وی کشید
- Allah’nın üfürmesi, ona ebedî olarak kalır. Allahnın üfürmesi kasabın üfürmesine benzemez.
- نفخ در وی باقی آمد تا مب ** نفخ حق نبود چو نفخهی آن قصاب
- Fakat Allah üfürmesiyle kasap üfürmesi arasında çok fark vardır. Bu, baştan aşağıya kadar lûtuftur, kemaldir, öbürü tamamıyla ayıp ve ar.
- فرق بسیارست بین النفختین ** این همه زینست و آن سر جمله شین
- Bu dirilik,o üfürmeyle mahvolmuştur; o dirilik, o üfürmeyle gelmiştir, ebedîdir.
- این حیات از وی برید و شد مضر ** وان حیات از نفخ حق شد مستمر
- 1555.Bu soluk, o soluk değildir ki söze sığsın, anlatılabilsin. Kendine gel de şu kuyunun dibinden köşkün üstüne çık, yücel! 1555
- این دم آن دم نیست کاید آن به شرح ** هین بر آ زین قعر چه بالای صرح
- Bunu eşeğe bindirmenin şeriatta yeri yok. Sopanın resmini eşeğe bindiren var mıdır hiç?
- نیستش بر خر نشاندن مجتهد ** نقش هیزم را کسی بر خر نهد
- Onu eşeğe değil, tabuta bindirmek daha doğru, daha yerinde.
- بر نشست او نه پشت خر سزد ** پشت تابوتیش اولیتر سزد
- Zulüm nedir? Bir şeyi lâyık olduğu yere koymamak. Sen de onu, ona lâyık olan yerden başka bir yere koyup zâyi etme.
- ظلم چه بود وضع غیر موضعش ** هین مکن در غیر موضع ضایعش
- Sofi dedi ki: Peki, hiçbir suçum, günahım yokken bana bir sille vurmasını reva görüyor musun?
- گفت صوفی پس روا داری که او ** سیلیم زد بیقصاص و بیتسو
- Demek ki bir değirmen eşeği, hiçbir suçu olmayan sofiye bir sille aşk edebilir ha? 1560
- این روا باشد که خر خرسی قلاش ** صوفیان را صفع اندازد بلاش
- Kadı, zayıf adama, az çok paran var mı? diye sordu. Adam, dünyada yalnız altı kuruşum var, deyince,
- گفت قاضی تو چه داری بیش و کم ** گفت دارم در جهان من شش درم
- Peki dedi, üç kuruşunu sen harcan, üç kuruşunu da hiç lâf etmeden ver bu adama.
- گفت قاضی سه درم تو خرج کن ** آن سه دیگر را به او ده بیسخن
- O da zayıf, yok yoksul bir adam. Üç kuruşla kendine ekmek katık alır.
- زار و رنجورست و درویش و ضعیف ** سه درم در بایدش تره و رغیف
- Hasta adamın gözü kadının ensesine ilişti. Baktı ki onun kellesi, sofininkinden daha hoş.
- بر قفای قاضی افتادش نظر ** از قفای صوفی آن بد خوبتر
- Vurduğum sillenin cezası ucuz deyip vurmak için elini kaldırdı. 1565
- راست میکرد از پی سیلیش دست ** که قصاص سیلیم ارزان شدست
- Kadının yanına gidip kulağına bir şey söyleyecek gibi yaptı, ensesine bir hudayi sille aşketti.
- سوی گوش قاضی آمد بهر راز ** سیلیی آورد قاضی را فراز
- Dedi ki: Altı kuruşu bölüşün ben de hırıltıdan gürültüden kurtulayım!
- گفت هر شش را بگیرید ای دو خصم ** من شوم آزاد بی خرخاش و وصم
- Kadının bundan kızması,sofinin ona sitemde bulunması
- طیره شدن قاضی از سیلی درویش و سرزنش کردن صوفی قاضی را
- Kadı kızınca sofi, hey dedi. Şüphe yok ki senin hükmün adalettir, azgınlık değil.
- گشت قاضی طیره صوفی گفت هی ** حکم تو عدلست لاشپک نیست غی
- Ey din şeyhi, ey emin adam! Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kardeşine nasıl hükmediyorsun?
