English    Türkçe    فارسی   

6
2256-2305

  • Deli çocuk, oyun oynar mı? Cüzü lâzım ki külle dönsün.
  • کودک دیوانه بازی کی کند  ** جزو باید تا که کل را فی کند 
  • Kubbe ve define hikâyesi
  • رجوع کردن به قصه‌ی قبه و گنج 
  • İşte o yoksulun hayali, riyasız olarak gel, gel demekle beni âciz bıraktı.
  • نک خیال آن فقیرم بی‌ریا  ** عاجز آورد از بیا و از بیا 
  • Onun sesini sen duymazsın ama ben duyarım. Çünkü gizlilik âleminde onun sırdaşıyım ben.
  • بانگ او تو نشنوی من بشنوم  ** زانک در اسرار همراز ویم 
  • Onu define arıyor sanma. Define kendisi. Dost, mânada dosttan başka bir şey olabilir mi?
  • طالب گنجش مبین خود گنج اوست  ** دوست کی باشد به معنی غیر دوست 
  • Her lâhza o, kendisine secde etmede. Yüzünü görmek için önüne bir ayna koymuş secde ediyor. 2260
  • سجده خود را می‌کند هر لحظه او  ** سجده پیش آینه‌ست از بهر رو 
  • Aynada hakikati bir habbecik görseydi ondan bir hayalden başka bir şey kalmazdı.
  • گر بدیدی ز آینه او یک پشیز  ** بی‌خیالی زو نماندی هیچ چیز 
  • Hayalleri de yok olurdu, kendisi de. Bilgisi, bilgisizlikte mahvolmak olurdu.
  • هم خیالاتش هم او فانی شدی  ** دانش او محو نادانی شدی 
  • Bizim bilgisizliğimizden başka bir bilgi, şüphe yok ki benim diye apaçık baş gösterirdi.
  • دانشی دیگر ز نادانی ما  ** سر برآوردی عیان که انی انا 
  • Âdem’e secde edin diye ses gelip durmada. Âdem’seniz bir an olsun kendinizi görün!
  • اسجدوا لادم ندا آمد همی  ** که آدمید و خویش بینیدش دمی 
  • Bu ses, meleklerin gözünden şaşılığı giderdi de yeryüzü, onlarca lâcivert gökyüzünün aynı oldu. 2265
  • احولی از چشم ایشان دور کرد  ** تا زمین شد عین چرخ لاژورد 
  • Tanrı’dan başka tapacak yoktur dedi, tapacak yalnız Tanrı’dır demekle ondan başka varlık yoktur demiş oldu ve birlik açıldı.
  • لا اله گفت و الا الله گفت  ** گشت لا الا الله و وحدت شکفت 
  • O dostun, o doğru yolu bulmuş sevgilinin kulağımızı çekmesi zamanı geldi.
  • آن حبیب و آن خلیل با رشد  ** وقت آن آمد که گوش ما کشد 
  • Kulağımızı tutup çeşmeye götürerek ağzını burada, bu suyla yıka, halktan gizlediğin şeyleri söyleme demesinin tam vakti.
  • سوی چشمه که دهان زینها بشو  ** آنچ پوشیدیم از خلقان مگو 
  • Fakat söylesen de o meydana çıkmaz ki. Yalnız sen açmayı kastetmekle suçlu olursun, o kadar.
  • ور بگویی خود نگردد آشکار  ** تو به قصد کشف گردی جرم‌دار 
  • Fakat ben, onların etrafında dönüp duruyorum işte. Bunu söyleyen de benim dinleyen de. 2270
  • لیک من اینک بریشان می‌تنم  ** قایل این سامع این هم منم 
  • Yoksulun ve definenin suretini söyle. Bunlar, eziyet çekenlerdir, o eziyeti anlat bakalım!
  • صورت درویش و نقش گنج گو  ** رنج کیش‌اند این گروه از رنج گو 
  • Rahmet çeşmesi, onlara haram oldu. Öldürücü zehri kadeh kadeh içiyorlar.
