English    Türkçe    فارسی   

6
1565-1614

  • Vurduğum sillenin cezası ucuz deyip vurmak için elini kaldırdı. 1565
  • راست می‌کرد از پی سیلیش دست  ** که قصاص سیلیم ارزان شدست 
  • Kadının yanına gidip kulağına bir şey söyleyecek gibi yaptı, ensesine bir hudayi sille aşketti.
  • سوی گوش قاضی آمد بهر راز  ** سیلیی آورد قاضی را فراز 
  • Dedi ki: Altı kuruşu bölüşün ben de hırıltıdan gürültüden kurtulayım!
  • گفت هر شش را بگیرید ای دو خصم  ** من شوم آزاد بی خرخاش و وصم 
  • Kadının bundan kızması,sofinin ona sitemde bulunması
  • طیره شدن قاضی از سیلی درویش و سرزنش کردن صوفی قاضی را 
  • Kadı kızınca sofi, hey dedi. Şüphe yok ki senin hükmün adalettir, azgınlık değil.
  • گشت قاضی طیره صوفی گفت هی  ** حکم تو عدلست لاشپک نیست غی 
  • Ey din şeyhi, ey emin adam! Kendine yapılmasını istemediğin şeyi kardeşine nasıl hükmediyorsun?
  • آنچ نپسندی به خود ای شیخ دین  ** چون پسندی بر برادر ای امین 
  • Bilmiyor musun ki benim için kuyu kazarsan nihayet kendin düşersin. 1570
  • این ندانی که می من چه کنی  ** هم در آن چه عاقبت خود افکنی 
  • “Kim kardeşine kuyu kazarsa kendi düşer” hadisini okumadın mı? Okuduysan a babasının kuzusu önce o hükme sen uy.
  • من حفر برا نخواندی از خبر  ** آنچ خواندی کن عمل جان پدر 
  • Kafana bir sille inmesine sebep olan şu tek hükmün yok mu? Eğer öbür hükümlerin de böyleyse,
  • این یکی حکمت چنین بد در قضا  ** که ترا آورد سیلی بر قفا 
  • Vay senin hükümlerine. Kim bilir onlar da başına, ayağına ne dertler getirir?
  • وای بر احکام دیگرهای تو  ** تا چه آرد بر سر و بر پای تو 
  • Bir zalime, sana harcamak için üç kuruş lâzım diye acırsın ha.
  • ظالمی را رحم آری از کرم  ** که برای نفقه بادت سه درم 
  • Acımanın yeri mi? Zalimin elini kes. Halbuki sen, hükmü, dizgini o zalimin eline veriyorsun. 1575
  • دست ظالم را ببر چه جای آن  ** که بدست او نهی حکم و عنان 
  • Sen ey adaleti bilinmez adam, kurt yavrusuna süt veren keçiye benziyorsun!
  • تو بدان بز مانی ای مجهول‌داد  ** که نژاد گرگ را او شیر داد 
  • Kadının sofiye cevap vermesi
  • جواب دادن قاضی صوفی را 
  • Kadı dedi ki: Kaza ve kaderden gelen her silleye her cefaya razı olmamız gerek.
  • گفت قاضی واجب آیدمان رضا  ** هر قفا و هر جفا کارد قضا 
  • Alnımızın yazısına içten razıyım, yüzüm ekşidi ama hoş gör; hak, acıdır.
  • خوش‌دلم در باطن از حکم زبر  ** گرچه شد رویم ترش کالحق مر 
  • Gönlüm bağdır, gözüm buluta benzer. Bulut ağladı mı bağ güler, neşelenir, hoş bir hale gelir.
  • این دلم باغست و چشمم ابروش  ** ابر گرید باغ خندد شاد و خوش 
  • Kıtlık yılında gülüp duran güneşin yüzünden bağlar, bahçeler ölüm haline girer, can çekişirler. 1580
  • سال قحط از آفتاب خیره‌خند  ** باغها در مرگ و جان کندن رسند 
  • Allah’nın “Çok ağlayın” emrini okumuşsundur. Peki, ne diye pişmiş kelle gibi sırıtıp kaldın ya?