- آنچ نپسندی به خود ای شیخ دین ** چون پسندی بر برادر ای امین
- Bilmiyor musun ki benim için kuyu kazarsan nihayet kendin düşersin. 1570
- این ندانی که می من چه کنی ** هم در آن چه عاقبت خود افکنی
- “Kim kardeşine kuyu kazarsa kendi düşer” hadisini okumadın mı? Okuduysan a babasının kuzusu önce o hükme sen uy.
- من حفر برا نخواندی از خبر ** آنچ خواندی کن عمل جان پدر
- Kafana bir sille inmesine sebep olan şu tek hükmün yok mu? Eğer öbür hükümlerin de böyleyse,
- این یکی حکمت چنین بد در قضا ** که ترا آورد سیلی بر قفا
- Vay senin hükümlerine. Kim bilir onlar da başına, ayağına ne dertler getirir?
- وای بر احکام دیگرهای تو ** تا چه آرد بر سر و بر پای تو
- Bir zalime, sana harcamak için üç kuruş lâzım diye acırsın ha.
- ظالمی را رحم آری از کرم ** که برای نفقه بادت سه درم
- Acımanın yeri mi? Zalimin elini kes. Halbuki sen, hükmü, dizgini o zalimin eline veriyorsun. 1575
- دست ظالم را ببر چه جای آن ** که بدست او نهی حکم و عنان
- Sen ey adaleti bilinmez adam, kurt yavrusuna süt veren keçiye benziyorsun!
- تو بدان بز مانی ای مجهولداد ** که نژاد گرگ را او شیر داد
- Kadının sofiye cevap vermesi
- جواب دادن قاضی صوفی را
- Kadı dedi ki: Kaza ve kaderden gelen her silleye her cefaya razı olmamız gerek.
- گفت قاضی واجب آیدمان رضا ** هر قفا و هر جفا کارد قضا
- Alnımızın yazısına içten razıyım, yüzüm ekşidi ama hoş gör; hak, acıdır.
- خوشدلم در باطن از حکم زبر ** گرچه شد رویم ترش کالحق مر
- Gönlüm bağdır, gözüm buluta benzer. Bulut ağladı mı bağ güler, neşelenir, hoş bir hale gelir.
- این دلم باغست و چشمم ابروش ** ابر گرید باغ خندد شاد و خوش
- Kıtlık yılında gülüp duran güneşin yüzünden bağlar, bahçeler ölüm haline girer, can çekişirler. 1580
- سال قحط از آفتاب خیرهخند ** باغها در مرگ و جان کندن رسند
- Allah’nın “Çok ağlayın” emrini okumuşsundur. Peki, ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıp kaldın ya?
- ز امر حق وابکوا کثیرا خواندهای ** چون سر بریان چه خندان ماندهای
- Mum gibi daima göz yaşı dökersen mum gibi evi aydınlatmış olursun.
- روشنی خانه باشی همچو شمع ** گر فرو پاشی تو همچون شمع دمع
- Ananın, yahut babanın ekşi suratı,çocuğu her zarardan korur.
- آن ترشرویی مادر یا پدر ** حافظ فرزند شد از هر ضرر
- Ey sersem sersem gülüp duran, gülmenin zevkini gördün, bir de ağlamanın zevkini seyret. O, şeker madenidir.
- ذوق خنده دیدهای ای خیرهخند ** ذوق گریه بین که هست آن کان قند
- Seni cehennem ağlatırsa onu anmak, sana cennetten hoştur. 1585
- چون جهنم گریه آرد یاد آن ** پس جهنم خوشتر آید از جنان
- Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi, defineyi yıkık yerlerde ara.
- خندهها در گریهها آمد کتیم ** گنج در ویرانهها جو ای سلیم
- Zevk gamlardadır. Onların izini kaybetmişler, abıhayatı karanlıklara çekip götürmüşlerdir.
- ذوق در غمهاست پی گم کردهاند ** آب حیوان را به ظلمت بردهاند
- Yolda konak yerine kadar tersine nal izleri var. İhtiyatlı ol gözünü dört aç.
- بازگونه نعل در ره تا رباط ** چشمها را چار کن در احتیاط
- İbret gözünü dört aç. Sevgilinin iki gözünü de kendi gözlerine dost et.
- چشمها را چار کن در اعتبار ** یار کن با چشم خود دو چشم یار