- Yirmi dört şubeden çalgı çalan bir çalgıcıya, dinleyen olmadı mı çalgısı bir yük olur.
- چنگیی را کو نوازد بیست و چار ** چون نیابد گوش گردد چنگ بار
- Aklına ne bir yanık nağme gelir, ne bir güzel, ne de on parmağı, çalgının perdelerinde ve tellerde oynar!
- نه حراره یادش آید نه غزل ** نه ده انگشتش بجنبد در عمل
- Gayb haberlerini dinleyen bir kulak olmasaydı hiçbir muştucu gökten vahiy getirmezdi.
- گر نبودی گوشهای غیبگیر ** وحی ناوردی ز گردون یک بشیر
- Allah sanatlarını gören gözler olmasaydı ne gökyüzü dönerdi, ne yeryüzü gülerdi. 1660
- ور نبودی دیدههای صنعبین ** نه فلک گشتی نه خندیدی زمین
- “Sen olmasaydın” sözü, keskin ve görür gözler içindir.
- آن دم لولاک این باشد که کار ** از برای چشم تیزست و نظار
- Fakat halk, kadın ve yemek aşkından nereden Allah sanatına bakacak, nereden Allah aşkına düşecek?
- عامه را از عشق همخوابه و طبق ** کی بود پروای عشق صنع حق
- Yiyecek birkaç köpek olmadıktan sonra tutmaç suyunu köpeklerin yiyecekleri yere dökmezsin ki.
- آب تتماجی نریزی در تغار ** تا سگی چندی نباشد طعمهخوار
- Yürü, Allah mağarasının köpeği ol da o, seni seçsin, bu yal yerinden kurtarsın.
- رو سگ کهف خداوندیش باش ** تا رهاند زین تغارت اصطفاش
- Hikâyeci, terzilerin insafsızca hırsızlılarını anlattı, çaldıkları kumaşları nasıl sakladıklarını söyledi. 1665
- چونک دزدیهای بیرحمانه گفت ** کی کنند آن درزیان اندر نهفت
- Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
- اندر آن هنگامه ترکی از خطا ** سخت طیره شد ز کشف آن غطا
- Gece, kıyamet günü gibi o sırları, hakikat ehline açıp durmaktaydı.
- شب چو روز رستخیز آن رازها ** کشف میکرد از پی اهل نهی
- Nereye gitsen de orada birbirlerinin sırlarını açan iki düşmanı savaşır görsen;
- هر کجا آیی تو در جنگی فراز ** بینی آنجا دو عدو در کشف راز
- O anı, anılıp söylenen mahşer bil. O sır söyleyen boğazı da sur say.
- آن زمان را محشر مذکور دان ** وان گلوی رازگو را صور دان
- Allah, öfke sebeplerini hazırlamış, o kötülükleri ortaya atmıştır. 1670
- که خدا اسباب خشمی ساختست ** وآن فضایح را بکوی انداختست
- Hikâyeci, terzilerin bir çok hainliklerini sayıp döktü. Türk acıklandı, kızdı, dertlendi.
- بس که غدر درزیان را ذکر کرد ** حیف آمد ترک را و خشم و درد
- Dedi ki: Ey meddah, şehrinizde hilede, hıyanette en usta hangi terzi?
- گفت ای قصاص در شهر شما ** کیست استاتر درین مکر و دغا
- Türk’ün ,terzi benden bir şey çalamaz diye bahse girişmesi
- دعوی کردن ترک و گرو بستن او کی درزی از من چیزی نتواند بردن
- Meddah dedi ki: Ciğeroğlu derler bir terzi vardır, hırsızlıkta, çeviklikte halkı öldürür âdeta.
- گفت خیاطیست نامش پور شش ** اندرین چستی و دزدی خلقکش
- Türk, benden dedi, bir iplik bile çalamaz. Sizinle bahse giriyorum.
- گفت من ضامن که با صد اضطراب ** او نیارد برد پیشم رشتهتاب
- Senden daha akıllı nice kişileri mat etti, bahse girişme, böyle kanatlanıp uçmaya kalkma. 1675
- پس بگفتندش که از تو چستتر ** مات او گشتند در دعوی مپر
- Yürü, aklına böyle mağrur olma. Onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin dediler.
- رو به عقل خود چنین غره مباش ** که شوی یاوه تو در تزویرهاش
- Türk, büsbütün kızdı, benden ne yeni, ne eski hiçbir şey alamaz diye bahse girişti.
- گرمتر شد ترک و بست آنجا گرو ** که نیارد برد نی کهنه نی نو
- Tamah edenler de onu büsbütün kızdırdılar. Bahse girip ağzını açarak dedi ki:
- مطمعانش گرمتر کردند زود ** او گرو بست و رهان را بر گشود
- Şu Arap atım rehin olsun. Benden hileyle kumaş çalabilirse at sizin olur.
- که گرو این مرکب تازی من ** بدهم ار دزدد قماشم او به فن
- Fakat hile yapamaz, çalamazsa ben sizden bir at alırım. 1680
- ور نتواند برد اسپی از شما ** وا ستانم بهر رهن مبتدا
- Türk, o gece kızgınlığından uyuyamadı. Hırsızın hayali ile savaşıp durmaktaydı.
