- Sâki, büyük bir sağrak sun da şu zengini sakalından, bıyığından kurtar.
- در ده ای ساقی یکی رطلی گران ** خواجه را از ریش و سبلت وا رهان
- Gururundan bize bıyık buruyor, fakat bize hasedinden de sakalını yolup durmada.
- نخوتش بر ما سبالی میزند ** لیک ریش از رشک ما بر میکند
- Onun bütün riyalarını, düzenlerini biliyoruz. O mattır, mattır, mat.
- مات او و مات او و مات او ** که همیدانیم تزویرات او
- Pir, beş yüz yıl sonra, ondan ne doğacak? Kıldan kıla ve apaçık görür. 2025
- از پس صد سال آنچ آید ازو ** پیر میبیند معین مو به مو
- Halkın aynada gördüğünü, pir, pişmemiş kerpiçte görür.
- اندر آیینه چه بیند مرد عام ** که نبیند پیر اندر خشت خام
- Kaba sakallının evinde görmediği, köseye bir bir görünür.
- آنچ لحیانی به خانهی خود ندید ** هست بر کوسه یکایک آن پدید
- Denize git, sen balık oğlusun. Neden çerçöp gibi sakalına düştün böyle?
- رو به دریایی که ماهیزادهای ** همچو خس در ریش چون افتادهای
- Çerçöp değilsin sen, bu senden uzaktır. Sana inciler bile haset eder. Denizde, dalgalar arasında olman daha doğrudur.
- خس نهای دور از تو رشک گوهری ** در میان موج و بحر اولیتری
- Deniz birdir. Eşi, ortağı yoktur. İncisi balığı da dalgasından başka bir şey değildir. 2030
- بحر وحدانست جفت و زوج نیست ** گوهر و ماهیش غیر موج نیست
- Ona eş, ortak olsun... Buna imkân yoktur. Böyle şey, o denizden, o denizin pak dalgasından uzaktır.
- ای محال و ای محال اشراک او ** دور از آن دریا و موج پاک او
- Denizde ikilik ve ıstırap yoktur. Fakat şaşıya ne söyleyeyim? Hiç, hiç!
- نیست اندر بحر شرک و پیچ پیچ ** لیک با احول چه گویم هیچ هیچ
- Ey şemen, şaşılara arkadaşız madem, müşrikçe konuşmak gerek.
- چونک جفت احولانیم ای شمن ** لازم آید مشرکانه دم زدن
- O birlik, vasıf ve hal bakımındandır. Fakat söz meydanına ancak ikilik gelebilir.
- آن یکیی زان سوی وصفست و حال ** جز دوی ناید به میدان مقال
- Ya şaşı gibi bu ikiliği iç, yahut ağzını yum, güzelce sus! 2035
- یا چو احول این دوی را نوش کن ** یا دهان بر دوز و خوش خاموش کن
- Yahut da nöbetle gâh sus, gâh söyle. Hâsılı şaşıca davul döv vesselâm.
- یا به نوبت گه سکوت و گه کلام ** احولانه طبل میزن والسلام
- Bir mahrem gördün mü can sırrını söyle. Gül gördün mü bülbüller gibi nâra at.
- چون ببینی محرمی گو سر جان ** گل ببینی نعره زن چون بلبلان
- Hileyle, geçici şeylerle dolu bir tulum görürsen dudağını kapat, kendini küp haline sok.
- چون ببینی مشک پر مکر و مجاز ** لب ببند و خویشتن را خنب ساز
- O, suyun düşmanıdır, onun önünde oynama. Yoksa bilgisizlik taşını atar, küpü kırar.
- دشمن آبست پیش او مجنب ** ورنه سنگ جهل او بشکست خنب
- 2040
- با سیاستهای جاهل صبر کن ** خوش مدارا کن به عقل من لدن
- Cahilin eziyetlerine sabretmek, ehil olanlara cilâdır. Nerede bir gönül varsa sabırla cilâlanır.
- صبر با نااهل اهلان را جلاست ** صبر صافی میکند هر جا دلیست
- Nemrut’un ateşi, İbrahim’e bir ayna temizliği verdi, aynayı cilalâr gibi onu da arıttı, cilâladı.
- آتش نمرود ابراهیم را ** صفوت آیینه آمد در جلا
- Nuh kavminin cefası ile Nuh’un sabrı, Nuh’a ruh cilâsı oldu.
- جور کفر نوحیان و صبر نوح ** نوح را شد صیقل مرآت روح
- Allah,sırrını kutlasın Şeyh Hasan-ı Harkani’ye ait hikâye
- حکایت مرید شیخ حسن خرقانی قدس الله سره
- Bir derviş, Ebül-Huseyn-i Harkan’ın şöhretini duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı.
- رفت درویشی ز شهر طالقان ** بهر صیت بوالحسین خارقان
- Dağlar aştı, uzun ovalar geçti. Şeyh’i görmek için özü doğru olarak, Allahya yalvarıp yakararak bunca yol aldı. 2045
- کوهها ببرید و وادی دراز ** بهر دید شیخ با صدق و نیاز
- Yolda gördüğü cefalar, çektiği eziyetler, anlatılmaya değer ama ben kısa kesiyorum.
- آنچ در ره دید از رنج و ستم ** گرچه در خوردست کوته میکنم
- O genç, yolu bitirip maksadına ulaştı. O padişahın evini sordu.
- چون به مقصد آمد از ره آن جوان ** خانهی آن شاه را جست او نشان
- Öğrenip kapısına geldi, yüzlerce saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı, kapıdan başını çıkardı.
