- Yolda gördüğü cefalar, çektiği eziyetler, anlatılmaya değer ama ben kısa kesiyorum.
- آنچ در ره دید از رنج و ستم ** گرچه در خوردست کوته میکنم
- O genç, yolu bitirip maksadına ulaştı. O padişahın evini sordu.
- چون به مقصد آمد از ره آن جوان ** خانهی آن شاه را جست او نشان
- Öğrenip kapısına geldi, yüzlerce saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı, kapıdan başını çıkardı.
- چون به صد حرمت بزد حلقهی درش ** زن برون کرد از در خانه سرش
- Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? dedi. Derviş, ziyaret için geldim deyince.
- که چه میخواهی بگو ای ذوالکرم ** ژگفت بر قصد زیارت آمدم
- Kadın kahkahayla gülüp dedi ki: Sakalına bak yahu. Hele şu yolculuğa, şu uğradığın derde bak. 2050
- خندهای زد زن که خهخه ریش بین ** این سفرگیری و این تشویش بین
- Yerinde, yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün?
- خود ترا کاری نبود آن جایگاه ** که به بیهوده کنی این عزم راه
- Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın?
- اشتهای گولگردی آمدت ** یا ملولی وطن غالب شدت
- Yahut da şeytan sana bir boyunduruk urdu, vesveseler verdi, sana bu yolculuk kapısını açtı.
- یا مگر دیوت دو شاخه بر نهاد ** بر تو وسواس سفر را در گشاد
- Birçok kötü sözler söyledi, küfürlerde bulundu, dırıldandı durdu. Onların hepsini söyleyemem ben.
- گفت نافرجام و فحش و دمدمه ** من نتوانم باز گفتن آن همه
- Kadının sayısız gülümsemesinden, hikâyeler söylemesinden derviş, pek dertlendi, dertlere uğradı. 2055
- از مثل وز ریشخند بیحساب ** آن مرید افتاد از غم در نشیب
- Derviş’in Şeyh nerede,onu nerede arayalım diye sorması,Şeyh’in karısının da kötü kötü cevap vermesi
- پرسیدن آن وارد از حرم شیخ کی شیخ کجاست کجا جوییم و جواب نافرجام گفتن حرم
- Dervişin gözlerinden yaşlar aktı, dedi ki: Bütün bunlarla beraber o adı tatlı padişah nerede? Söyle bana!
- اشکش از دیده بجست و گفت او ** با همه آن شاه شیریننام کو
- Kadın dedi ki: O bomboş riyâkar bir hilebazdır. Ahmaklara tuzaktır. Yol azıtanlara kementlik eder.
- گفت آن سالوس زراق تهی ** دام گولان و کمند گمرهی
- Senin gibi sakalını değirmende ağartan yüz binlerce kişi azgınlıktan ona düşmüştür.
- صد هزاران خام ریشان همچو تو ** اوفتاده از وی اندر صد عتو
- Onu görmez, esenlikle yerine yurduna dönersen senin için daha hayırlıdır. Onu görüp de azmazsın hiç olmazsa.
- گر نبینیش و سلامت وا روی ** خیر تو باشد نگردی زو غوی
- Onun işi gücü lâftır, kâse yalayıcı, hazır sofraya oturucu bir heriftir. Fakat davulunun sesi, etrafa yayılmış nasılsa. 2060
- لافکیشی کاسهلیسی طبلخوار ** بانگ طبلش رفته اطراف دیار
- Bu kavim İsrail oğullarına benzer, öküze taparlar. Böyle bir öküze el vurup adarlar işte.
- سبطیند این قوم و گوسالهپرست ** در چنین گاوی چه میمالند دست
- Bu hazır sofraya oturan adama kapılan, geceleyin bir leştir, gündüzün işsiz güçsüz bir adam.
- جیفة اللیلست و بطال النهار ** هر که او شد غرهی این طبلخوار
- Bunlar, yüzlerce bilgiyi, yüceliği bırakmışlardır da bir hileye, bir riyâya kapılmışlardır. İşte hal bu.
- هشتهاند این قوم صد علم و کمال ** مکر و تزویری گرفته کینست حال
- Nerede Musa’nın soyu? Gelse de şu öküze tapanların kanlarını dökse…yazık!
- آل موسی کو دریغا تاکنون ** عابدان عجل را ریزند خون
- Şeriatı, Allahdan ürküp sakınmayı ardına atmış. Nerede Ömer? Gelse de şiddetle doğruluğu emretse! 2065
- شرع و تقوی را فکنده سوی پشت ** کو عمر کو امر معروفی درشت
- Bunlar, her kötü şeyi mübah biliyorlar. Bu ibahilik bunlardan yayıldı, fesatçı kalleşe de ruhsat oldu âdeta.
- کین اباحت زین جماعت فاش شد ** رخصت هر مفسد قلاش شد
- Nerede Peygamberle sahabesinin yolu. Nerede namaz, nerede tesbih, nerede onların edepleri.
- کو ره پیغامبری و اصحاب او ** کو نماز و سبحه و آداب او
- Kadının küfürde bulunması ve saçma sözler söylemesi üzerine o dervişin kızıp ona ağır sözlerle cevap vermesi
- جواب گفتن مرید و زجر کردن مرید آن طعانه را از کفر و بیهوده گفتن
- Genç, yeter diye bağırdı, apaydın günde bekçinin ne lüzumu var?
- بانگ زد بر وی جوان و گفت بس ** روز روشن از کجا آمد عسس
- Erlerin nuru doğuyu da tuttu batıyı da. Gökler bile hayrette kalıp secde ettiler.