- ترک را آن شب نبرد از غصه خواب ** با خیال دزد میکرد او حراب
- Sabah çağı bir atlas kumaşı koltukladı, çarşıya o hilebazın dükkânına gitti.
- بامدادان اطلسی زد در بغل ** شد به بازار و دکان آن دغل
- Terziye selâm verdi. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını aldı, merhaba hoş geldin dedi.
- پس سلامش کرد گرم و اوستاد ** جست از جا لب به ترحیبش گشاد
- Türk’e haddinden fazla saygı gösterdi, hal ve hatır sordu, kendisini sevdirdi.
- گرم پرسیدش ز حد ترک بیش ** تا فکند اندر دل او مهر خویش
- Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin önüne attı. 1685
- چون بدید از وی نوای بلبلی ** پیشش افکند اطلس استنبلی
- Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun yukarısı dar.
- که ببر این را قبای روز جنگ ** زیر نافم واسع و بالاش تنگ
- Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
- تنگ بالا بهر جسمآرای را ** زیر واسع تا نگیرد پای را
- Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün üstüne koydu, baş üstüne dedi.
- گفت صد خدمت کنم ای ذو وداد ** در قبولش دست بر دیده نهاد
- Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.
- پس بپیمود و بدید او روی کار ** بعد از آن بگشاد لب را در فشار
- Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye koyuldu. 1690
- از حکایتهای میران دگر ** وز کرمها و عطاء آن نفر
- Nekeslerden, onların aşağılık huylarından bahsetti. Güldürmek için tuhaf tuhaf sözler söyledi.
- وز بخیلان و ز تحشیراتشان ** از برای خنده هم داد او نشان
- Ateş gibi makasını çıkardı, kumaşı kesmeye başladı. Ağzıysa masallarla afsunlarla doluydu.
- همچو آتش کرد مقراضی برون ** میبرید و لب پر افسانه و فسون
- Terzinin güldürecek şeyler söylemesi,Türk’ün kahkahalarla gülmesi ve küçücük, daracık gözlerinin kapanması,terzinin de bu suretle kumaşı çalmaya fırsat bulması
- مضاحک گفتن درزی و ترک را از قوت خنده بسته شدن دو چشم تنگ او و فرصت یافتن درزی
- Türk, hikâyelere gülmeye başladı. Daracık gözü tamamı ile örtüldü.
- ترک خندیدن گرفت از داستان ** چشم تنگش گشت بسته آن زمان
- Terzi, kumaştan bir parça çalıp oyluğunun altına gizledi. Allah’dan başka kimsecikler görmedi.
- پارهای دزدید و کردش زیر ران ** از جز حق از همه احیا نهان
- Allah, her şeyi görür ama huyu, örtmektir. Fakat haddini aştın mı açan da odur ha! 1695
- حق همیدید آن ولی ستارخوست ** لیک چون از حد بری غماز اوست
- Türk, onun masallarının lezzetinden giriştiği bahsi tamamen unuttu.
- ترک را از لذت افسانهاش ** رفت از دل دعوی پیشانهاش
- Atlas neymiş, bahis neymiş, rehin ne? Türk, o terzi beyinin lâtifesine kapıldı gitti, âdeta sarhoş oldu, kendinden geçti.
- اطلس چه دعوی چه رهن چه ** ترک سرمستست در لاغ اچی
- Allah için olsun, lâtifelerin canıma gıda oldu, gülünecek bir şey daha söyle diye yalvardı.
- لابه کردش ترک کز بهر خدا ** لاغ میگو که مرا شد مغتذا
- O hain gülünecek bir şey daha söyledi. Türk kahkahasından sırt üstü yere yıkıldı.
- گفت لاغی خندمینی آن دغا ** که فتاد از قهقهه او بر قفا
- Gafil Türk, gülüp dururken terzi kumaştan bir parça daha çalıp gömleğinin yakasından koynuna soktu. 1700
- پارهای اطلس سبک بر نیفه زد ** ترک غافل خوش مضاحک میمزد
- Hıta’lı Türk, üçüncü defa, Allah aşkına gülünç bir şey daha söyle dedi.
- همچنین بار سوم ترک خطا ** گفت لاغی گوی از بهر خدا
- Terzi, ikinci lâtifesinden daha gülünç bir şey söyledi, Türkü tamamı ile avladı.
- گفت لاغی خندمینتر زان دو بار ** کرد او این ترک را کلی شکار
- Gözü kapanmış, aklı gitmiş şaşırmış kalmış, bahse giriştiği halde kahkahayla sarhoş olmuştu.
- چشم بسته عقل جسته مولهه ** مست ترک مدعی از قهقهه
- Bu sırada Türkün gülmesinden meydanı boş bulup kumaştan bir parça daha çaldı.
- پس سوم بار از قبا دزدید شاخ ** که ز خندهش یافت میدان فراخ
- Hıta’lı Türk, ustadan dördüncü defa olarak yine gülünç bir şey isteyince, 1705
- چون چهارم بار آن ترک خطا ** لاغ از آن استا همیکرد اقتضا
- Herif rahme geldi, hilesini,düzenini başkalarına yapmaya niyetlenip,
- رحم آمد بر وی آن استاد را ** کرد در باقی فن و بیداد را