English    Türkçe    فارسی   

6
1941-1990

  • O türbeyi ardına al, yüzünü kıbleye çevir. Sonra yayla bir ok at.
  • Kutlu kişi, yaydan oku attın mı okun düştüğü yeri kaz!
  • O yiğit kuvvetli bir yay aldı, oku boşluğa doğru attı.
  • Derhal kazma kürek getirdi. Sevine,sevine okunun düştüğü yeri kazmaya koyuldu.
  • Hem kendi körleşti, hem kazması, küreği. Fakat gizli defineden hiçbir eser görünmedi. 1945
  • Böylece her gün ok atıyor, düştüğü yeri kazıyor, fakat bir türlü definenin yerini bulamıyordu.
  • Bunu âdet edindi. Daima orayı burayı kazıp durduğundan şehre bir dedikodudur yayıldı, iş halkın ağzına düştü.
  • Definenin halkın ağzına düşmesi ve padişah tarafından duyulması
  • Pusuda duran, fırsat gözleyen adamlar, bu işi padişaha haber verdiler.
  • Filân, bir define bildiren kâğıt bulmuş diye söylediler.
  • Adam, padişah tarafından duyulduğunu anlayınca teslim olmadan, kadere boyun eğmeden başka çare görmedi. 1950
  • Padişah kendisine işkence yapmadan, kâğıdı padişahın önüne koydu.
  • Dedi ki: Şu kâğıdı buldum ama defineyi bulamadım. Define yerine hadsiz, hesapsız zahmetlere girdim.
  • Defineden bir habbe bile meydana çıkmadı. Fakat ben yılan gibi bir hayli kıvrandım durdum.
  • Bir aydır ağzımın tadı yok. Bunun ziyanı da haram oldu bana, kârı da.
  • Belki bahtın şu perdeyi açar ey savaşı kutlu olan kaleler fethetmiş padişahım! 1955
  • Padişah da altı ay, belki de daha fazla ok attı,okun düştüğü yeri kazdırdı.
  • Nerede katı bir yay varsa buldurdu,o attı, her yanda define aradı durdu.
  • Fakat eziyetten, dertten, sıkıntıdan başka bir şey elde edemedi. Define âdeta ankaya benziyordu, ismi var, cismi yok!
  • Padişahın, defineyi bulmaktan ümidini kesip aramaktan usanması
  • İşin eni, boyu uzayıp duruyordu. Padişah, nihayet o defineden usandı.
  • Her tarafı yer yer eştirmiş,kuyu haline getirmişti. Günün birinde kâğıdı, herifin önüne atıp 1960
  • Dedi ki: Al şu kâğıdı. Definenin eseri bile görünmedi. Senin işin yok, bu iş sana daha lâyık.
  • Bu işi olanın yapacağı şey değil. Gülü yakıp dikenin etrafında dolanmak akıl kârı değil.
  • Demirden ot bitmesini bekleyen olabilir ama bu hülyaya tutulan, az olur.
  • Bu iş için senin gibi yorulma bilmez bir adam gerek. Sen mademki yorulmuyorsun, var ara.
  • Bulursan ne âlâ, onu sana helâl ettim. Bulamazsan yorulmazsın, kazar durursun! 1965
  • Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lâzım ki o tarafa koşsun!
  • Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar.
  • Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına gitmiş gibi belâlara uğrar, sabreder.
  • Öyle pek yüzlüdür ki hiç arkasını dönmez. Bir fayda elde etmek ümidini öldürmüştür içinde.
  • Neyi var, neyi yoksa ortaya kor, oynar, yutulur, bir ücret aramaz. Allah’nın aldığı gibi yine hepsini Allahya verir, tertemiz olur. 1970
  • Allah, ona sebepsiz olarak bu varlığı vermiştir.O cömert er de sebepsiz olarak Allah vergisini Allahya bağışlar.
  • Cömertlik, sebepsiz olarak vermektir. Temizlik, her şeyi Allahya verip arınmak, her şeriatın dışındadır.
  • Çünkü şeriat, ya Allah ihsanına nail olmayı, yahut Allah kahrından kurtulmayı arar. Varlıktan arınanlarsa Allah’nın has kurbanlarıdır.
  • Onlar, ne Allahyı sınarlar, ne de ziyana, kâra aldırış ederler.
  • Padişahın,definenin yerini gösteren kâğıdı ”Al,biz bundan vazgeçtik” diye yoksula vermesi
  • O dertli definenin kâğıdını padişah, o dertlere uğramış fakire verince; 1975
  • Yoksul adam, düşmanlarından, onların saçmasından emin oldu, gidip sevdalandığı şeye adamakıllı sarıldı.
  • İnsanı dertlere düşüren aşka yâr oldu. Köpek, yarasını yalaya yalaya iyi eder.
  • Aşk ıstırabına hiçbir yâr, hiçbir ortak yoktur. Âşığa âlemde bir tek mahrem bile bulunmaz.
  • Âşıktan daha deli kimse yoktur. Akıl, onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.
  • Çünkü bu, herkesin deliliğine benzemez ki. Hekimlik bilgisinde bunu iyileştirecek hükümler yoktur. 1980
  • Bir hekim, bu çeşit deliliğe uğrasa hekimlik kitabını kanı ile yıkar, yazılanların hepsini silerdi.
  • Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir.
  • Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir.
  • O adamda kendini kıble yapmış, dua edip durmuştu. “İnsan ancak çalıştığını elde eder.”
  • Bundan önce bir cevap duymadan yıllarca dua etmişti. 1985
  • İcabet edilmeden dua ediyor, Allah kereminden “Lebbeyk” sesini gizli olarak işitiyordu.
  • O illetli adam, ulu yaratıcının cömertliğine güvendiğinden tefsiz oynuyordu.
  • Ona ne bir hatif sesi gelmişti, ne bir haberci ulaşmıştı. Ümit kulağı, “Lebbeyk” sesiyle doluydu ama.
  • Ümidi, dilsiz, sessiz “gel” demekteydi. O dâvet, gönlünden usancı silip süpürüyordu.
  • Dama gelmeyi öğrenen güvercini çağırma, kov, o bir yere gidemez, kanadı bağlıdır. 1990