- Kahır, sirkedir, lütuf da bala benzer. Sirkengübinin temeli, bu ikisidir.
- قهر سرکه لطف همچون انگبین ** کین دو باشد رکن هر اسکنجبین
- Bal, sirkeden az oldu mu sirkengübin, iyi olmaz.
- انگبین گر پای کم آرد ز خل ** آیند آن اسکنجبین اندر خلل
- Nuh’un kavmi de, ona sirke döküp duruyorlardı, fakat Allah’nın lütuf ve ihsan denizi ona daha fazla şeker dökmekteydi. 20
- قوم بر وی سرکهها میریختند ** نوح را دریا فزون میریخت قند
- Onun şekerine cömertlik denizinden yardım edilmekte idi de o yüzden âlem halkının sirkesinden fazlaydı onun şekeri.
- قند او را بد مدد از بحر جود ** پس ز سرکهی اهل عالم میفزود
- Tek bir kişi ama bine bedel... Kimdir o? Allah velisi. Hattâ o yüce Allah kulu, yüzlerce zamanın tek eridir.
- واحد کالالف کی بود آن ولی ** بلک صد قرنست آن عبدالعلی
- Denize bir yol bulmuş olan küpün önünde ırmaklar bile diz çöker.
- خم که از دریا درو راهی شود ** پیش او جیحونها زانو زند
- Hele şu deniz yok mu? Bütün denizler, bu örmekleri, bu sözleri duyunca,
- خاصه این دریا که دریاها همه ** چون شنیدند این مثال و دمدمه
- Ulu bir ad, küçücük, ehemmiyetsiz bir ada eş oldu diye utançlarından ağızları acılaşır. 25
- شد دهانشان تلخ ازین شرم و خجل ** که قرین شد نام اعظم با اقل
- Bu dünyanın o dünya ile birleşmesinden bu dünya, utanır, ortadan kalkar.
- در قران این جهان با آن جهان ** این جهان از شرم میگردد جهان
- Bu söz dardır, derecesi pek aşağıdır. Yoksa bayağı bir şeyin hasın hası ile ne münasebeti var?
- این عبارت تنگ و قاصر رتبتست ** ورنه خس را با اخص چه نسبتست
- Kuzgun,üzüm bağında kuzgunca bağırır. Fakat bülbül, bunu duyup sesini azaltır mı?
- زاغ در رز نعرهی زاغان زند ** بلبل از آواز خوش کی کم کند
- Bu “Allah dilediğini yapar” pazarında her ikisi için de ayrı alıcı var.
- پس خریدارست هر یک را جدا ** اندرین بازار یفعل ما یشا
- Dikenliğin gıdası ateştir; sarhoş dimağının gıdası da gül kokusu. 30
- نقل خارستان غذای آتش است ** بوی گل قوت دماغ سرخوش است
- Bir leş, bizce kötüdür, pistir ama domuzla köpeğe şekerdir helvadır.
- گر پلیدی پیش ما رسوا بود ** خوک و سگ را شکر و حلوا بود
- Pisler, şu pisliklerini yapa dursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır.
- گر پلیدان این پلیدیها کنند ** آبها بر پاک کردن میتنند
- Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan eder ama,
- گرچه ماران زهرافشان میکنند ** ورچه تلخانمان پریشان میکنند
- Bal arıları dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur.
- نحلها بر کو و کندو و شجر ** مینهند از شهد انبار شکر
- Zehirler, tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir. 35
- زهرها هرچند زهری میکنند ** زود تریاقاتشان بر میکنند
- Şu âleme baksan görürsün ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle âdeta dinin kâfirlerle savaşması gibi savaşır durur.
- این جهان جنگست کل چون بنگری ** ذره با ذره چو دین با کافری
- Bir zerre sola doğru uçmaktadır, öbürü sağa doğru gidip arayacağını aramada.
- آن یکی ذره همی پرد به چپ ** وآن دگر سوی یمین اندر طلب
- Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünürler ama onların savaşını bu durgunluk âleminde gör.
- ذرهای بالا و آن دیگر نگون ** جنگ فعلیشان ببین اندر رکون
- Onların fiilî savaşları, gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gör de o aykırılığı anla.
