English    Türkçe    فارسی   

6
1903-1952

  • Ne huyla huylandırdıysak ona lâyıksın. Seni o rızk için göndermişizdir.
  • Onu ekmeğe âşık ettik, o huyu verdik ona. Bunu sevgiliye âşık ettik, sarhoş yaptık, bu huyu verdik buna.
  • Huyundan razıysan, hoşlanıyorsan neden ondan kaçıyorsun öyleyse? 1905
  • Dişilik hoşuna gittiyse çarşafa gir. Rüstemlikten hoşlanıyorsan al hançeri!
  • Bu sözün sonu yoktur. O yoksul da yoksulluk derdiyle arıkladı, gücü kuvveti kalmadı.
  • Yoksulun üstünde “Bir kubbenin yanında dur, yüzünü kıbleye çevir,bir ok at,nereye düşerse orada define vardır” yazılı bir kağıdı ele geçirmesi
  • Bir gece rüyasında gördü. Ne rüyası, rüya nerede? Doğru özlü sofi, uyumadan rüya görür.
  • Hâtif ona dedi ki: Ey bir çok yorgunluklar görmüş er, kâğıtçılarda bir kâğıt ara.
  • Komşun olan kâğıtçıda gizlidir o. Kâğıtlarını ele al. 1910
  • Onların arasında şu şekilde, şu renkte bir kâğıt var. Onu gizle bir yerde oku.
  • Oğul, onu kâğıtçıdan çaldın mı kalabalıktan, iyi kötü adamlardan bir kenara çekil.
  • Yalnızca oku. Okurken kimseyi yanında bulundurma.
  • İş yayılır, ortaya düşerse bile dertlenme. O defineden senden başka hiç kimsecik, bir arpa bile alamaz.
  • Elde etmen uzarsa sakın ümitsizlenme. Her an “ Allahdan ümit kesmeyin” âyetini vird edin. 1915
  • O muştucu, bunu söyleyip elini, adamın göğsüne koydu, hadi dedi, yürü, zahmet çek!
  • O genç, dalgınlık âleminden kendine gelince ferahından âdeta dünyaya sığmıyordu.
  • Allah’nın koruması ve lûtfu olmasaydı sevincinden çatlayacaktı doğrusu.
  • Öyle bir sevinmişti ki. Kulağı, altı yüz perdenin ardından Allah sesini duymuştu.
  • İşitme duygusu, perdeleri aşmış, başını yüceltmiş, feleği geçmişti. 1920
  • Öyle bir an olur ki insanın görüş duygusu, ibret ıssı olur, gaip perdesinden bile geçer.
  • Duyguları, perdeyi aştı mı artık birbiri ardına ve boyuna görür, duyar.
  • Adam, kâğıtçı dükkânına geldi. Meşk kâğıtlarına el attı.
  • O yazılı kâğıt, çabucak gözüne ilişti, Hâtif’in söylediği âlametlerin hepside o kâğıtta vardı.
  • Kâğıdı koltuğuna koyup hayırlı pazarlar olsun usta, ben gidiyorum artık, dedi. 1925
  • Tenha bir bucağa çekildi, kâğıdı okudu. Âdeta şaşırdı kaldı.
  • Bir definenin yerini göstermekte olan böyle bir değer biçilmez kâğıt, meşk kâğıtlarının arasına nasıl girmişti?
  • Sonra aklına şu geldi: Her şeyi koruyan, Allahdır.
  • Koruyucu Allah, nasıl olur da birisinin, abes yere bir şey aşırmasına müsaade eder?
  • Ova, baştanbaşa altınla, para ile dolu olsa hiç kimse, Allahnın izni olmadıkça bir arpa bile alamaz. 1930
  • Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan Allah taktir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
  • Fakat Allah’ya kulluk edersen bir kitap bile okumadan yeninden, yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
  • Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı; nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü.
  • Bu heybetli gökyüzünden dilediğin, ey Musa, koynundan baş gösterdi.
  • Bil ki yüce gökler, insanın anladığı şeylerin aksidir; gökler, o akisten ibarettir. 1935
  • Yüce ulu Allah’nın eli, iki âlemden de önce aklı yaratmadı mı?
  • Bu söz, hem apaçıktır, hem de pek gizli. Çünkü sinek, ankaya mahrem olamaz.
  • Oğul, yine hikâyeye dön de defineyle o yoksulun kıssasını tamamla.
  • Yoksul ve definenin bulunduğu yer
  • Kâğıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var.
  • İçinde mezar olan filân kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı. 1940
  • O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at.
  • Kutlu kişi, yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz!
  • O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı.
  • Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu.
  • Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi. 1945
  • Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu.
  • Bunu âdet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.
  • Definenin halkın ağzına düşmesi ve padişah tarafından duyulması
  • Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler.
  • Filân, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler.
  • Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi. 1950
  • Padişah kendisine işkence yapmadan, kâğıdı padişahın önüne koydu.
  • Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim.