English    Türkçe    فارسی   

6
163-212

  • “Onların ağızlarını mühürledik” âyetinin mânasını bil. Yolcuya bu, mühim bir şeydir.
  • معنی نختم علی افواههم  ** این شناس اینست ره‌رو را مهم 
  • Bunu bil de belki peygamberlerin sonuncusunun yolu hürmetine ağızdan o kuvvetli mühür kaldırılır.
  • تا ز راه خاتم پیغامبران  ** بوک بر خیزد ز لب ختم گران 
  • Peygamberlerden kalan mühürleri, Ahmed’in dini hürmetine kaldırdılar. 165
  • ختمهایی که انبیا بگذاشتند  ** آن بدین احمدی برداشتند 
  • Açılmamış kilitleri vardı; onlar, “İnna fettehna” eliyle açıldı.
  • قفلهای ناگشاده مانده بود  ** از کف انا فتحنا برگشود 
  • O, bu dünyada da şefaatçidir, o dünyada da, bu dünyada insanı dine götürür, o dünyada cennetlere.
  • او شفیع است این جهان و آن جهان  ** این جهان زی دین و آنجا زی جنان 
  • Bu dünyada “Sen onlara yol göster” der; o dünyada “Sen onlara ay gibi yüzünü göster” der.
  • این جهان گوید که تو رهشان نما  ** وآن جهان گوید که تو مهشان نما 
  • Onun gizli, aşikâr işi, daima “Yarabbi, sen kavmime doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” demektir.
  • پیشه‌اش اندر ظهور و در کمون  ** اهد قومی انهم لا یعلمون 
  • Onun nefesiyle iki kapı da açıktır. Duası, iki âlemde de müstecap olur. 170
  • باز گشته از دم او هر دو باب  ** در دو عالم دعوت او مستجاب 
  • Ona benzer ne gelmiştir, ne de gelecek. Bu yüzden son peygamber olmuştur.
  • بهر این خاتم شدست او که به جود  ** مثل او نه بود و نه خواهند بود 
  • Sanatında son derece ileri gitmiş bir üstadı görünce bu sanat, sende bitmiştir demez misin?
  • چونک در صنعت برد استاد دست  ** نه تو گویی ختم صنعت بر توست 
  • Ey peygamber, mühürleri kaldırmak, kapalı kapıları açmaktasın, Hatem’sin, bu iş, seninle ve sende bitmiştir. Can bağışlayanlar âleminde bir Hatem’sin sen.
  • در گشاد ختمها تو خاتمی  ** در جهان روح‌بخشان حاتمی 
  • Hâsılı mühürleri kaldırma ve kapıları açmada Muhammed’in işaretleri, tamamiyle açıklık içinde açıklıktır, açılık içinde açıklıktır,açıklık içinde açıklık.
  • هست اشارات محمدالمراد  ** کل گشاد اندر گشاد اندر گشاد 
  • Onun canına, evlâdının gelişine ve zamanına yüz binlerce aferin ! 175
  • صد هزاران آفرین بر جان او  ** بر قدوم و دور فرزندان او 
  • Onun devlet ve ikbal sahibi halifesinin oğulları, onun can ve gönül unsurundan doğmuşlardır.
  • آن خلیفه‌زادگان مقبلش  ** زاده‌اند از عنصر جان و دلش 
  • İster Bağdat’tan olsunlar, ister Herat’tan, ister Rey’den. Su ve toprak karışıklığı olmaksızın onun soyudur onlar.
  • گر ز بغداد و هری یا از ری‌اند  ** بی‌مزاج آب و گل نسل وی‌اند 
  • Gül dalı, nerede biterse bitsin güldür. Şarap, nerede kaynayıp köpürürse köpürsün şaraptır.
  • شاخ گل هر جا که روید هم گلست  ** خم مل هر جا که جوشد هم ملست 
  • Güneş, isterse batıdan baş göstersin, yine güneştir, başka bir şey değil.
  • گر ز مغرب بر زند خورشید سر  ** عین خورشیدست نه چیز دگر 
  • Allahm, sen örtücülüğünle ört, ayıp görenlere bunu gösterme, onları kör et. 180
  • عیب چینان را ازین دم کور دار  ** هم بستاری خود ای کردگار 
  • Allah, ben, eşi olmayan güneşle kötü huylu yarasanın gözünü bağlamışım dedi.
  • گفت حق چشم خفاش بدخصال  ** بسته‌ام من ز آفتاب بی‌مثال 
  • Bakışı noksan yarasanın gözünden, o güneşin yıldızları da gizlidir.
