- Sofi dedi ki: Yardımı dilenen Allah, kârımızı ziyansız etmeye kadirdir.
- گفت صوفی قادرست آن مستعان ** که کند سودای ما را بی زیان
- Ateşi gül ve ağaç haline getiren, bunu da zararsız bir hale getirebilir. 1740
- آنک آتش را کند ورد و شجر ** هم تواند کرد این را بیضرر
- Dikenden gül çıkaran şu kışı da bahar edebilir.
- آنک گل آرد برون از عین خار ** هم تواند کرد این دی را بهار
- Her serviyi hür bir halde sere serpe yücelten, derdi de neşe haline getirir.
- آنک زو هر سرو آزادی کند ** قادرست ار غصه را شادی کند
- Onun lûtfuyla her şey, yokluktan var oldu. Var ettiğini ebedî kılarsa nesi eksilir ki?
- آنک شد موجود از وی هر عدم ** گر بدارد باقیش او را چه کم
- Bedene can verip dirilten, dirilttiğini öldürmezse ziyana mı girer?
- آنک تن را جان دهد تا حی شود ** گر نمیراند زیانش کی شود
- O cömert Allah, kulunun isteğini çalışmadan verse ne çıkar? 1745
- خود چه باشد گر ببخشد آن جواد ** بنده را مقصود جان بیاجتهاد
- Artık kullarından pusuda bekleyen nefis hilesiyle melûn şeytanın hilesini uzak tutsa ne olur ki?
- دور دارد از ضعیفان در کمین ** مکر نفس و فتنهی دیو لعین
- Kadının sofiye cevap vermesi
- جواب دادن قاضی صوفی را
- Kadı dedi ki: Acı emir olmasaydı, dünyada çirkin, güzel taş ve inci bulunmasaydı,
- گفت قاضی گر نبودی امر مر ** ور نبودی خوب و زشت و سنگ و در
- Nefis, şeytan heva ve hevese... Zahmet, meşakkat, savaş olmasaydı,
- ور نبودی نفس و شیطان و هوا ** ور نبودی زخم و چالیش و وغا
- A perdesi, yırtılmış adam; padişah kullarına ne ad takardı?
- پس به چه نام و لقب خواندی ملک ** بندگان خویش را ای منهتک
- Nasıl ey sabırlı, ey hilim sahibi, ey yiğitlik, ey hikmet ıssı diyebilirdi? 1750
- چون بگفتی ای صبور و ای حلیم ** چون بگفتی ای شجاع و ای حکیم
- Yol kesen ve melûn şeytan olmasaydı sabırlılar, doğrular ve yoksulları doyuranlar, nasıl belli olurdu?
- صابرین و صادقین و منفقین ** چون بدی بی رهزن و دیو لعین
- Rüstem ve Hamza’yla namussuz, aynı ve bir olsaydı bilgi ve hikmet bâtıl olurdu.
- رستم و حمزه و مخنث یک بدی ** علم و حکمت باطل و مندک بدی
- Bilgi ve hikmet, doğru yolla yolsuzluğu göstermek içindir. Her taraf yoldan ibaret olsaydı hikmet, abes ve boş bir şey olurdu.
- علم و حکمت بهر راه و بیرهیست ** چون همه ره باشد آن حکمت تهیست
- Sense bu acı sulu tabiat dükkânı için iki âleminde yıkılmasını hoş görüyorsun.
- بهر این دکان طبع شورهآب ** هر دو عالم را روا داری خراب
- Ben bilip duruyorum ki sen paksın, ham değilsin. Bu soruşunda aşağılık kişilerin anlaması için. 1755
- من همیدانم که تو پاکی نه خام ** وین سالت هست از بهر عوام
- Devranın cefası ile âlemdeki bütün eziyetler, Allah’dan uzak olmadan ve gafil bulunmadan daha kolaydır.
- جور دوران و هر آن رنجی که هست ** سهلتر از بعد حق و غفلتست
- Çünkü bunlar hep geçer de onlar geçmez. Devlet, ona derler ki insanın canı uyanık olsun!
- زآنک اینها بگذرند آن نگذرد ** دولت آن دارد که جان آگه برد
- Zahmete sabretmek ,sevgilinin ayrılığına sabretmetken kolaydır.
- حکایت در تقریر آنک صبر در رنج کار سهلتر از صبر در فراق یار بود
- Kadının biri kocasına dedi ki: Ey adamlığı bir adımda aşan!
- آن یکی زن شوی خود را گفت هی ** ای مروت را به یک ره کرده طی
- Bana hiç bakmıyorsun, neden? Ne vaktedek bu horlukta kalacağım?
- هیچ تیمارم نمیداری چرا ** تا بکی باشم درین خواری چرا
- Kocası dedi ki: Boğazına bakıyorum, çıplağım ama elim ayağım var, çalışıp çabalıyorum. 1760
- گفت شو من نفقه چاره میکنم ** گرچه عورم دست و پایی میزنم
- Güzelim, ere kadının boğazına ve elbisesine bakmak farzdır. Ben ikisine de bakıyorum. Bu hususlarda eksiğin, gediğin yok.
- نفقه و کسوهست واجب ای صنم ** از منت این هر دو هست و نیست کم
- Kadın, gömleğinin yenini gösterdi. Pek kaba ve kirliydi.
- آستین پیرهن بنمود زن ** بس درشت و پر وسخ بد پیرهن
- Dedi ki: Kabalığından bedenimi yiyor. Kimse kimseye bu çeşit elbise verir mi?