  • چشمه‌ی راحت بریشان شد حرام  ** می‌خورند از زهر قاتل جام‌جام 
  • Eteklerine toprak doldurmuşlar, şu kaynakları doldurmaya geliyorlar.
  • خاکها پر کرده دامن می‌کشند  ** تا کنند این چشمه‌ها را خشک‌بند 
  • Denizden yardım gören bu kaynak, şu iyi kötü bir avuç toprağın çalışıp çabalaması ile dolar mı hiç?
  • کی شود این چشمه‌ی دریامدد  ** مکتنس زین مشت خاک نیک و بد 
  • Fakat sizi bıraktım, size karşı kurudum, ebediyen de akmayacağım der… 2275
  • لیک گوید با شما من بسته‌ام  ** بی‌شما من تا ابد پیوسته‌ام 
  • Halk, iştah bakımından ters tabiatlıdır. Öyleleri vardır ki suyu bırakır, içmez de toprak yer.
  • قوم معکوس‌اند اندر مشتها  ** خاک‌خوار و آب را کرده رها 
  • Halk peygamberlerin tabiatlarına zıttır, tutar ejderhaya dayanır.
  • ضد طبع انبیا دارند خلق  ** اژدها را متکا دارند خلق 
  • Tanrı’nın göze mühür vurmasını, gözü kapatmasını bildin, fakat neden göz yumdun, bunu da bildin mi?
  • چشم‌بند ختم چون دانسته‌ای  ** هیچ دانی از چه دیده بسته‌ای 
  • Gözünü yumdun da onun yerine şu gözlerini neye açtın? Bir bir, bil ki kapadığın gözün yerine gelen kötü gözlerdir onlar.
  • بر چه بگشادی بدل این دیده‌ها  ** یک به یک بس البدل دان آن ترا 
  • Fakat inayet güneşi parlayıp doğmuş, ümidini kesenlere lûtfetmiştir. 2280
  • لیک خورشید عنایت تافته‌ست  ** آیسان را از کرم در یافته‌ست 
  • Rahmetiyle görülmemiş bir tavla oyununa girişir. Küfrün ta kendisini tövbe haline kor.
  • نرد بس نادر ز رحمت باخته  ** عین کفران را انابت ساخته 
  • O cömert Tanrı halkın bu bahtsızlığını görüp iki yüz tane sevgi çeşmesi akıtmıştır.
  • هم ازین بدبختی خلق آن جواد  ** منفجر کرده دو صد چشمه‌ی وداد 
  • O, koncaya dikenden sermaye verir, dikenden gonca bitirir. Yılan boynuzu ile yılanı süsler, bezer.
  • غنچه را از خار سرمایه دهد  ** مهره را از مار پیرایه دهد 
  • Gece karanlığından gündüzü çıkarır. Yoksulun elinden zenginlik izhar eder.
  • از سواد شب برون آرد نهار  ** وز کف معسر برویاند یسار 
  • Halil’e kumu un yapar, Davut’a dağı enis kılar. 2285
  • آرد سازد ریگ را بهر خلیل  ** کو با داود گردد هم رسیل 
  • O karanlık bulutların altındaki dağ, olanca vahşetiyle beraber ağız açar, zir ve bem perdelerinden çenk çalar.
  • کوه با وحشت در آن ابر ظلم  ** بر گشاید بانگ چنگ و زیر و بم 
  • Ey halktan nefret eden Davut, kalk. Onları terk ettin, yerine bizi dinle, beraber çalalım der.
  • خیز ای داود از خلقان نفیر  ** ترک آن کردی عوض از ما بگیر 
  • O define isteyen yoksulun bir çok araştırmadan sonra âciz kalıp ey her şeyi meydana çıkaran, sen bu gizli sırrı meydana çıkar diye ulu Tanrı’ya yalvarması
  • انابت آن طالب گنج به حق تعالی بعد از طلب بسیار و عجز و اضطرار کی ای ولی الاظهار تو کن این پنهان را آشکار 
  • O derviş dedi ki: Ey sırları bilen, bu define için ömrümü zây ettim.