  • از نظرهای خفاش کم و کاست  ** انجم آن شمس نیز اندر خفاست 
  • İman zevkine mâni olanı doğruluğun zayıflığına delâlet eden ve yüz binlerce ahmağın yolunu kesen çürümüş,pörsümüş gayret ve hamiyetin kınanması.Nitekim koyunlar da bir namussuzun yolunu keserlerdi , geçemezdi. Bu namussuz , çobandan “Koyunların, beni ısırırlar mı acaba?” diye sordu . Çoban dedi ki: ” Ersen ve sende erkeklik damarı varsa hepsi sana feda olsun. Namussuz biriysen her biri , sana bir ejderha kesilir . ” Başka bir namussuz da vardı , koyunları gördü mü, derhal yoldan dönerdi. Çobana bir şey de soramazdı , sorarsam koyunlar,başıma üşüşür,beni ısırırlar derdi.
  • نکوهیدن ناموسهای پوسیده را کی مانع ذوق ایمان و دلیل ضعف صدق‌اند و راه‌زن صد هزار ابله چنانک راه‌زن آن مخنث شده بودند گوسفندان و نمی‌یارست گذشتن و پرسیدن مخنث از چوپان کی این گوسفندان تو مرا عجب گزند گفت ای مردی و در تو رگ مردی هست همه فدای تو اند و اگر مخنثی هر یکی ترا اژدرهاست مخنثی دیگر هست کی چون گوسفندان را بیند در حال از راه باز گردد نیارد پرسیدن ترسد کی اگر بپرسم گوسفندان در من افتند و مرا بگزند 
  • Ey Allah ışığı Hüsameddin, ey ruh cilâsı, ey doğru yolu gösteren padişah gel!
  • ای ضیاء الحق حسام‌الدین بیا  ** ای صقال روح و سلطان الهدی 
  • Mesnevi’yi yayılmış bir mera haline getir, örneklerinin suretlerine can ver!
  • مثنوی را مسرح مشروح ده  ** صورت امثال او را روح ده 
  • Can ver de bütün harfleri akıl ve can olsun, can cennetine uçup gitsin. 185
  • تا حروفش جمله عقل و جان شوند  ** سوی خلدستان جان پران شوند 
  • Zaten onlar, senin sayende can âleminden gelip harf tuzağına tutuldular, mahpus oldular.
  • هم به سعی تو ز ارواح آمدند  ** سوی دام حرف و مستحقن شدند 
  • Ömrün âlemde Hızır gibi uzasın, canlara can katsın, düşkünlerin ellerini tutsun, daimî olsun.
  • باد عمرت در جهان هم‌چون خضر  ** جان‌فزا و دستگیر و مستمر 
  • İlyas ve Hızır gibi dünyalar durdukça dur da yeryüzü, lütfunla gökyüzü haline gelsin.
  • چون خضر و الیاس مانی در جهان  ** تا زمین گردد ز لطفت آسمان 
  • Kötü gözlülerin şatafatı, nazarı olmasaydı lütfunun yüzde birini söylerdim.
  • گفتمی از لطف تو جزوی ز صد  ** گر نبودی طمطراق چشم بد 
  • Fakat nefesi zehirli kem gözlerden ben ne can üzen zahımlar yedim. 190
  • لیک از چشم بد زهراب دم  ** زخمهای روح‌فرسا خورده‌ام 
  • Onun için senin halini, ancak başkalarının hallerini anarak remiz ve kinayeyle söylerim.
  • جز به رمز ذکر حال دیگران  ** شرح حالت می‌نیارم در بیان 
  • Bu bahanede, gönlüne ait bir hiledir ki gönlün ayakları, o yüzden, toprağa kakılmış kalmıştır.
  • این بهانه هم ز دستان دلیست  ** که ازو پاهای دل اندر گلیست 
  • Yüzlerce gönül ve can, yaratıcı Allah’ya âşık olmuştur da onlara ya kem göz mâni olmuştur, ya kötü kulak.
  • صد دل و جان عاشق صانع شده  ** چشم بد یا گوش بد مانع شده 
  • Bunların bir tanesi de Peygamber’in amcası. Arapların kınaması, ona pek korkunç göründü.
  • خود یکی بوطالب آن عم رسول  ** می‌نمودش شنعه‌ی عربان مهول 
  • Arap, kendi çocuğuna uydu da, güvenilir dininden döndü, derlerse, ne derim?, dedi. 195
  • که چه گویندم عرب کز طفل خود  ** او بگردانید دیدن معتمد 
  • Peygamber, amca, dedi, bir kere şahadet getir de senin için Allah’ya şefaat edeyim.
  • گفتش ای عم یک شهادت تو بگو  ** تا کنم با حق خصومت بهر تو 
  • Ebutalip, doğru ama duyulur, yayılır, herkes duyar. İki kişiyi aşan her sır yayılır, otuz iki dişten otuz iki orduya duyulur.
  • گفت لیکن فاش گردد ازسماع  ** کل سر جاوز الاثنین شاع 
  • Bu Arapların diline düşerim. Onların yanında bu yüzden hor hakîr olurum, dedi.
