English    Türkçe    فارسی   

6
1685-1734

  • Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin önüne attı. 1685
  • چون بدید از وی نوای بلبلی  ** پیشش افکند اطلس استنبلی 
  • Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun yukarısı dar.
  • که ببر این را قبای روز جنگ  ** زیر نافم واسع و بالاش تنگ 
  • Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
  • تنگ بالا بهر جسم‌آرای را  ** زیر واسع تا نگیرد پای را 
  • Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün üstüne koydu, baş üstüne dedi.
  • گفت صد خدمت کنم ای ذو وداد  ** در قبولش دست بر دیده نهاد 
  • Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.
  • پس بپیمود و بدید او روی کار  ** بعد از آن بگشاد لب را در فشار 
  • Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye koyuldu. 1690
  • از حکایتهای میران دگر  ** وز کرمها و عطاء آن نفر 
  • Nekeslerden, onların aşağılık huylarından bahsetti. Güldürmek için tuhaf tuhaf sözler söyledi.
  • وز بخیلان و ز تحشیراتشان  ** از برای خنده هم داد او نشان 
  • Ateş gibi makasını çıkardı, kumaşı kesmeye başladı. Ağzıysa masallarla afsunlarla doluydu.
  • هم‌چو آتش کرد مقراضی برون  ** می‌برید و لب پر افسانه و فسون 
  • Terzinin güldürecek şeyler söylemesi,Türk’ün kahkahalarla gülmesi ve küçücük, daracık gözlerinin kapanması,terzinin de bu suretle kumaşı çalmaya fırsat bulması
  • مضاحک گفتن درزی و ترک را از قوت خنده بسته شدن دو چشم تنگ او و فرصت یافتن درزی 
  • Türk, hikâyelere gülmeye başladı. Daracık gözü tamamı ile örtüldü.
  • ترک خندیدن گرفت از داستان  ** چشم تنگش گشت بسته آن زمان 
  • Terzi, kumaştan bir parça çalıp oyluğunun altına gizledi. Allah’dan başka kimsecikler görmedi.
  • پاره‌ای دزدید و کردش زیر ران  ** از جز حق از همه احیا نهان 
  • Allah, her şeyi görür ama huyu, örtmektir. Fakat haddini aştın mı açan da odur ha! 1695
  • حق همی‌دید آن ولی ستارخوست  ** لیک چون از حد بری غماز اوست 
  • Türk, onun masallarının lezzetinden giriştiği bahsi tamamen unuttu.
  • ترک را از لذت افسانه‌اش  ** رفت از دل دعوی پیشانه‌اش 
  • Atlas neymiş, bahis neymiş, rehin ne? Türk, o terzi beyinin lâtifesine kapıldı gitti, âdeta sarhoş oldu, kendinden geçti.
  • اطلس چه دعوی چه رهن چه  ** ترک سرمستست در لاغ اچی 
  • Allah için olsun, lâtifelerin canıma gıda oldu, gülünecek bir şey daha söyle diye yalvardı.
  • لابه کردش ترک کز بهر خدا  ** لاغ می‌گو که مرا شد مغتذا 
  • O hain gülünecek bir şey daha söyledi. Türk kahkahasından sırt üstü yere yıkıldı.
  • گفت لاغی خندمینی آن دغا  ** که فتاد از قهقهه او بر قفا 
  • Gafil Türk, gülüp dururken terzi kumaştan bir parça daha çalıp gömleğinin yakasından koynuna soktu. 1700
  • پاره‌ای اطلس سبک بر نیفه زد  ** ترک غافل خوش مضاحک می‌مزد 
  • Hıta’lı Türk, üçüncü defa, Allah aşkına gülünç bir şey daha söyle dedi.
  • هم‌چنین بار سوم ترک خطا  ** گفت لاغی گوی از بهر خدا 
  • Terzi, ikinci lâtifesinden daha gülünç bir şey söyledi, Türkü tamamı ile avladı.
  • گفت لاغی خندمین‌تر زان دو بار  ** کرد او این ترک را کلی شکار 
  • Gözü kapanmış, aklı gitmiş şaşırmış kalmış, bahse giriştiği halde kahkahayla sarhoş olmuştu.