  • ز امر حق وابکوا کثیرا خوانده‌ای  ** چون سر بریان چه خندان مانده‌ای 
  • Mum gibi daima göz yaşı dökersen mum gibi evi aydınlatmış olursun.
  • روشنی خانه باشی هم‌چو شمع  ** گر فرو پاشی تو هم‌چون شمع دمع 
  • Ananın, yahut babanın ekşi suratı,çocuğu her zarardan korur.
  • آن ترش‌رویی مادر یا پدر  ** حافظ فرزند شد از هر ضرر 
  • Ey sersem sersem gülüp duran, gülmenin zevkini gördün, bir de ağlamanın zevkini seyret. O, şeker madenidir.
  • ذوق خنده دیده‌ای ای خیره‌خند  ** ذوق گریه بین که هست آن کان قند 
  • Seni cehennem ağlatırsa onu anmak, sana cennetten hoştur. 1585
  • چون جهنم گریه آرد یاد آن  ** پس جهنم خوشتر آید از جنان 
  • Gülmeler, ağlamalarda gizlidir. Ey sâf ve temiz kişi, defineyi yıkık yerlerde ara.
  • خنده‌ها در گریه‌ها آمد کتیم  ** گنج در ویرانه‌ها جو ای سلیم 
  • Zevk gamlardadır. Onların izini kaybetmişler, abıhayatı karanlıklara çekip götürmüşlerdir.
  • ذوق در غمهاست پی گم کرده‌اند  ** آب حیوان را به ظلمت برده‌اند 
  • Yolda konak yerine kadar tersine nal izleri var. İhtiyatlı ol gözünü dört aç.
  • بازگونه نعل در ره تا رباط  ** چشمها را چار کن در احتیاط 
  • İbret gözünü dört aç. Sevgilinin iki gözünü de kendi gözlerine dost et.
  • چشمها را چار کن در اعتبار  ** یار کن با چشم خود دو چشم یار 
  • Kuran’dan “Onlar, işlerini danışarak yaparlar” âyetini oku. Sevgiliyle dost ol, nazlanarak of deme. 1590
  • امرهم شوری بخوان اندر صحف  ** یار را باش و مگوش از ناز اف 
  • Dost, yolda arkadır,sığınaktır. İyice bakarsan görürsün ki yol sevgiliden ibarettir.
  • یار باشد راه را پشت و پناه  ** چونک نیکو بنگری یارست راه 
  • Dostlara, sevdiklere ulaştın mı sus, otur. O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkışma.
  • چونک در یاران رسی خامش نشین  ** اندر آن حلقه مکن خود را نگین 
  • Aklını başına devşir de Cuma namazına bak. Herkes toplanmıştır, bir düşüncededir, susup dururlar.
  • در نماز جمعه بنگر خوش به هوش  ** جمله جمعند و یک‌اندیشه و خموش 
  • Varını yoğunu sükût diyarına çek. Nişan arıyorsan kendini nişane yapmaya kalkışma.
  • رختها را سوی خاموشی کشان  ** چون نشان جویی مکن خود را نشان 
  • Peygamber dedi ki: Bil ki karanlıkta yıldızlar nasıl yol gösterirse dostlar da elemler, sıkıntılar denizinde öyle yol gösterir. 1595
  • گفت پیغامبر که در بحر هموم  ** در دلالت دان تو یاران را نجوم 
  • Gözü yıldızlara dik, yol ara. Söz, bakışı bulandırır, sus, söylenme.
  • چشم در استارگان نه ره بجو  ** نطق تشویش نظر باشد مگو 
  • İki doğru söz söyledin mi, uydurma söz de ona uyar, ulanır gider.
  • گر دو حرف صدق گویی ای فلان  ** گفت تیره در تبع گردد روان 
  • Söz, sözü açar derler; hiç duymadın mı bu lâfı?
