- Şu kadın gibi yirmi oğlu vardı da her oğlu, bir güzel halini anlatmadadır.
- چون زنی که بیست فرزندش بود ** هر یکی حاکی حال خوش بود
- Sarhoşluk ve oynaşma olmadıkça gebe kalınmaz. Bahar olmayınca bahçelerde bir şey doğar mı? 1805
- حمل نبود بی ز مستی و ز لاغ ** بی بهاری کی شود زاینده باغ
- Gebelerle kucaklarındaki çocuklar, baharın o kadınların aşkına delâlet eder.
- حاملان و بچگانشان بر کنار ** شد دلیل عشقبازی با بهار
- Her ağaç, çocuklarını emzirmededir. Hepsi, Meryem gibi gizli bir padişahtan gebe kalmıştır.
- هر درختی در رضاع کودکان ** همچو مریم حامل از شاهی نهان
- Ateş suyla gizlenir ama üstünde yüz binlerce köpük coşar.
- گرچه صد در آب آتشی پوشیده شد ** صد هزاران کف برو جوشیده شد
- Ateş pek gizlidir, fakat köpük, on parmağı ile ateşin varlığına delâlet etmekdedir.
- گرچه آتش سخت پنهان میتند ** کف بده انگشت اشارت میکند
- Vuslat sarhoşlarının cüzleri de, bunun gibi hal ve söz timsallerinden gebe kalır. 1810
- همچنین اجزای مستان وصال ** حامل از تمثالهای حال و قال
- Hal güzelliğine karşı ağızları açık kalmıştır onların. Gözleri, cihan nakşına örtülmüştür.
- در جمال حال وا مانده دهان ** چشم غایب گشته از نقش جهان
- O doğanlar bu dört unsurdan doğmazlar. Onun için de bu gözlere görünmezler.
- آن موالید از زه این چار نیست ** لاجرم منظور این ابصار نیست
- Onlar, tecelliden doğmuşlardır. Bu yüzden renksiz perdeyle örtülüdürler.
- آن موالید از تجلی زادهاند ** لاجرم مستور پردهی سادهاند
- Doğmuşlar dedim ya, hakikatte doğmamışlar da. Bu söz, ancak anlatmak için söylenmiş bir sözdür.
- زاده گفتیم و حقیقت زاد نیست ** وین عبارت جز پی ارشاد نیست
- Sus da “Kul-söyle” padişahı söylesin. Bu çeşit güllere karşı bülbüllük satmaya kalkışma. 1815
- هین خمش کن تا بگوید شاه قل ** بلبلی مفروش با این جنس گل
- Bu gül, coşmuş köpürmüş, söylenip duran bir güldür. Ey bülbül, bana karşı sözü kes de kulak kesil!
- این گل گویاست پر جوش و خروش ** بلبلا ترک زبان کن باش گوش
- Her ikisi de, yani hal de, söz de, tertemiz iki güzele benzer. Vuslat sırrına iki âdil şahittir bunlar.
- هر دو گون تمثال پاکیزهمثال ** شاهد عدلاند بر سر وصال
- Bu iki seçilmiş lâtif güzellik de gebeliklere ve geçmiş zamandaki haşirlere şahadet ederler.
- هر دو گون حسن لطیف مرتضی ** شاهد احبال و حشر ما مضی
- Yeniden yeniye gelen temmuz ayında buzun, her an kış hikâyelerini söylemesi gibi.
- همچو یخ کاندر تموز مستجد ** هر دم افسانهی زمستان میکند
- Hani buz da, soğuk rüzgârları, zemheriyi, yaz günlerinde o güç zamanları söyler ya. 1820
- ذکر آن اریاح سرد و زمهریر ** اندر آن ازمان و ایام عسیر
- Kışın meyve ve Allah lûtfunun hikâyelerini anlatır.
- همچو آن میوه که در وقت شتا ** میکند افسانهی لطف خدا
- Güneşin gülümsediği zamanları, çimen gelinlerine dokunup eksiltmesini söyler.
- قصهی دور تبسمهای شمس ** وآن عروسان چمن را لمس و طمس
- İşte onun gibi senden de hal gitti, cüzün o halin armağanı olarak kaldı. Ya ona sor, yahut da hatırla.
- حال رفت و ماند جزوت یادگار ** یا ازو واپرس یا خود یاد آر
- Gama giriftar oldun mu çeviksen derhal sıçrar, o ümitsizlik deminden kurtulursun.
- چون فرو گیرد غمت گر چستیی ** زان دم نومید کن وا جستیی
- Ona, ey hali, nimetleri o yüceliği inkâr eden gam, dersin... 1825
- گفتییش ای غصهی منکر به حال ** راتبهی انعامها را زان کمال
- Her dem baharda, neşede değilsin de gül yığınına benzeyen bedenin, neyin ambarı ya?
- گر بهر دم نت بهار و خرمیست ** همچو چاش گل تنت انبار چیست
- Gül yığını bedenin, düşüncen de gül suyu gibi. Gül suyu, gülü inkâr ediyor ha. Şaşılacak şey bu işte!
- چاش گل تن فکر تو همچون گلاب ** منکر گل شد گلاب اینت عجاب
- Nimetleri inkâr eden maymun huylulardan saman bile esirgenir. Fakat peygamber huylu kişilere güneş ve bulut, saçı olarak saçılır.
- از کپیخویان کفران که دریغ ** بر نبیخویان نثار مهر و میغ
- O küfür inadı, maymun âdetidir. Şu hamd-ü şükürse Peygamberin yoludur.