- چون به صد حرمت بزد حلقهی درش ** زن برون کرد از در خانه سرش
- Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? dedi. Derviş, ziyaret için geldim deyince.
- که چه میخواهی بگو ای ذوالکرم ** ژگفت بر قصد زیارت آمدم
- Kadın kahkahayla gülüp dedi ki: Sakalına bak yahu. Hele şu yolculuğa, şu uğradığın derde bak. 2050
- خندهای زد زن که خهخه ریش بین ** این سفرگیری و این تشویش بین
- Yerinde, yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün?
- خود ترا کاری نبود آن جایگاه ** که به بیهوده کنی این عزم راه
- Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın?
- اشتهای گولگردی آمدت ** یا ملولی وطن غالب شدت
- Yahut da şeytan sana bir boyunduruk urdu, vesveseler verdi, sana bu yolculuk kapısını açtı.
- یا مگر دیوت دو شاخه بر نهاد ** بر تو وسواس سفر را در گشاد
- Birçok kötü sözler söyledi, küfürlerde bulundu, dırıldandı durdu. Onların hepsini söyleyemem ben.
- گفت نافرجام و فحش و دمدمه ** من نتوانم باز گفتن آن همه
- Kadının sayısız gülümsemesinden, hikâyeler söylemesinden derviş, pek dertlendi, dertlere uğradı. 2055
- از مثل وز ریشخند بیحساب ** آن مرید افتاد از غم در نشیب
- Derviş’in Şeyh nerede,onu nerede arayalım diye sorması,Şeyh’in karısının da kötü kötü cevap vermesi
- پرسیدن آن وارد از حرم شیخ کی شیخ کجاست کجا جوییم و جواب نافرجام گفتن حرم
- Dervişin gözlerinden yaşlar aktı, dedi ki: Bütün bunlarla beraber o adı tatlı padişah nerede? Söyle bana!
- اشکش از دیده بجست و گفت او ** با همه آن شاه شیریننام کو
- Kadın dedi ki: O bomboş riyâkar bir hilebazdır. Ahmaklara tuzaktır. Yol azıtanlara kementlik eder.
- گفت آن سالوس زراق تهی ** دام گولان و کمند گمرهی
- Senin gibi sakalını değirmende ağartan yüz binlerce kişi azgınlıktan ona düşmüştür.
- صد هزاران خام ریشان همچو تو ** اوفتاده از وی اندر صد عتو
- Onu görmez, esenlikle yerine yurduna dönersen senin için daha hayırlıdır. Onu görüp de azmazsın hiç olmazsa.
- گر نبینیش و سلامت وا روی ** خیر تو باشد نگردی زو غوی
- Onun işi gücü lâftır, kâse yalayıcı, hazır sofraya oturucu bir heriftir. Fakat davulunun sesi, etrafa yayılmış nasılsa. 2060
- لافکیشی کاسهلیسی طبلخوار ** بانگ طبلش رفته اطراف دیار
- Bu kavim İsrail oğullarına benzer, öküze taparlar. Böyle bir öküze el vurup adarlar işte.
- سبطیند این قوم و گوسالهپرست ** در چنین گاوی چه میمالند دست
- Bu hazır sofraya oturan adama kapılan, geceleyin bir leştir, gündüzün işsiz güçsüz bir adam.
- جیفة اللیلست و بطال النهار ** هر که او شد غرهی این طبلخوار
- Bunlar, yüzlerce bilgiyi, yüceliği bırakmışlardır da bir hileye, bir riyâya kapılmışlardır. İşte hal bu.
- هشتهاند این قوم صد علم و کمال ** مکر و تزویری گرفته کینست حال
- Nerede Musa’nın soyu? Gelse de şu öküze tapanların kanlarını dökse…yazık!
- آل موسی کو دریغا تاکنون ** عابدان عجل را ریزند خون
- Şeriatı, Allahdan ürküp sakınmayı ardına atmış. Nerede Ömer? Gelse de şiddetle doğruluğu emretse! 2065
- شرع و تقوی را فکنده سوی پشت ** کو عمر کو امر معروفی درشت
- Bunlar, her kötü şeyi mübah biliyorlar. Bu ibahilik bunlardan yayıldı, fesatçı kalleşe de ruhsat oldu âdeta.
- کین اباحت زین جماعت فاش شد ** رخصت هر مفسد قلاش شد
- Nerede Peygamberle sahabesinin yolu. Nerede namaz, nerede tesbih, nerede onların edepleri.
- کو ره پیغامبری و اصحاب او ** کو نماز و سبحه و آداب او
- Kadının küfürde bulunması ve saçma sözler söylemesi üzerine o dervişin kızıp ona ağır sözlerle cevap vermesi
- جواب گفتن مرید و زجر کردن مرید آن طعانه را از کفر و بیهوده گفتن
- Genç, yeter diye bağırdı, apaydın günde bekçinin ne lüzumu var?
- بانگ زد بر وی جوان و گفت بس ** روز روشن از کجا آمد عسس
- Erlerin nuru doğuyu da tuttu batıyı da. Gökler bile hayrette kalıp secde ettiler.
- نور مردان مشرق و مغرب گرفت ** اسمانها سجده کردند از شگفت
- Allah güneşi Hamel burcundan doğdu da bu güneş utancından perde arkasına girdi. 2070
- آفتاب حق بر آمد از حمل ** زیر چادر رفت خورشید از خجل
- Senin gibi bir şeytanın saçmaları, nereden beni bu kapının tokmağından döndürecek?
- ترهات چون تو ابلیسی مرا ** کی بگرداند ز خاک این سرا