- جنگ فعلی هست از جنگ نهان ** زین تخالف آن تخالف را بدان
- Fakat güneşte mahvolan zerrenin savaşı, vasıftan, hesaptan dışarıdır. 40
- ذرهای کان محو شد در آفتاب ** جنگ او بیرون شد از وصف و حساب
- Zerrenin kendisi de, nefesi de mahvoldu mu artık onun savaşı, ancak güneşin savaşıdır.
- چون ز ذره محو شد نفس و نفس ** جنگش اکنون جنگ خورشیدست بس
- Onun kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? “Biz Allahya dönenleriz” sırrından.
- رفت از وی جنبش طبع و سکون ** از چه از انا الیه راجعون
- Biz, kendimizden geçip senin denizine döndük. Asıldan süt içtik, geliştik.
- ما به بحر تو ز خود راجع شدیم ** وز رضاع اصل مسترضع شدیم
- Ey gulyabaniye aldanıp yolun ferilerine dalan, ey usulsüz kişi asıllardan az bahset.
- در فروغ راه ای مانده ز غول ** لاف کم زن از اصول ای بیاصول
- Bizim savaşımız da hakikatte bizden değildir. Sulhumuz da. Her halimiz, Allah’nın iki parmağı arasındadır. 45
- جنگ ما و صلح ما در نور عین ** نیست از ما هست بین اصبعین
- Tabiat, iş ve söz bakımından cüzüler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır.
- جنگ طبعی جنگ فعلی جنگ قول ** در میان جزوها حربیست هول
- Fakat bu âlem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla.
- این جهان زن جنگ قایم میبود ** در عناصر در نگر تا حل شود
- Dört unsur, dört kuvvetli direktir. Dünyanın tavanı, onlarla düz durmada.
- چار عنصر چار استون قویست ** که بدیشان سقف دنیا مستویست
- Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar.
- هر ستونی اشکنندهی آن دگر ** استن آب اشکنندهی آن شرر
- Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş. Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. 50
- پس بنای خلق بر اضداد بود ** لاجرم ما جنگییم از ضر و سود
- Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt.
- هست احوالم خلاف همدگر ** هر یکی با هم مخالف در اثر
- Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim?
- چونک هر دم راه خود را میزنم ** با دگر کس سازگاری چون کنم
- Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri, öbürüne kin gütmede.
- موج لشکرهای احوالم ببین ** هر یکی با دیگری در جنگ و کین
- Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun?
- مینگر در خود چنین جنگ گران ** پس چه مشغولی به جنگ دیگران
- Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın. 55
- یا مگر زین جنگ حقت وا خرد ** در جهان صلح یک رنگت برد
- O âlem, ancak bâkidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil.
- آن جهان جز باقی و آباد نیست ** زانک آن ترکیب از اضداد نیست
- Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz.
- این تفانی از ضد آید ضد را ** چون نباشد ضد نبود جز بقا
- O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de.
- نفی ضد کرد از بهشت آن بینظیر ** که نباشد شمس و ضدش زمهریر
- Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
- هست بیرنگی اصول رنگها ** صلحها باشد اصول جنگها
- Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır. 60
- آن جهانست اصل این پرغم وثاق ** وصل باشد اصل هر هجر و فراق
- Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor?
- این مخالف از چهایم ای خواجه ما ** واز چه زاید وحدت این اعداد را
- Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
- زانک ما فرعیم و چار اضداد اصل ** خوی خود در فرع کرد ایجاد اصل
- Halbuki can cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah’nın huyu.
- گوهر جان چون ورای فصلهاست ** خوی او این نیست خوی کبریاست
- Savaşlara da bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani.
- جنگها بین کان اصول صلحهاست ** چون نبی که جنگ او بهر خداست
- O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki. 65
- غالبست و چیر در هر دو جهان ** شرح این غالب نگنجد در دهان
- Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkânı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkânı yok.
- آب جیحون را اگر نتوان کشید ** هم ز قدر تشنگی نتوان برید
- Mâna denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç.
- گر شدی عطشان بحر معنوی ** فرجهای کن در جزیرهی مثنوی