  • چشم بسته عقل جسته مولهه  ** مست ترک مدعی از قهقهه 
  • Bu sırada Türkün gülmesinden meydanı boş bulup kumaştan bir parça daha çaldı.
  • پس سوم بار از قبا دزدید شاخ  ** که ز خنده‌ش یافت میدان فراخ 
  • Hıta’lı Türk, ustadan dördüncü defa olarak yine gülünç bir şey isteyince, 1705
  • چون چهارم بار آن ترک خطا  ** لاغ از آن استا همی‌کرد اقتضا 
  • Herif rahme geldi, hilesini,düzenini başkalarına yapmaya niyetlenip,
  • رحم آمد بر وی آن استاد را  ** کرد در باقی فن و بیداد را 
  • Amma da gülünecek şeye harîs ha dedi, zararından, ziyanından haberi bile yok.
  • گفت مولع گشت این مفتون درین  ** بی‌خبر کین چه خسارست و غبین 
  • Türk, ustayı öperek; Allah aşkına bir hikâye daha söyle diye yalvarıyordu.
  • بوسه‌افشان کرد بر استاد او  ** که بمن بهر خدا افسانه گو 
  • Ey masal, hikâye olmuş, varlıktan geçmiş adam, masalı ne zamana kadar deneyeceksin?
  • ای فسانه گشته و محو از وجود  ** چند افسانه بخواهی آزمود 
  • Senden daha ziyade gülünecek masal yok. Yıkık kabrinin başına git de bir güzelce dur. 1710
  • خندمین‌تر از تو هیچ افسانه نیست  ** بر لب گور خراب خویش ایست 
  • Ey bilgisizlik ve şüphe mezarına düşmüş kişi, feleğin lâtifesini, masalını niceye bir arayacaksın?
  • ای فرو رفته به گور جهل و شک  ** چند جویی لاغ و دستان فلک 
  • Ne vaktedek şu cihanın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzenin de kaldı, ne canın.
  • تا بکی نوشی تو عشوه‌ی این جهان  ** که نه عقلت ماند بر قانون نه جان 
  • Hor ve zalim bir arkadaş olan şu felek, senin gibi yüz binlerce kişinin yüz suyunu döktü.
  • لاغ این چرخ ندیم کرد و مرد  ** آب روی صد هزاران چون تو برد 
  • Herkesin terzisi olan felek, yüz yaşındaki ham bebeklerin elbiselerini yırtar, diker!
  • می‌درد می‌دوزد این درزی عام  ** جامه‌ی صدسالگان طفل خام 
  • Lâtifesi, bahçelere bir letafet verir ama kış gelince verdiğin şeylerin hepsini yele verir! 1715
  • لاغ او گر باغها را داد داد  ** چون دی آمد داده را بر باد داد 
  • Halbuki ihtiyar oğlancıklar, ihtiyaçları yüzünden onun kutlu, kutsuz devriyle alay etmek, eğlenmek için önüne oturmuşlardır!
  • پیره‌طفلان شسته پیشش بهر کد  ** تا به سعد و نحس او لاغی کند 
  • Terzinin,kendine gel,sus,yoksa bir gülünecek şey daha söylersem kaftanın dar gelir demesi.
  • گفتن درزی ترک را هی خاموش کی اگر مضاحک دگر گویم قبات تنگ آید 
  • Terzi dedi ki: A hadım ağası, vazgeç. Bir lâtife daha söylersem vay haline.
  • گفت درزی ای طواشی بر گذر  ** وای بر تو گر کنم لاغی دگر 
  • Sonra kaftanın dapdaracık olur. Hiç kimse kendi kendine böyle iş işler mi?
  • پس قبایت تنگ آید باز پس  ** این کند با خویشتن خود هیچ کس 
  • Gülüyorsun ama gülmenin yeri mi?Eğer bilseydin güleceğin yerde kan ağlardın.
  • خنده‌ی چه رمزی ار دانستیی  ** تو به جای خنده خون بگرستیی 
  • İşsizlerle masal arayanlar, o Türk’e benzerler, gaddar ve aldatıcı âlem de o terziye benzer. Şehvetler ve kadınlar,bu dünyanın gülünç şey söylemesidir .Ömür, ebedilik kaftanı ve takva elbisesi dikilmek üzere o terzinin önüne verilmiş atlas kumaştır.
  • بیان آنک بی‌کاران و افسانه‌جویان مثل آن ترک‌اند و عالم غرار غدار هم‌چو آن درزی و شهوات و زبان مضاحک گفتن این دنیاست و عمر هم‌چون آن اطلس پیش این درزی جهت قبای بقا و لباس تقوی ساختن 
  • Ömrünün atlasını, ay makasıyla gurur terzisi kesip parça parça ediyor. 1720
  • اطلس عمرت به مقراض شهور  ** برد پاره‌پاره خیاط غرور 
  • Sense yıldızım, hep beni güldürseydi, hep kutlu olsaydı der, bunu istersin.
  • تو تمنا می‌بری که اختر مدام  ** لاغ کردی سعد بودی بر دوام 
  • Onun terbilerine pek kızar, cilvesinden, kininden, aletlerinden hiddetlenirsin.
  • سخت می‌تولی ز تربیعات او  ** وز دلال و کینه و آفات او 
  • Susmasından, kutsuzluğundan, tutukluluğundan, kinciliğinden incinirsin.
  • سخت می‌رنجی ز خاموشی او  ** وز نحوس و قبض و کین‌کوشی او 
  • Neden Zühre çalıp çığırmıyor dersin. Fakat onun kutluluğuna, oynayışına, çağırışına pek güvenme.
  • که چرا زهره‌ی طرب در رقص نیست  ** بر سعود و رقص سعد او مه‌ایست 
  • Yıldızın der ki: Lâtifeyi biraz daha fazlalaştırırsam seni tamamı ile aldatır, borçlu çıkarırım. 1725
  • اخترت گوید که گر افزون کنم  ** لاغ را پس کلیت مغبون کنم 
  • Bu yıldızların işvesine bakma da ey hor hakîr kişi, erkeklere olan aşkına bak!
  • تو مبین قلابی این اختران  ** عشق خود بر قلب‌زن بین ای مهان 
  • مثل 
  • Birisi yola düşmüş, dükkâna gidiyordu. Gördü ki kadınlar yolu kapamış.
  • آن یکی می‌شد به ره سوی دکان  ** پیش ره را بسته دید او از زنان 
  • Hızlı yürümeden ayağı yanmaktaydı. Yolsa ay gibi kadınlarla doluydu, yol açmaya âdeta imkân yoktu.
  • پای او می‌سوخت از تعجیل و راه  ** بسته از جوق زنان هم‌چو ماه 
  • Bir kadına yüz çevirdi de dedi ki: A bayağı mahlûklar, a kızcağızlar, ne de çoksunuz.
  • رو به یک زن کرد و گفت ای مستهان  ** هی چه بسیارید ای دخترچگان 
  • Kadın, ona yüzünü döndü, ey emniyet sahibi dedi, bizim bolluğumuzu kötü görme. 1730
  • رو بدو کرد آن زن و گفت ای امین  ** هیچ بسیاری ما منکر مبین 
  • Bu kadar çoğuz ama öyle olduğu halde size bu çokluk bile az gelmede.
  • بین که با بسیاری ما بر بساط  ** تنگ می‌آید شما را انبساط 
  • Kadın kıtlığından oğlancılığa düşüyorsunuz da yapan da dünyaya rezil rüsva oluyor, yaptıran da!
  • در لواطه می‌فتید از قحط زن  ** فاعل و مفعول رسوای زمن 
  • Zamanın hâdiselerine bakma. Feleğin acılıklarını, hazım olunmaz şeylerini görme.
  • تو مبین این واقعات روزگار  ** کز فلک می‌گردد اینجا ناگوار 
  • Rızkın, geçimin darlığına, şu kıtlığına, korkuya, titreyişe bakma.
  • تو مبین تحشیر روزی و معاش  ** تو مبین این قحط و خوف و ارتعاش