- Oğul, onu kâğıtçıdan çaldın mı kalabalıktan, iyi kötü adamlardan bir kenara çekil.
- چون بدزدی آن ز وراق ای پسر ** پس برون رو ز انبهی و شور و شر
- Yalnızca oku. Okurken kimseyi yanında bulundurma.
- تو بخوان آن را به خود در خلوتی ** هین مجو در خواندن آن شرکتی
- İş yayılır, ortaya düşerse bile dertlenme. O defineden senden başka hiç kimsecik, bir arpa bile alamaz.
- ور شود آن فاش هم غمگین مشو ** که نیابد غیر تو زان نیم جو
- Elde etmen uzarsa sakın ümitsizlenme. Her an “ Allahdan ümit kesmeyin” âyetini vird edin. 1915
- ور کشد آن دیر هان زنهار تو ** ورد خود کن دم به دم لاتقنطوا
- O muştucu, bunu söyleyip elini, adamın göğsüne koydu, hadi dedi, yürü, zahmet çek!
- این بگفت و دست خود آن مژدهور ** بر دل او زد که رو زحمت ببر
- O genç, dalgınlık âleminden kendine gelince ferahından âdeta dünyaya sığmıyordu.
- چون به خویش آمد ز غیبت آن جوان ** مینگنجید از فرح اندر جهان
- Allah’nın koruması ve lûtfu olmasaydı sevincinden çatlayacaktı doğrusu.
- زهرهی او بر دریدی از قلق ** گر نبودی رفق و حفظ و لطف حق
- Öyle bir sevinmişti ki. Kulağı, altı yüz perdenin ardından Allah sesini duymuştu.
- یک فرح آن کز پس شصد حجاب ** گوش او بشنید از حضرت جواب
- İşitme duygusu, perdeleri aşmış, başını yüceltmiş, feleği geçmişti. 1920
- از حجب چون حس سمعش در گذشت ** شد سرافراز و ز گردون بر گذشت
- Öyle bir an olur ki insanın görüş duygusu, ibret ıssı olur, gaip perdesinden bile geçer.
- که بود کان حس چشمش ز اعتبار ** زان حجاب غیب هم یابد گذار
- Duyguları, perdeyi aştı mı artık birbiri ardına ve boyuna görür, duyar.
- چون گذاره شد حواسش از حجاب ** پس پیاپی گرددش دید و خطاب
- Adam, kâğıtçı dükkânına geldi. Meşk kâğıtlarına el attı.
- جانب دکان وراق آمد او ** دست میبرد او به مشقش سو به سو
- O yazılı kâğıt, çabucak gözüne ilişti, Hâtif’in söylediği âlametlerin hepside o kâğıtta vardı.
- پیش چشمش آمد آن مکتوب زود ** با علاماتی که هاتف گفته بود
- Kâğıdı koltuğuna koyup hayırlı pazarlar olsun usta, ben gidiyorum artık, dedi. 1925
- در بغل زد گفت خواجه خیر باد ** این زمان وا میرسم ای اوستاد
- Tenha bir bucağa çekildi, kâğıdı okudu. Âdeta şaşırdı kaldı.
- رفت کنج خلوتی و آن را بخواند ** وز تحیر واله و حیران بماند
- Bir definenin yerini göstermekte olan böyle bir değer biçilmez kâğıt, meşk kâğıtlarının arasına nasıl girmişti?
- که بدین سان گنجنامهی بیبها ** چون فتاده ماند اندر مشقها
- Sonra aklına şu geldi: Her şeyi koruyan, Allahdır.
- باز اندر خاطرش این فکر جست ** کز پی هر چیز یزدان حافظست
- Koruyucu Allah, nasıl olur da birisinin, abes yere bir şey aşırmasına müsaade eder?
- کی گذارد حافظ اندر اکتناف ** که کسی چیزی رباید از گزاف
- Ova, baştanbaşa altınla, para ile dolu olsa hiç kimse, Allahnın izni olmadıkça bir arpa bile alamaz. 1930
- گر بیابان پر شود زر و نقود ** بی رضای حق جوی نتوان ربود
- Tutulmadan, kekelemeden yüzlerce kitap okusan Allah taktir etmediyse aklında hiçbir şey kalmaz.
- ور بخوانی صد صحف بی سکتهای ** بی قدر یادت نماند نکتهای
- Fakat Allah’ya kulluk edersen bir kitap bile okumadan yeninden, yakandan duyulmadık bilgiler bulursun.
- ور کنی خدمت نخوانی یک کتاب ** علمهای نادره یابی ز جیب
- Musa’nın avucu, koynundan ziyalandı, nurlar saçtı; nuru, gökyüzündeki aydan da üstündü.
- شد ز جیب آن کف موسی ضو فشان ** کان فزون آمد ز ماه آسمان
- Bu heybetli gökyüzünden dilediğin, ey Musa, koynundan baş gösterdi.