- گفت از سختی تنم را میخورد ** کس کسی را کسوه زین سان آورد
- Kocası, a kadın dedi, sana bir sorum var: Yoksul adamım ben, elimden bu geliyor.
- گفت ای زن یک سالت میکنم ** مرد درویشم همین آمد فنم
- Doğru, bu çok kaba, çok çirkin, fakat ey düşünceli kadın, bir düşün. 1765
- این درشتست و غلیظ و ناپسند ** لیک بندیش ای زن اندیشهمند
- Bu mu daha kötü, yoksa boşanmak mı? Bu mu sana daha kötü geliyor ,yoksa ayrılık mı?
- این درشت و زشتتر یا خود طلاق ** این ترا مکروهتر یا خود فراق
- Ey kınayıp duran belâ, yoksulluk, eziyet ve mihnet de böyledir işte.
- همچنان ای خواجهی تشنیع زن ** از بلا و فقر و از رنج و محن
- Şüphe yok ki heva ve hevesi terk etmek acıdır ama Allahdan uzak olma acılığından elbette daha iyidir.
- لا شک این ترک هوا تلخیدهست ** لیک از تلخی بعد حق بهست
- Savaş ve oruç güçtür, çetindir. Fakat bu güçlük ve çetinlik, Allahnın, kulu kendinden uzaklaştırmasından, böyle bir derde uğratmasından yeğdir.
- گر جهاد و صوم سختست و خشن ** لیک این بهتر ز بعد ممتحن
- İhsan ve lûtuflar ıssı Allah, bir gün, ey benim hastam, ey benim mihnetime uğrayan kul, nasılsın? derse hiç zahmet ve eziyet kalır mı? 1770
- رنج کی ماند دمی که ذوالمنن ** گویدت چونی تو ای رنجور من
- Hattâ böyle demese bile, böyle dediğini duymasan, anlamasan bile senin o zevkin yok mu? Allah’nın senin hatırını sormasıdır işte.
- ور نگوید کت نه آن فهم و فن است ** لیک آن ذوق تو پرسش کردنست
- Gönül hekimleri olan güzeller, hastaların hatırını sormaya düşkündürler.
- آن ملیحان که طبیبان دلاند ** سوی رنجوران به پرسش مایلاند
- Utanır, söz olmasın derlerse bir çare bulurlar, yine haber gönderirler.
- وز حذر از ننگ و از نامی کنند ** چارهای سازند و پیغامی کنند
- Haber bile göndermeseler bunu düşünürler ya. Hâsılı hiçbir sevgili yoktur ki âşıkından haberi olmasın?
- ورنه در دلشان بود آن مفتکر ** نیست معشوقی ز عاشق بیخبر
- Ey duyulmamış, eşsiz hikâyeler arayan, âşıkların hikâyesini oku. 1775
- ای تو جویای نوادر داستان ** هم فسانهی عشقبازان را بخوان
- Bunca uzun zamanlardır kaynar durursun ama yine de tatar aşı gibi yarı pişman bir haldesin ey kadid olmuş adam!
- بس بجوشیدی درین عهد مدید ** ترکجوشی هم نگشتی ای قدید
- Bir ömürdür Allah adaletini görmüş, o tadı almışsın da yine görmeyenlerden daha namahremsin.
- دیدهای عمری تو داد و داوری ** وانگه از نادیدگان ناشیتری
- Talebelik eden üstat olur. Öyle olduğu halde sen günden güne geri gitmişsin a inatçı kör.
- هر که شاگردیش کرد استاد شد ** تو سپستر رفتهای ای کور لد
- Anandan,i babandan haberin yok, geceyle gündüzden de ibret almamışsın.
- خود نبود از والدینت اختبار ** هم نبودت عبرت از لیل و نهار
- Bir ârif, papazın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın sakalın mı? 1780
- عارفی پرسید از آن پیر کشیش ** که توی خواجه مسنتر یا که ریش
- Papaz dedi ki: Ben ondan önce doğdum. Sakalsız nice zamanlarım var.
- گفت نه من پیش ازو زاییدهام ** بی ز ریشی بس جهان را دیدهام
- Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış, eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hâlâ dönmemiş!
- گفت ریشت شد سپید از حال گشت ** خوی زشت تو نگردیدست وشت
- O senden önce doğmuş seni geçmiş. Sense tirit sevdası ile böylece kala kalmışsın.
- او پس از تو زاد و از تو بگذرید ** تو چنین خشکی ز سودای ثرید
- Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri atmamışsın.
- تو بر آن رنگی که اول زادهای ** یک قدم زان پیشتر ننهادهای
- Hâlâ kaptaki ekşi ayransın. Hâlâ o yoğurdun yağını ayıramamışsın. 1785
- همچنان دوغی ترش در معدنی ** خود نگردی زو مخلص روغنی
- Hâlâ balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli tandırdasın ama hâlâ pişmemişsin.
- هم خمیری خمر طینه دری ** گرچه عمری در تنور آذری
- Heves yeli ile başın dönüyor ama tepedeki ot gibi ayağın toprakta.
- چون حشیشی پا به گل بر پشتهای ** گرچه از باد هوس سرگشتهای
- Musa kavmi gibi Tih çölünün ıssısında, durduğun yerde tam kırk yıl kala kalmışsın a akılsız adam!
- همچو قوم موسی اندر حر تیه ** ماندهای بر جای چل سال ای سفیه