  • این نخواندی کالکلام ای مستهام  ** فی شجون حره جر الکلام 
  • Sakın doğru söze de girişeyim deme. Çünkü söz, doğrudan eğriye gidiverir.
  • هین مشو شارع در آن حرف رشد  ** که سخن زو مر سخن را می‌کشد 
  • Ağzını açtın mı artık söz, senin elinde değildir. Sâf sözün ardından bulanık söz de akar. 1600
  • نیست در ضبطت چو بگشادی دهان  ** از پی صافی شود تیره روان 
  • Fakat Allah vahyinin yolunda mâsum olanın sözleri, tamımı ile sâftır, onun için böyle dam ağzını açar, söze başlarsa caizdir.
  • آنک معصوم ره وحی خداست  ** چون همه صافست بگشاید رواست 
  • Çünkü peygamber, kendi heva ve hevesinden söz söylemez. Allah mâsumundan heva ve heves doğar mı hiç?
  • زانک ما ینطق رسول بالهوی  ** کی هوا زاید ز معصوم خدا 
  • Hal sahibi ol da söz söyle; bu suretle de benim gibi söze düşkün olma!
  • خویشتن را ساز منطیقی ز حال  ** تا نگردی هم‌چو من سخره‌ی مقال 
  • Sofinin, kadıdan sorusu
  • سال کردن آن صوفی قاضی را 
  • Sofi dedi ki: Mademki altın, bir madendendir. Neden bunda fayda var, onda zarar?
  • گفت صوفی چون ز یک کانست زر  ** این چرا نفعست و آن دیگر ضرر 
  • Hepsi bir elden geldiği halde neden bunun aklı başında, öbürü sarhoş? 1605
  • چونک جمله از یکی دست آمدست  ** این چرا هوشیار و آن مست آمدست 
  • Bu ırmaklar, hep bir denizden akıyor da neden bu tatlı, öbürü ağza zehir gibi gelmede.
  • چون ز یک دریاست این جوها روان  ** این چرا نوش است و آن زهر دهان 
  • Bütün nurlar, ebedîlik güneşindedir de doğru sabahla, yalancı aydınlık nasıl meydana geliyor?
  • چون همه انوار از شمس بقاست  ** صبح صادق صبح کاذب از چه خاست 
  • Bakanın gözüne çekilen sürme, aynı sürme. Doğru görüşle şaşı görüş nereden çıkıyor?
  • چون ز یک سرمه‌ست ناظر را کحل  ** از چه آمد راست‌بینی و حول 
  • Para basılan yerin sahibi Allah iken nasıl oluyor da paraların bir kısmı iyi basılıyor, bir kısmı fena?
  • چونک دار الضرب را سلطان خداست  ** نقد را چون ضرب خوب و نارواست 
  • Allah, yola “benim yolum” dedikten sonra neden bu ahde vefa etmede, öbürü yol kesmede. 1610
  • چون خدا فرمود ره را راه من  ** این خفیر از چیست و آن یک راه‌زن 
  • Mademki hür kişiyle şaşkın kişi, bir karından doğmada, “Çocuk, babanın sırrıdır” sözü nasıl doğru oluyor?
  • از یک اشکم چون رسد حر و سفیه  ** چون یقین شد الولد سر ابیه 
  • Binlerce suretle görünen birliği kim görmüştür? Daimî olarak duran bir varlıktan nasıl oluyor da yüz binlerce hareket meydana geliyor?
  • وحدتی که دید با چندین هزار  ** صد هزاران جنبش از عین قرار 
  • Kadının sofiye cevabı
  • جواب گفتن آن قاضی صوفی را 
  • Kadı dedi ki: Ey sofi, şaşırma. Bunu bir örnekle anlatacağım dinle!
  • گفت قاضی صوفیا خیره مشو  ** یک مثالی در بیان این شنو 
  • Âşıkların kararsızlığı da sevgilinin karar ve sebatından ileri gelir.
  • هم‌چنانک بی‌قراری عاشقان  ** حاصل آمد از قرار دلستان