- نور مردان مشرق و مغرب گرفت ** اسمانها سجده کردند از شگفت
- Allah güneşi Hamel burcundan doğdu da bu güneş utancından perde arkasına girdi. 2070
- آفتاب حق بر آمد از حمل ** زیر چادر رفت خورشید از خجل
- Senin gibi bir şeytanın saçmaları, nereden beni bu kapının tokmağından döndürecek?
- ترهات چون تو ابلیسی مرا ** کی بگرداند ز خاک این سرا
- Ben bulut gibi yele kapılıp gelmedim ki beni bu kapıdan bir tozla çevirebilesin.
- من به بادی نامدم همچون سحاب ** تا بگردی باز گردم زین جناب
- Öküz bile o kerem kıblesi olunca nur kesilir, fakat o nur olmadı mı kıble, küfürdür, puttur.
- عجل با آن نور شد قبلهی کرم ** قبله بی آن نور شد کفر و صنم
- Heva ve hevesten gelen, ibahilik sapıklıktır, azgınlıktır, fakat Allah’dan gelen, ibahilik yüceliktir.
- هست اباحت کز هوای آمد ضلال ** هست اباحت کز خدا آمد کمال
- O hesaba sığmaz nurun doğup parladığı yerde küfür iman kesildi,şeytan Müslüman oldu. 2075
- کفر ایمان گشت و دیو اسلام یافت ** آن طرف کان نور بیاندازه تافت
- O, yücelik mazharıdır, Allah sevgilisidir. Bütün ileri meleklerden öndülü kapmıştır.
- مظهر عزست و محبوب به حق ** از همه کروبیان برده سبق
- Melekten Âdem’e secde etmeleri ,ondan ileri olmalarındandır. Deri ,daima içe secde eder.
- سجده آدم را بیان سبق اوست ** سجده آرد مغز را پیوست پوست
- A kocakarı, sen Allah mumunu üflüyorsun ama hem sen yanıyorsun, hem başın, ey ağzı kokmuş!
- شمع حق را پف کنی تو ای عجوز ** هم تو سوزی هم سرت ای گندهپوز
- Bir köpeğin ağzından deniz pislenir mi? Güneş, üflemekle söner mi?
- کی شود دریا ز پوز سگ نجس ** کی شود خورشید از پف منطمس
- Eğer görünüşe göre hüküm veriyorsan bu aydınlıktan daha aydın, daha görünür ne var? Söyle. 2080
- حکم بر ظاهر اگر هم میکنی ** چیست ظاهرتر بگو زین روشنی
- Zâhirden olanların hepsi, bu zuhurun karşısında noksanın, kusurun en ilerisindedir.
- جمله ظاهرها به پیش این ظهور ** باشد اندر غایت نقص و قصور
- Kim Allah mumunu üflerse o mum sönmez, üfleyenin ağzı yanar.
- هر که بر شمع خدا آرد پف او ** شمع کی میرد بسوزد پوز او
- Senin gibi bir çok yarasalar rüya görürler ama bu âlem, güneşten yetim kalır mı?
- چون تو خفاشان بسی بینند خواب ** کین جهان ماند یتیم از آفتاب
- Ruh denizlerinde öyle kuvvetli dalgalar olur ki Nuh tufanından yüzlerce defa üstündür.
- موجهای تیز دریاهای روح ** هست صد چندان که بد طوفان نوح
- Fakat Kenan’ın gözünde kıl bitmiştir de o yüzden Nuh’u da bırakmıştır, gemiyi de. Dağa tırmanmaya kalkışmıştır. 2085
- لیک اندر چشم کنعان موی رست ** نوح و کشتی را بهشت و کوه جست
- Fakat derhal yarım bir dalga, dağı da aşağılıkların dibine atmıştır, Kenan’ı da.
- کوه و کنعان را فرو برد آن زمان ** نیم موجی تا به قعر امتهان
- Ay, nurunu saçar, köpek havlar durur. Hiç köpek, ayı kendisine ortak edebilir mi?
- مه فشاند نور و سگ وع وع کند ** سگ ز نور ماه کی مرتع کند
- Ay ışığı ile geceleyin yol alanlar, köpek havlaması ile yollarından kalırlar mı?
- شب روان و همرهان مه بتگ ** ترک رفتن کی کنند از بانگ سگ
- Cüzü, külle doğru ok gibi gider. Kokuşuk kocakarının ardına düşer mi hiç?
- جزو سوی کل دوان مانند تیر ** کی کند وقف از پی هر گندهپیر
- Şeriatın canı da âriftir, takvanın canı da. Marifet, geçmiş zamanlardaki zâhitliğin mahsulüdür. 2090
- جان شرع و جان تقوی عارفست ** معرفت محصول زهد سالفست
- Zâhitlik, ekmeye çalışmaktır. Marifet de o ekilenin bitmesidir.
- زهد اندر کاشتن کوشیدنست ** معرفت آن کشت را روییدنست
- Şu halde çalışmak ve inanmak, bedene benzer. Bu ekmenin canı da biten mahsuldür ve onu devşirmektir.
- پس چو تن باشد جهاد و اعتقاد ** جان این کشتن نباتست و حصاد
- Doğruluğu emretmek de odur, doğruluk da o.
- امر معروف او و هم معروف اوست ** کاشف اسرار و هم مکشوف اوست
- Bu günümüzün de padişahıdır, yarınımızın da. Deri, daima lâtif içe kuldur.
- شاه امروزینه و فردای ماست ** پوست بندهی مغز نغزش دایماست
- Şeyh “Ben Allahyım” dedi ama ileri gitti, bütün körlerin boğazını sıktı. 2095
- چون انا الحق گفت شیخ و پیش برد ** پس گلوی جمله کوران را فشرد