  • من بمانم در زبان این عرب  ** پش ایشان خوار گردم زین سبب 
  • Fakat Allah’nın ezelî lütfu olsaydı Allah çekişiyle beraber bu kötü gönüllülük olur muydu hiç?...
  • لیک گر بودیش لطف ما سبق  ** کی بدی این بددلی با جذب حق 
  • Ey düşkünlere yardım eden Allah, medet! Medet bu iki taraflı dileklerden! 200
  • الغیاث ای تو غیاث المستغیث  ** زین دو شاخه‌ی اختیارات خبیث 
  • Ben, gönlün hilesinden, düzeninden öyle perişan bir hale geldim ki feryada bile kudretim kalmadı.
  • من ز دستان و ز مکر دل چنان  ** مات گشتم که بماندم از فغان 
  • Ben kim oluyorum? Gökyüzü bile yüzlerce işiyle, gücü ile, iktidarı ile, yüzlerce debdebe ve tantanası ile beraber bu pusudan, bu dileğe uyma yüzünden feryada geldi.
  • من که باشم چرخ با صد کار و بار  ** زین کمین فریاد کرد از اختیار 
  • Ey kerem sahibi, ey hilim sahibi, bu iki taraflı dilekten sen bana aman ver.
  • که ای خداوند کریم و بردبار  ** ده امانم زین دو شاخه‌ی اختیار 
  • Ey kerem sahibi, doğru yolun bir taraflı çekişi, iki yol arasında tereddüde düşmekten hayırlıdır.
  • جذب یک راهه‌ی صراط المستقیم  ** به ز دو راه تردد ای کریم 
  • Bu iki yoldan da maksat sensin ama bu ikilikten adama âdeta can çekişmesi gelir. 205
  • زین دو ره گرچه همه مقصد توی  ** لیک خود جان کندن آمد این دوی 
  • Bu iki yolla da sana gelmeye azmedilir ama savaş, asla neşe meclisine benzemez, dedi.
  • زین دو ره گرچه به جز تو عزم نیست  ** لیک هرگز رزم هم‌چون بزم نیست 
  • Bunu, Kuran’daki “Göklerle yeryüzü Allah emanetini kabul etmekten korktular, çekindiler” âyetini oku da Allah’dan duy.
  • در نبی بشنو بیانش از خدا  ** آیت اشفقن ان یحملنها 
  • Bu ikilikte kalış, acaba şu mu iyidir, hayırlıdır, yoksa o mu, diye tereddüde düşüş, gönülde bir savaş gibidir.
  • این تردد هست در دل چون وغا  ** کین بود به یا که آن حال مرا 
  • Tereddütte de bütün kudretleriyle korku ve ümit birbirine saldırır.
  • در تردد می‌زند بر همدگر  ** خوف و اومید بهی در کر و فر 
  • Dileğiyle bir yolu seçme ve bu seçişin sebeplerini sınamadan Allah’ya sığınma ve münacat.Göklerle yerler de bu ihtiyara sahip oluştan ve sebeplerinden ürktüler,korktular.Halbuki insan,yaratılışından ihtiyarı ve ihtiyarının sebeplerini dilemeye haristir. Nitekim insan ,hastalandı mı ihtiyarını az görür de ihtiyar sahibi oluşa sebep bulunan iyiliğini ister, bu suretle ve mevki sahibi olmakla ihtiyarının çoğalmasını diler . Eski milletlerde de Allah kahrının inmesine sebep , ihtiyarın ve sebeplerinin çokluğu idi.Firavun’u hiç kimse asla yoksul görmedi.
  • مناجات و پناه جستن به حق از فتنه‌ی اختیار و از فتنه‌ی اسباب اختیار کی سماوات و ارضین از اختیار و اسباب اختیار شکوهیدند و ترسیدند و خلقت آدمی مولع افتاد بر طلب اختیار و اسباب اختیار خویش چنانک بیمار باشد خود را اختیار کم بیند صحت خواهد کی سبب اختیارست تا اختیارش بیفزاید و منصب خواهد تا اختیارش بیفزاید و مهبط قهر حق در امم ماضیه فرط اختیار و اسباب اختیار بوده است هرگز فرعون بی‌نوا کس ندیده است 
  • Ey yüce Allah, önce bendeki bu çekiliş ve yükselip geliş senden meydana geldi, yoksa bu deniz, sakindi Yarabbi. 210
  • اولم این جزر و مد از تو رسید  ** ورنه ساکن بود این بحر ای مجید 
  • Bana bu tereddüdü, o makamdan verdin, kereminle yine beni tereddütsüz bir hale getir.
  • هم از آنجا کین تردد دادیم  ** بی‌تردد کن مرا هم از کرم 
  • Medet ey feryada yetişen Allahm, sen beni dertlere müptelâ etmektesin. Senin verdiğin dertlerle erler bile kadınlara döner.
  • ابتلاام می‌کنی آه الغیاث  ** ای ذکور از ابتلاات چون اناث