  • گفت آن درویش ای دانای راز  ** از پی این گنج کردم یاوه‌تاز 
  • Hırs şeytanı, acele ettirdi, bana. Ne yavaşlığım kaldı, ne tedbirim, ne ihtiyatım.
  • دیو حرص و آز و مستعجل تگی  ** نی تانی جست و نی آهستگی 
  • Tencereden bir lokma bile yemedim. Yalnız avucum siyahlandı, ağzım yandı. 2290
  • من ز دیگی لقمه‌ای نندوختم  ** کف سیه کردم دهان را سوختم 
  • Bunu iyice bilmiyorum, bari bu düğümü bağlayana müracaat ederek çözeyim demedim.
  • خود نگفتم چون درین ناموقنم  ** زان گره‌زن این گره را حل کنم 
  • Tanrı’nın sözünü de Tanrı sözü ile tefsire kalkış. Kendine gel de zannına uyup hezeyan etme a pek yüzlü!
  • قول حق را هم ز حق تفسیر جو  ** هین مگو ژاژ از گمان ای سخت‌رو 
  • Düğümü kim bağladıysa o çözer. Bu nükteleri, bu sırları, yine söyleyen açar.
  • آن گره کو زد همو بگشایدش  ** مهره کو انداخت او بربایدش 
  • Sana o çeşit söz, kolay anlaşılır gibi gelir ama Tanrı remizleri kolay anlaşılır mı hiç?
  • گرچه آسانت نمود آن سان سخن  ** کی بود آسان رموز من لدن 
  • Adam yarabbi dedi, bu işten tövbe ettim. Kapıyı sen kapadın, yine sen aç! 2295
  • گفت یا رب توبه کردم زین شتاب  ** چون تو در بستی تو کن هم فتح باب 
  • Duada da bir hünerim yokmuş, yine başımı hırkaya çekiyor, sana yalvarıyorum.
  • بر سر خرقه شدن بار دگر  ** در دعا کردن بدم هم بی‌هنر 
  • Hüner nerede, ben neredeyim, doğru bir gönül nerede? Bunların hepside senin aksin, hepsi de sensin.
  • کو هنر کو من کجا دل مستوی  ** این همه عکس توست و خود توی 
  • Her gece rüyada bir tedbire girişmede, bir fikre düşmedeyim. Suda gark olan gemiye döndüm.
  • هر شبی تدبیر و فرهنگم به خواب  ** هم‌چو کشتی غرقه می‌گردد ز آب 
  • Ne ben kalıyorum, ne hünerim kalıyor. Beden de bir leş gibi bihaber olarak bir tarafa düşüyor.
  • خود نه من می‌مانم و نه آن هنر  ** تن چو مرداری فتاده بی‌خبر 
  • O yüce padişah, seher çağına kadar her gece “ Rabbiniz değil miyim?” diye sormada. “Evet” diye cevap vermede. 2300
  • تا سحر جمله شب آن شاه علی  ** خود همی‌گوید الستی و بلی 
  • Nerede “Evet, Rabbimizsin” diyen? Hepsini de uyku seli aldı götürdü. Yahut da bir timsah, hepsini paraladı, yedi.
  • کو بلی‌گو جمله را سیلاب برد  ** یا نهنگی خورد کل را کرد و مرد 
  • Sabah çağı, karanlıklar kınından parlak kılıcını çekip de,
  • صبح‌دم چون تیغ گوهردار خود  ** از نیام ظلمت شب بر کند 
  • Doğu güneşi, geceyi dürünce bu timsah da yediklerini kusar.
  • آفتاب شرق شب را طی کند  ** از نهنگ آن خورده‌ها را قی کند 
  • Yunus gibi o timsahın midesinden kurtulur, koku ve renk âlemine yayılırız.
  • رسته چون یونس ز معده‌ی آن نهنگ  ** منتشر گردیم اندر بو و رنگ 
  • Halk, Yunus gibi Tanrıyı tesbih etti, o karanlıklar âleminde o yüzden rahat kaldı. 2305
  • خلق چون یونس مسبح آمدند  ** کاندر آن ظلمات پر راحت شدند