- آن لجاج کفر قانون کپیست ** وآن سپاس و شکر منهاج نبیست
- Perdelerin yırtılması, maymun huylulara neler etti? Peygambere benzeyenlerse ibadetleri, ne faydalar verdi! 1830
- با کپیخویان تهتکها چه کرد ** با نبیرویان تنسکها چه کرد
- Mamur yerlerde kuduz köpekler vardır. Yücelik ve nur definesi, yıkık yerlerdedir.
- در عمارتها سگانند و عقور ** در خرابیهاست گنج عز و نور
- Şu doğma, ayın tutulmasında olmasaydı bunca filozof, yolu kaybeder miydi hiç?
- گر نبودی این بزوغ اندر خسوف ** گم نکردی راه چندین فیلسوف
- Akıllı fikirli kişiler, bu yol yitirme yüzünden burunlarının üstünde ahmaklık dağını gördüler!
- زیرکان و عاقلان از گمرهی ** دیده بر خرطوم داغ ابلهی
- Kazanmadan rızık dileyen yoksul hikâyesi
- باقی قصهی فقیر روزیطلب بیواسطهی کسب
- Çaresiz bir müflis, derde düşmüştü. Hiçbir şeyi yoktu, binlerce zehir yutmuştu.
- آن یکی بیچارهی مفلس ز درد ** که ز بیچیزی هزاران زهر خورد
- Namazlarda, dualarda yalvarmakta, ey Allahm, ey kurdu kuşu koruyan! 1835
- لابه کردی در نماز و در دعا ** کای خداوند و نگهبان رعا
- Sen, beni yorulmadan, çalışıp çabalamadan yarattın. Şu âlemde rızkımı da benim kazancım olmadan ver.
- بی ز جهدی آفریدی مر مرا ** بی فن من روزیم ده زین سرا
- Başımda gizli olan beş inci verdin. Beş duygu daha ihsan ettin ki onlar da gizli.
- پنج گوهر دادیم در درج سر ** پنج حس دیگری هم مستتر
- Bu ihsanların sayıya sığmaz. Ben utanıyorum, anlatmadan âcizim.
- لا یعد این داد و لا یحصی ز تو ** من کلیلم از بیانش شرمرو
- Beni yaratan yalnız sensin. Rızkımı da sen düzene koy demekteydi.
- چونک در خلاقیم تنها توی ** کار رزاقیم تو کن مستوی
- Yıllarca bu duada bulundu. Nihayet ağlayıp yalvarışı tesir etti. 1840
- سالها زو این دعا بسیار شد ** عاقبت زاری او بر کار شد
- Hani çalışmadan, yorulmadan helâl bir rızk isteyen adam vardı ya, onun gibi.
- همچو آن شخصی که روزی حلال ** از خدا میخواست بیکسب و کلال
- Nihayet Allah adaletine sahip Davut Peygamber zamanında bir öküz, onu kutluluğa ulaştırmıştı.
- گاو آوردش سعادت عاقبت ** عهد داود لدنی معدلت
- Bu adamda yüzünü yerlere sürdü, yalvarıp sızladı, nihayet meydandan icabet topunu çeldi.
- این متیم نیز زاریها نمود ** هم ز میدان اجابت گو ربود
- Bazen duasının kabul edilmeyişine bakıp kötü zanlara düşüyor, niçin duam kabul edilmiyor diyor,
- گاه بدظن میشدی اندر دعا ** از پی تاخیر پاداش و جزا
- Derken yine Allah’nın lûtuf ve keremi, gönlüne muştuluklar veriyor, duasının kabul edileceğine delil oluyordu. 1845
- باز ارجاء خداوند کریم ** در دلش بشار گشتی و زعیم
- Çalışıp çabalarken yorulup ümitsizliğe düşünce Allah tapısında gel sesini duyuyordu.
- چون شدی نومید در جهد از کلال ** از جناب حق شنیدی که تعال
- Allah alçaltıcıdır, yücelticidir. Bu ikisinden başka hiçbir işi yoktur.
- خافضست و رافعست این کردگار ** بی ازین دو بر نیاید هیچ کار
- Yerin alçalışına bak, göğün yücelişine bak. Kâinatın devranı bu ikisinden hâli değildir.
- خفض ارضی بین و رفع آسمان ** بی ازین دو نیست دورانش ای فلان
- Şu yerin yücelip alçalışı da bir başka çeşittir. Yılın yarısında çorak bir hale gelir, yarısında yeşerir, tazeleşir.
- خفض و رفع این زمین نوعی دگر ** نیم سالی شوره نیمی سبز و تر
- Mihnetle dolu olan zamanın yücelip alçalması, büsbütün başka bir tarzdadır. Yirmi dört saatin yarısı günden olur, yarısı gece. 1850
- خفض و رفع روزگار با کرب ** نوع دیگر نیم روز و نیم شب
- Zıtlarla uzlaşan mizacın yükselmesi, alçalması da şudur: Gâh insan sıhhatli olur, gâh hastalanır, inler.
- خفض و رفع این مزاج ممترج ** گاه صحت گاه رنجوری مضج
- Dünyanın bütün hallerini böyle bil. Kıtlık, bolluk, barış, savaş, hep denemelerden meydana gelir.
- همچنین دان جمله احوال جهان ** قحط و جدب و صلح و جنگ از افتتان
- Şu dünya, havada bu iki kanatla uçar. Canlar da bu ikisi yüzünden korku ve ümit yurtlarında yurt edinirler.
- این جهان با این دو پر اندر هواست ** زین دو جانها موطن خوف و رجاست