- کانک میجستی ز چرخ با نهیب ** سر بر آوردستت ای موسی ز جیب
- Bil ki yüce gökler, insanın anladığı şeylerin aksidir; gökler, o akisten ibarettir. 1935
- تا بدانی که آسمانهای سمی ** هست عکس مدرکات آدمی
- Yüce ulu Allah’nın eli, iki âlemden de önce aklı yaratmadı mı?
- نی که اول دست برد آن مجید ** از دو عالم پیشتر عقل آفرید
- Bu söz, hem apaçıktır, hem de pek gizli. Çünkü sinek, ankaya mahrem olamaz.
- این سخن پیدا و پنهانست بس ** که نباشد محرم عنقا مگس
- Oğul, yine hikâyeye dön de defineyle o yoksulun kıssasını tamamla.
- باز سوی قصه باز آ ای پسر ** قصهی گنج و فقیر آور به سر
- Yoksul ve definenin bulunduğu yer
- تمامی قصهی آن فقیر و نشان جای آن گنج
- Kâğıtta şu yazılıydı: Bil ki şehrin dışında bir define var.
- اندر آن رقعه نبشته بود این ** که برون شهر گنجی دان دفین
- İçinde mezar olan filân kubbe var ya. Hani arkası şehre, kapısı Ferkat yıldızına karşı. 1940
- آن فلان قبه که در وی مشهدست ** پشت او در شهر و در در فدفدست
- O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at.
- پشت با وی کن تو رو در قبله آر ** وانگهان از قوس تیری بر گذار
- Kutlu kişi, yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz!
- چون فکندی تیر از قوس ای سعاد ** بر کن آن موضع که تیرت اوفتاد
- O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı.
- پس کمان سخت آورد آن فتی ** تیر پرانید در صحن فضا
- Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu.
- زو تبر آورد و بیل او شاد شاد ** کند آن موضع که تیرش اوفتاد
- Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi. 1945
- کند شد هم او و هم بیل و تبر ** خود ندید از گنج پنهانی اثر
- Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu.
- همچنین هر روز تیر انداختی ** لیک جای گنج را نشناختی
- Bunu âdet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.
- چونک این را پیشه کرد او بر دوام ** فجفجی در شهر افتاد و عوام
- Definenin halkın ağzına düşmesi ve padişah tarafından duyulması
- فاش شدن خبر این گنج و رسیدن به گوش پادشاه
- Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler.
- پس خبر کردند سلطان را ازین ** آن گروهی که بدند اندر کمین
- Filân, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler.
- عرضه کردند آن سخن را زیردست ** که فلانی گنجنامه یافتست
- Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi. 1950
- چون شنید این شخص کین با شه رسید ** جز که تسلیم و رضا چاره ندید
- Padişah kendisine işkence yapmadan, kâğıdı padişahın önüne koydu.
- پیش از آنک اشکنجه بیند زان قباد ** رقعه را آن شخص پیش او نهاد
- Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim.
- گفت تا این رقعه را یابیدهام ** گنج نه و رنج بیحد دیدهام
- Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum.
- خود نشد یک حبه از گنج آشکار ** لیک پیچیدم بسی من همچو مار
- Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da.
- مدت ماهی چنینم تلخکام ** که زیان و سود این بر من حرام
- Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım! 1955
- بوک بختت بر کند زین کان غطا ** ای شه پیروزجنگ و دزگشا
- Padişah da altı ay, belki de daha fazla ok attı,okun düştüğü yeri kazdırdı.
- مدت شش ماه و افزون پادشاه ** تیر میانداخت و برمیکند چاه
- Nerede katı bir yay varsa buldurdu,o attı, her yanda define aradı durdu.
- هرکجا سخته کمانی بود چست ** تیر داد انداخت و هر سو گنج جست
- Fakat eziyetten, dertten, sıkıntıdan başka bir şey elde edemedi. Define âdeta ankaya benziyordu, ismi var, cismi yok!
- غیر تشویش و غم و طامات نی ** همچو عنقا نام فاش و ذات نی
- Padişahın, defineyi bulmaktan ümidini kesip aramaktan usanması
- نومید شدن آن پادشاه از یافتن آن گنج و ملول شدن او از طلب آن
- İşin eni, boyu uzayıp duruyordu. Padişah, nihayet o defineden usandı.
- چونک تعویق آمد اندر عرض و طول ** شاه شد زان گنج دل سیر و ملول
- Her tarafı yer yer eştirmiş,kuyu haline getirmişti. Günün birinde kâğıdı, herifin önüne atıp 1960
- دشتها را گز گز آن شه چاه کند ** رقعه را از خشم پیش او فکند
- Dedi ki: Al şu kâğıdı. Definenin eseri bile görünmedi. Senin işin yok, bu iş sana daha lâyık.
- گفت گیر این رقعه کش آثار نیست ** تو بدین اولیتری کت کار نیست